Neyse ki!
Valilik tarafından yapılan açıklama tam olarak böyleydi. Türkiye-İran sınırında donmuş bir kadın cesedi bulunmuş, kadının iki küçük çocuğu ise bir köye sığınmış ve anneleriyle aynı sonu yaşamaktan son anda kurtulmuştu. Ne acı, annenin ayaklarında poşet çocukların ellerinde ise soğuktan korunmaları için annelerinin çorapları vardı.
Haber yalnızca bu kadardı. Bir de köşede anne ve çocukların Afgan kökenli olduğu yazılıydı.
Olay medyaya yansıyınca , haliyle yankı da bulunca Valilik hemen bir açıklama yaptı.
Yapılan açılmada hadiseyi haber alan kolluk birimlerinin harekete geçtiği, araştırmalar sonucunda bu üzücü olayın ülkemiz sınırları içerisinde gerçekleşmediğinin tespit edildiği belirtilmişti.
Bu olaydan tam bir ay sonra bu sefer diğer sınırda, birer gün arayla 19 donmuş ceset bulundu. Üstelik kıyafetleri yoktu ve başlarına ne geldiğini kimse bilmiyordu. Türkiye hemen bir açıklama yaptı. Yunanistan’ın sorumlu olduğunu, göçmenleri geri ittiğini açıkladı. Yunanistan elbette tüm bu iddiaları yalanladı. Avrupa Birliği ise yine bildiğimiz gibiydi…
Bütün dünya, Suriye Savaşı ile başlayan süreçte tarih boyunca görülen en büyük göç dalgalarından biriyle karşı karşıya kaldı. Bugün geldiğimiz noktada da ülkelerin bu insan hakları sınavını başarıyla veremediği apaçık ortada. Seneler sonra bu yılları hatırladığımızda sizlerin aklına ilk hangi kare gelir bilemiyorum ama çocuğu kucağında Macaristan sınırını geçmeye çalışan babanın, bir gazetecinin çelmesi ile yere kapaklandığı sahne benim gözümün önünden gitmiyor.
Gittikleri ülkelerin hemen hepsinde, bir süre sonra ortak nefret sembolü oluverdi göçmenler. Başta ekonomi olmak üzere türlü sorunların baş gösterdiği ülkelerde halkların öfkesini yönetebilmek için göçmen karşıtı söylemler kullanışlı bir aparat oldu. Eşitsizlik, yoksulluk ve dünyanın giderek daha güvensiz bir yer oluşu karşısında biriken öfkeyi bir yerde toplamak ve “cambaza bak” demek gerekiyordu. O cambazda ne tesadüf ki tüm dünyada en öteki ve en yabancı olan göçmenler oldu.
Doğdukları yerde ölenler ya da öleceğine kesin inanç duyanlar, doğdukları yerde ölemeyen zaten ölmek de isteyemeyenler üzerindezalim bir cüretle konuşmaya başladı. Kendi kurtarılmış bölgelerinden, düşmüş mahallelerin insanlarına bakıp ahkam kesmek kolay oldu.Bu büyük kriz karşısında ne yaptığından veya ne yapmayı vadettiğinden bağımsız olarak, sabah uyandığında ilk “insan hakları” diyen ülke, o gün tüm sorumluluğundan kurtuldu.
Oysa sorun hala capcanlı, olduğu yerde duruyor. İnsanlar ülkelerinden uçak kanatlarına tutunarak kaçmaya çalışıyor , biraz kulak kabartıldığında Afganistanlı kadınların çığlıkları duyuluyor.
Valiliğin yaptığı açıklama doğruydu, bu üzücü olay sınırlarımız içinde gerçekleşmemişti. Ama insanlık onuru denen kavram evrenseldi ve bir sınırı da zaten yoktu.
Av. Eda BÜYÜKDEMİRCİ