Geçen hafta çok hoş, güzel duygular yaşadık. İlimizin köklü ailelerinden birine mensup Sayın Mesut Boyacıoğlu, Ankara’daki yazıhanesinde yıllardır muhafaza ettiği eski yazı 480 kitabı Yazma Eser Kütüphanesi’ne bağışladı. Herkese örnek oldu; dileyelim ki başkaları da bu kervana katılsın.
Mesut Bey inşaat mühendisi değerli bir hemşerimiz; işi gereği Ankara’da yaşıyor. Şu dört beş aya gelinceye kadar benim kendisiyle bir hukukum yoktu, sadece ismini duyardım, o kadar. Telefonda ilk tanışmamız bir mektup vesilesiyle oldu.
Baba Atıf Bey, 1938 yılında, İstanbul Teknik Üniversitesi birinci sınıfta öğrenciyken Kastamonu’da oturan ailesine bir göndermiş. Mektup eski harflerle, çok düzgün, samimi ve saygılı ifadelerle yazılmış. Mektubu Metin Boyacıoğlu göndermişti. Önce onu aradım; içeriği hakkında bilgi verdim; yayımlarsam bir sakıncası olur mu diye sordum. Gerçi mektupta aile mahrumiyetini ilgilendiren bir taraf yoktu ama yine de konuşmak gereğini duydum. Sonra bu sütunlarda yayımladım. İyi ki neşretmişim, zira gerisi hayırlara vesile oldu.
Mesut Bey; bizim yazıyı okumuş; Ankara’dan aradı, biraz konuştuk.Kastamonu’ya geldiğinde buluştuk; daha uzun sohbet imkânımız oldu. Rahmetli Abdülkerim Abdülkadiroğlu; Şemsizade Ailesi ve Bayramilik üzerine bir kitap yazmıştı. Söz ister istemez dedelerinden Şeyh Ziyaettin Efendi ve refikası(eşi) Hafız Nebiye Hanım üzerinde yoğunlaştı.
Bilmeyenler haklı olarak Şeyh Ziyaettin Efendi’nin kim olduğunu soracaklardır. Kendisi Bayramî dergâhının Kastamonu’daki postnişîni. Şehrin eşrafından; ekonomik yönden hali, vakti yerinde; hayır, hasenat işleriyle meşgul bir insan. Sivil toplum kuruluşu olan derneklerde, hayır kurumlarında ya kurucu veya üye sıfatıyla yer almış. En önemli tarafı da 1919’da, Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti Kastamonu şubesinin ilk başkanı. Erzurum, Sivas kongrelerinin yapıldığı günlerde görev almak kolay bir iş değil, cesaret ister. Mücadele yeni başlamış; sonucun ne olacağı belli değil; bazıları İstanbul Hükümeti taraftarı, özellikle gençler Kuva-yı Milliyeci. Kimileri de öne çıkmadan bekleyelim, görelim; vaziyete göre davranırız diyor. Böyle bir ortamda Şeyh Ziyaeddin Efendi öne düşmüştür. Bu davranışı, halkın üzerinde son derece olumlu hava yaratmış.
Bütün bunlardan ayrı olarak Kastamonu’dan gelip geçerken bir müddet konaklamak gereğini duyan misafirler Şeyh Efendi’nin hanesinde ağırlanmış. O devirde bugünkü gibi sağlıklı oteller yok. Halk diliyle ifade edrsek “ağır misafir” ağırlamak için ya böyle evler tercih ediliyor veya lisede, kolordu karargâhında hazırlanan özel yerler kullanılıyor.
Bu hizmetler yapılırken refika-i muhteremesi Hafız Nebiye Hanım’ın yardımcı olduğunu da unutmayalım. Hafız Hanım sadece evle ilgilenmemiş. Balkan ve I. Dünya Savaşı sırasında askerlere yardım için kurulan bütün komitelerde görev almış; çeşitli miktarda para ve eşya bağışında bulunmuş. Eşraftan bir kadının toplum hizmetlerinde öne çıkması her zaman halk üzerinde olumlu etkiler yaratır. Mezar taşındaki bilgiye göre Nebiye Hanım 1933’de vefat etmiş. Aile seferber oldu ama küçücük bir fotoğrafını bulamadık.
Mesut Bey ile sohbet bitince beni Gümüşlece’deki aile mezarlığına götürdü. Çok da iyi oldu; haklarında yazıp çizdiğim iki değerli insan için Fâtiha okuduk, dua ettik. Herkes şimdi ileri geri konuşuyor; bu cumhuriyet kolay kurulmadı. Bin türlü bâdirelerden geçtik. O zor günler bazıları köşesinde oturmuş; etliye, sütlüye pek karışmazken, bu insanlar ellerini taşın altına koymuş, tâbir yerindeyse kelleyi koltuğa almış. Hatta hilafet ordusu Safranbolu’ya yaklaşırken Şeyh Efendi’ye imalı bir şekilde “şimdi ne yapacaksın” gibi sözler de söylenmiş. O da kadere olan inancını ifade etmekle yetinmiş.
Bu sohbetler sırasında söz eski kitaplara geldi. Mesut Bey, yazıhanesinde dededen, babadan kalma kitaplar olduğunu, yer sıkıntısı çektiğini, eski yazıyı bilmediği için okuyamadığını söyledi ve kitapları ne yapayım diye sordu. Ben de kendisine, Kastamonu’da üç yıl kadar önce Yazma Eser Kütüphanesi kurulduğunu, 12 bin dolayında eski harflerle basılmış kitap ve 7500’den fazla yazma eser bulunduğunu; şu vaziyetiyle kütüphanenin İstanbul, Ankara, İzmir, Konya, Bursa gibi şehirlerin arkasından geldiğini söyledim. Kitapların Kastamonu’ya bağışlanmasının rica ettim. Kütüphanenin son derece güvenli olduğunu, hiçbir şekilde zarar gelmeyeceğini, demirbaşa bağışçı adıyla kaydedildiğini de anlattım. Gönlü rahat olsun istedim; Yazma Eser Kütüphanesi’ne gittik; müdür Mehmet Öztürk kendisine etraflıca bilgi verdi; kitapların nasıl korunduğunu, demirbaş kayıtlarına varıncaya kadar anlattı.
Mesut Bey Ankara’ya dönünce kitapları on üç koli halinde Kastamonu’ya gönderdi. Sonrasında görevli arkadaşlarımız listeyi hazırladı ve formaliteleri yerine getirdiler. İlk konuşmamızda 200 kitap denmiş ise de neticede kolilerden 480 kitap çıktı.
Kütüphanenin çalışkan, değerli müdürü Mehmet Bey ilgili yerlerle konuştu; az sayıda insanın davetli olduğu; akademik ağırlıklı mütevazı bir bağış töreni düzenlendi. Belediye Başkan Yardımcısı Eşref Can, Kültür Müdürü Ziver Kaplan, Fen-Edebiyat Fakültesi öğretim üyeleri Prof. Dr. Hasan Sacit Keseroğlu, Prof. Dr. Mehmet Serhat Yılmaz, Prof. Dr. Cevdet Yakupoğlu ve yerel gazetelerin muhabirleri törene iştirak ettiler.
Çorbada tuzu olan biri sıfatıyla tören yapılamasını şahsen istedim. Medya yoluyla duyulsun, örnek olsun, başka aileler de kitap bağışlasın. Zaman zaman duyuyorum; eline eski yazı bir kitap geçiren, “bu, kaç para eder?” diye getiriyormuş. Bir insan 480 kitap bağışlıyor; paranın lafını etmiyor, kimileri de başka şey düşünüyor.
Eminim ki Kastamonu’da bazı ailelerde eski yazı kitaplar var. Rica ediyorum; bunları getirin, kütüphanemize bağışlayın, kalıcı olsun, kitap sayımız artsın. Evlerde korunması çok zor; yırtılır, dağılır gider, millî kültürümüz adına yazık olur.
Mesut Bey’i yürekten kutluyorum; Allah razı olsun, kitaplar şimdi baba ocağına döndü. Bilecek ki bundan böyle, Yazma Eser Kütüphanesi’nde kendi ailesinden çok sayıda eser var. Hem Şeyh Ziyaettin Efendi’nin de ruhu şâd edilmiş oldu.