Meral Çelen, babasının öğretmenlik yaptığı Diyarbakır’da 1934 yılında doğar. İki yaşlarında iken aile Kastamonu’ya gelir. Bu, ailenin kente ilk gelişidir. Baba memleketi kadar sevdiği bu kente yıllar (1946) sonra bir kez daha gelir ve altı yıl kalırlar. Meral Çelen, çocukluk ve ilk gençlik yıllarına ait anılarını yazdığı eserinde kente ilk geldiklerinde zihninde kalan tek anısının geçirdiği kaza olduğundan söz eder. Aile bir süre sonra Adapazarı’na oradan da Nazilli’ye taşınır. Yaşamlarında bu taşınmalar uzar gider. Baba Zeki Çelen nerede iş bulursa ailesi peşinden oraya gelir, yerleşir. En son işi Karabük Demir Çelik Fabrikası’ndadır. Bir süre çalışır, sonra işi bırakır. Fabrikadaki işini neden bıraktığını ailede kimse bilmez. Okullar tatil olur olmaz bir kamyona eşyalarını ve çiçeklerini yükleyerek Taşköprü’ye gelirler.
İlk geldiklerinde kiralık ev bulamazlar. Kısa bir süre soyadı “Saraçoğlu” olan kibar yaşlı bir adamın temiz pak hanında kalırlar. Yıl 1946’dır. Kasabaya Kendir Fabrikası kurulmaktadır. Zeki Bey, bu fabrikanın demir işlerini almıştır. Fabrikanın asıl inşaatını alan büyük yüklenici, Zeki Bey’in hak ettiği ücretlerini ödemez, aile sıkıntılı günler yaşar. Tüm bu olumsuz koşullara rağmen Zeki Bey, işini yarıda bırakmayarak tamamlar.
Meral Çelen beşinci sınıf öğrencisidir. Kasabada bulunan iki ilkokuldan evlerine yakın olanına gider. Anılarında, Taşköprü’de kurulan panayırı, panayırda ise havaya yükselen biryan kebabının kokusunu unutamadığından söz eder.
Annesi, babasına öğretmenliğe dönmesi için baskılar yapar. Öğretmenliğin maaşı azdır ama hiç olmazsa ay sonunda ellerine ne kadar para geçeceğini bileceklerdir. Ayrıca her yıl oradan oraya taşınmaları olmayacaktır. Babası öğretmenlik maaşıyla geçinmenin zor olduğunu söyler, yine de bir dilekçe yazarak gönderir. Kısa bir süre sonra babası Kastamonu’ya on kilometre uzakta olan Göl Köy Enstitüsü’ne atanır. Zeki Bey beklemeksizin Göl’e gider, işlemlerini yaptırır. Zeki Bey’in getirdiği habere göre Enstitü içinde boş lojman yoktur. Enstitüye aşağı yukarı iki kilometre uzakta olan köyde ise kimse öğretmene ev vermek istemez. Ama babası Zeki Bey, Gedikli Annenin evini kiralamayı başarır.
zekAile, eşyalarıyla birlikte Göl köyüne gelir. Meral Çelen’in ilk gördüğü iki kanatlı büyük bir kapı ve üstünde ince uzun ama büyük bir ele benzeyen tokmağıdır. Eşyalar indirilir, gün akşama kavuşur. Temizliğin ertesi gün yapılmasına karar verilerek denkler açılır. Gaz lambası yakılır. Anılarında; “Tanıdığım kadınların en harikası olan, doksan yaşını aşmış Gedikli Anne kalaylı bakır tepsi içinde bize yemek getirdi.” diye söz ettiği ev sahibesi akşam yemeğini getirir. Bu sunumuyla yetinmez Gedikli Anne. Ailenin eksiğini gediğini kapatmak için de evinin köşe bucağını karıştırır. İnsanları utandırmadan, üstelik kendi mutluluğuymuş gibi yardımcı olan bilgeliğiyle.
Gedikli Anne yalnız yeni gelen kiracılarıyla değil bütün köylüsüyle paylaşır her şeyini. Bütün mahalle içme suyunu onun kuyusundan sağlar. Bahçe kapısının üstünde mandalı açan bir ip vardır. İpi çeken, kovasını kapan kuyudan su almaya gelir, bahçesinde dolaşır, istediği meyveyi koparır, yer gider. Aslında şaşılacak bir şeydir bu yapılanlar. Çünkü herkesin bahçesi ve meyve ağaçları vardır. Yine de Gedikli Anne ağzını açıp tek söz söylemez bu gelenlere.
Meral Çelen, Gedikli Anne’yi çok sever, sık sık yanında bulunur, oturur söyleşirler. Yine böylesi bir gün Gedikli Anne’yle hayatta otururlarken ilginç bir olaya tanık olur ve anılarına şöyle nakleder: “Bir gün Gedikli Anne’yle hayatta oturuyorduk. Aşağıdan “tak tak” kapı vuruldu. Bu tokmak değildi de, biri sopayla kapıya vuruyordu sanki.”
Gedikli Anne, o zor duyulur sesiyle,
-Kim o? dedi.
-Sen misin Gedik Karısı?
-Bu da yaşlı bir adamın sesiydi.
-Benim Ahmet Ağa. Ne vardı ki?
Gedikli Anne kapıya doğru yürümüştü.
-Davamız var Gedik Karısı? Boş musun? Duydun mu beni?
-Duydum Ahmet Ağa, duydum. Şimdi misafirim var. Sabah erkenden gelsinler. Yoksa beklemez bir dava mı?
-Yo, bekler, bekler.
-İyi öyleyse… Yarın sabah…
-Ne davası Gedik Anne? Diye sordum. Gülümsedi;
-Yarın sabah erkenden burada ol, görürsün!
Ertesi sabahı zor ettim. Sabah erkenden kalktım ve bir hareket görür görmez kendimi üst kata attım, beklemeye başladım. O kadar erken çıkmıştım ki zaman geçmek bilmiyordu. Sonunda saat ona doğru kapı çalındı. Gelenler genç ve temiz giyimli iki köylüydü. İkisi de Gedikli Anne’nin elini öpüp yerdeki mindere diz üstü, yan yana oturdular.
Gedikli Anne,
-Anlatın bakalım ne oldu?
Bir sessizlik oldu. Belli ki kimin konuşacağına karar veremiyorlardı.
-Sen anlat Memet! dedi Gedikli Anne.
Memet olanı anlatmaya başladı. Genç adamın anlattıkları bitince Gedikli Anne,
-Söyleyeceklerin bitti mi? dedi.
-Bitti, Gedikli Anne.
-Peki, şimdi sen anlat.
Gedikli Anne’nin sesi de ifadesizdi. Bundan herhalde “İkinizden birinin yanını tutmuyorum.” anlamı çıkıyordu. İkinci adamda olup biteni anlattı.
-Hepsi bu kadar mı? dedi Gedikli Anne.
-Evet, Gedikli Anne.
Gedikli Anne, aynı konumda bir süre düşündü. İki adam da başları yere eğik, elleri dizlerinin üstünde, hiç kıpırtısız oturuyorlardı. Sonunda Gedikli Anne, tane tane, yavaş yavaş kararı bildirdi. Verilen bu karara itiraz eden olmadı.
Böyle yargılamalara birkaç kez daha tanık olur Meral Çelen. Altı yıl kaldıkları bu köyde bir tek adam öldürme vakası olur. O da Kastamonu Ağır Ceza Mahkemesi’ne gider. Onun dışındaki bütün davalara Gedikli Anne bakmıştır.
Meral Çelen’in sevdiği kadınlardan biri de Hafız Anne’dir. Sık sık ziyaretlerine gelir. Genellikle geceleri de onlar Hafız Anne’yi ziyarete giderler. Hafız Anne o zamanlar yetmiş yaşlarında olmalı. Yani Gedikli Anne’den en az yirmi yaş küçük ve köyde çok sayılan ikinci kadındır. Hali vakti yerindedir, eli açıktır.
Hafız Anne tam bir masal anasıdır. Altı yıl kaldıkları o köyde her gece masal anlatır. Anlattığı masalların biri ötekine benzemez.
Köy, bu iki yaşlı kadını sever, aynen Meral Çelen gibi. Gedikli Anne’nin ağırlığı ortada görülür ama Hafız Anne de köyün “ana”sı olur. Mevlitleri o okur, herkesi okur üfler, bebekleri o doğurtur ve tüm bunlar için para almaz.
Anılarını yazdığı eserinin önsözünde Meral Çelen tanıdığı bu iki kadın için şöyle der: “Anılarımı yazmaya karar verdiğim zaman, beni en çok mutlu eden şey, Gedikli Anne’ye, Hafız Anne’ye ve Göl köylülere minnet borcumu ödeyebileceğim duygusuydu. Onlar hâlâ Anadolu’da yaşayan “Karıbey”lerin en önemli temsilcileriydiler. Onlar yalnız benim için değil, Göl köyü içinde çok önemliydiler. Onların ikisini de tanımak benim için büyük şanstır. Bana, bazen nereli olduğum sorulur. İlle de bir yerli olmam gerekiyorsa, ben kendimi, Kastamonu Göl köylü sayıyorum.”
Okul Yılları
Meral Çelen o yıllar (1946) Kastamonu’da iki ortaokul bulunduğundan söz eder. Bu okullar Kız Ortaokulu ve Erkek Ortaokulu’dur. Annesi, okumamakta direnen kızını Kız Ortaokulu’na zorla yazdırır. Göl Köy Enstitüsü’nün otobüsü her sabah Kastamonu’ya iner. Bütün öğretmen çocukları, şehir ilkokullarında öğretmenlik yapan öğretmen eşleri, işi olanlar o otobüse yetişirler. Otobüs on kilometrelik yolu ancak yarım saatte alır, akşama kadar şehirde kalır. Sonra hepsini alarak yeniden enstitüye döner. Göl’ün bitişiğinde Fidanlık vardır. Lojmanda oturan Fidanlık Müdürü’nün kızı da gelir, öğretmen çocuklarına katılır. Göl Köy Enstitüsü’nden ortaokula ve liseye giden altı kız olurlar.
Meral Çelen, gittiği Kız Ortaokulu’nun Baş Muavini Mefkûre İnal’dan bahsederken her öğrencinin Mefkûre Hanımdan korktuğunu belirtir. Mefkûre Hanımın her sabah okul girişinde kapıda durduğunu “Burası düğün salonu mu? Okul mu?” diye seslendiğini işittiklerini yazar. Türkçe Öğretmeni Ziya Termen çok hoş, çok iyi bir öğretmendir. İlk yazma deneyimini ona borçludur. Müzik Öğretmenleri ufak tefek, saçı başı dağınık, pasaklı bir kadındır ama sesi çok güzel, çok iyi bir öğretmendir. Öğretmenini sever. Resim Öğretmeni Pakize Hanımı da sever, ancak resim derslerini bir türlü beceremez.
Enstitü otobüsü, Osman İlhan Eczanesi’nin bitişiğindeki boş arsada durur, gelenler gidecekleri yerlere buradan dağılırlar. Kız Ortaokulu merkeze uzak, yokuş yukarıdır. Üstelik okul yolu üzerinde haftanın bir günü pazar kurulur. Dere kıyısında olan Kastamonu Lisesi’ne gideceği günlerin hayalini kurar. Kız Ortaokulu eski bir konaktan bozularak yapılmıştır. Üç sınıfı, öğretmenler odası, müdür odası ve muavinlerinin oturduğu oda vardır. Beden Eğitimi derslerini Kastamonu Lisesi’nde yaparlar.
En küçük kardeşinin doğduğu yıl enstitü öğrencilerinin yaptığı lojman biter. Aile lojmana taşınır. Artık elektrikleri vardır ama belli saatlerde yanan elektrik gece onda söner. Bu vakit, öğrencilerin etütlerini bitirip yatakhaneye geldikleri az zaman sonrasıdır.
Enstitü lojmanına taşınmak Meral Çelen’e yeni bir ufuk açar. Kütüphane yanı başındadır. Hafta da bir uğrar, en az on kitap yüklenerek eve gelir. Böylece Milli Eğitim Bakanlığı’nın çıkardığı klasiklerle tanışma olanağına erişir. Kitaplar okunurken Göl Köy Enstitüsü üzerindeki gözlemleri de artar, çeşit çeşit bilgilere ulaşır. Bu bilgiler zihin dağarcığından tane tane şöyle dökülüverir;
‘’Enstitüde genel kültür derslerinin dışında meslek dersleri de vardı. Demircilik, marangozluk, inşaat, elektrik, ziraat, arıcılık. Kızlar ve oğlanlar köylerinden çok yoksul giysilerle gelirler, enstitüde hemen düzene girerlerdi. Kız öğrenciler dikiş atölyelerinde forma, gömlek ve giysiler dikerlerken, erkek öğrenciler bina kurarlar, çift sürerler, ekin ekerlerdi. Öğrenciler mezun olduklarında kızlara dikiş makinası, erkeklere pulluk verilirdi.
Bütün öğrencilerin elinde birer mandolin vardı. Sabah kahvaltısından sonra sınıflara girmeden önce, kızlı oğlanlı bütün sınıf bir çember olarak dizilir, içlerinden biri ortaya geçer, kendi yöresinin halk oyununu öğretir, bu sırayla değişirdi. Bu faaliyet, başlarında öğretmen olmadan keyifle ve disiplinle yapılırdı. Bu köy çocukları yalnız ders ve meslek dersleri görmez aynı zamanda müzik ve resimle de uğraşırlar, ders dışı zamanlarda müzik ve resim atölyelerinde çalışmak isteyenler için kapılar açıktı. Enstitüde “Küçük Müzikçi” diye adlandırılan Veysel Arseven beste çalışmaları yapar, büyük müzikçi Şeref Çayıroğlu ise bir orkestra şefi gibiydi. Her yıl Kastamonu Lisesi’nin salonunda verilen konserde büyük alkış toplarlardı.’’
Meral Çelen, ortaokulu bitirdiği yıl enstitüye bitişik fidanlığa yeni bir müdür gelmiştir. Müdürün Meral Çelen yaşlarında bir kızı, bir oğlu ve ilkokula giden bir kızları olduğunu duyarlar. Yaşıtı olan Günay sonraları Barolar Birliği Başkanı olan Faruk Erem’le evlenir. Küçük kız kardeşi Tuncay da ünlü ressam olur; Tuncay Betil. Meral Çelen küçük kardeşini kucağına alır fidanlığa gider. Oraya sık sık davulcu Karayılan’ın geldiğini görür. Karayılan, ufak tefek, çok esmer, zayıf bir adamdır. Dıştan bakıldığında hiçbir özelliği yokmuş gibi görülür. Davul çalmaya başladığında devleşir, büyür. Meral Çelen onun gibi davul çalanını görmemiştir. Ona eşlik eden zurnacısı da bir o kadar ustadır. Karayılan’ı dinleyebildiği için kendisini şanslı sayar.
Meral Çelen, Kız Ortaokulu üçüncü sınıf öğrencisidir. Devamsızlığı olmayan ilgili bir öğrencidir. Müdür baş muavini Mefkûre Hanım kendisine ilişmez. Sosyal Bilgiler dersine tek düze anlatımıyla Hafız Fitnat Hanım girer. Almanca dersine de Süleyman Bey. Beden Eğitimi dersine özel ilgisi vardır. Bu yüzden Melek Hanım’la ilişkileri gayet güzeldir. Ders yılı ağır ağır akarken bir söylenti çıkar. Kız Ortaokulu ile Erkek Ortaokulu birleşecek diye. (1948-1949) Okul bir anda ağlama duvarına döner. Çünkü kızlarını erkeklerle birlikte okutmak istemeyen velilerin çoğu onları okuldan alma hazırlığı içindedir. Ortaokul son sınıfa kadar gelen bu kızlar hiç olmazsa ortaokul mezunu olmak isterler. Lise karma olduğundan zaten çok az kız gidebilmektedir. Söylentiler doğru çıkar. Kız Ortaokulu ile Erkek Ortaokulu birleşir. Bu hengâme içerisinde dönem sonu gelir, ikmale kalmıştır. O yıllar da ortaokulu bitirmek için “eleme” denilen sınavlara girmek gerekmektedir. (Lise son sınıflarda bitirme sınavına “bakalorya” denirdi) Eleme sınavlarına girebilmenin şartı da doğrudan sınıfı geçebilmektir. Babası karnesine bakar. “Hiç aldırma kızım” der, “seneye tekrar edersin.” Sınavlara girmez ve sınıf tekrarına kalır. İkinci yıl bu yönetmelik kaldırılır. İkmale kalanlarda eleme sınavlarına girebilirler.
Ortaokul üçüncü sınıfında Kastamonu Lisesi’ne yeni müdür gelir. Ragıp Kural. Yeni gelen bu müdür, okuldaki yumuşak disiplini anlamamış, bir sürü yeni uygulamalara girişmiştir. Bu nedenle lisenin gelenekleriyle ters düşer. Kastamonu Lisesi’nin kendine özgü havası, iklimi vardır. Bu iklime uyum sağlayamayan idareciler, genç öğretmenler hemen liseden ayrılırlar.
Meral Çelen, öğrenci arkadaşlarından Edebiyat Öğretmeni Ali Tümtürk hakkında övgüler duyar. Ali Bey’den izin alarak derslerine katılır, dinleyici olur. Edebiyata olan ilgisi ve sevgisi artar. Başarılı bir dönem geçirir, sınıfını doğrudan geçer, eleme sınavlarını verir, mezun olur. Uzun yıllar düşünü kurduğu Kastamonu Lisesi’nin öğrencisi olur. Gider, gelir. Kimi okul çıkışlarında otobüslerinin yakınında olan Osman İlhan Eczanesi’ne uğrar. Osman Bey yaşlıdır. Eczaneyi oğlu Vecdi İlhan çekip çevirir. Kız Ortaokulu’ndan arkadaşı Nuran burada çalışmaktadır. Onu görür. Bu arada Osman Bey’in kendisi gibi yaşlı dostları da gelir. Onları çok sever sohbetlerine bayılır. Bu yaşlı dostlardan biri de “Mücadele” (1949) gazetesini çıkaran Sabri Yılmazer’dir. Ona şiirler yazdığını söyler ve şiirleri Mücadele Gazetesinde yayınlanmaya başlar. Zihninde sınıf arkadaşlarından birkaç isim ve öğretmenlerinden kırık dökük anıları kalmıştır. İsmail Dikmenli ve Ziya Keskin anımsadığı sınıf arkadaşlarıdır. Edebiyat derslerine Şair Mehmet Deligönül girer. Deligönül, Yazar Nezihe Meriç’in üniversiteden sınıf arkadaşıdır. Coğrafya Öğretmeni ve Baş Muavin Necati Bey’dir. Necati Beyin kulakları sağırdır. Öğrenciler “Sağır Necati” derler. Sözlüye kaldırdığı çocuklara kopya verilmesin diye oturanların dudaklarının kıpırdayıp kıpırdamadığına bakar. Meral Çelen, Biyoloji Öğretmenini de çok sever. Öğretmeni biraz ukaladır ama çok iyi bir öğretmendir. İlgi duymadığı tek ders Askerlik Bilgisi’dir.
Kastamonu Lisesi’nde belki bu sınıflar yetmediği için olacak farklı bir yöntem uygulanır. Her öğretmenin kendi sınıfı vardır. Öğrenciler bir dersten çıkıp başka bir ders için başka bir sınıfa gider. Fransızca Öğretmenleri kısa boylu, tıknaz, biraz topuklu pabuç giyen çok iyi adamdır. Öğrencileri ona “Pehlivan!” derler. Sınıf Öğretmenleri boya kutusu Ferhan Hanım’dır. Abartılı boya kullanır. Bir süre sonra Okul Müdürü Mümtaz Talat Yaman’ın tayini çıkar, okuldan ayrılır. Yeni müdür Esat Onatkut olur. Okula yeni gelen bir çift daha vardır. Edebiyat Öğretmeni olan bu çift Aysel Mutluay’la Rauf Mutluay’dır. İkinci dönem Edebiyat Öğretmenleri değişir. Yeni Öğretmenleri Aysel Mutluay’dır. Aysel Hanım her zaman örnek aldığı bir kişiliktir. Sınıfa farklı kaynakçalar getirir. Bu kaynakçalardan Türk Dili Dergisini ilk onun ellerinde görür.
Her Çarşamba öğleden sonraları lisede kültür yarışmaları düzenlenir. Şiir okuma, şiir yazma, kompozisyon, bir konu üstüne münazaralar. Bu günlerde okul bir bayram yeri gibidir. Devam zorunluluğu olmamasına rağmen salon dolar taşar. Nadiren de olsa faaliyetlerin yapılmadığı zamanlar da olur. O zamanı da sinemaya giderek değerlendirirler. Kimya Öğretmenleri Orhan Domaniç’tir. Orhan Bey oldukça uzun boylu, yeşil gözlü, siyah saçlıdır. Öyle bir kimya anlatır ki, Meral Çelen neredeyse karar verdiği Edebiyat öğretmenliğinden vazgeçip kimyacı olacaktır.
Kastamonu Lisesi’nin bir geleneği daha vardır. Hep çok mezun verir. Mezun olanlar gittikleri üniversitelerde çok başarılı olurlar. Bu okulda disiplin kuruluna da pek görev düşmez. Sınıflarından Disiplin Kuruluna verilen hiç arkadaşını görmemiştir. Daha sonra devam ettiği Zonguldak ve Çorum Liseleri’nde ne Kastamonu Lisesi’nin havasını ne de öğretmenlerini bulamamıştır. Peki, bu nasıl olur? Bu kadar iyi ve anlayışlı öğretmen nasıl oluyordu da bir araya geliyordu ve diğer liselerde neden olmuyordu?
Okulun unutulmaz şahsiyetlerinden birisi de Murat Çavuş’tur. Pala bıyıklı bu Arnavut, giriş ve çıkış kapısı olan o tek kapıda, camlı bölmede oturur. Önünde bir de telefonu vardır, gerektiğinde kullanır. Öğrencilerin çekindiği Murat Çavuş, Kastamonu Lisesi’nin ikinci müdürü sayılır. Günler bir kibrit şûlesi gibi akar gider. Yakın gelecekte 19 Mayıs Bayramı vardır. 19 Mayıs provaları şehir stadyumunda yapılır. Kastamonu Lisesi’nden başka Kız Sanat Okulu ve Erkek Sanat Okulları da vardır. Ellerinde çemberlerle bu provalar günlerce sürer. Amaç güzel ve hatasız bir programı gerçekleştirmektir. 19 Mayıs Gençlik ve Spor Bayramı’ndan kısa bir süre sonra dönem biter. Meral Çelen sınıfını doğrudan geçer. (04.09.1952) Babasının tayininin Zonguldak Erkek Sanat Enstitüsü’ne çıkması (06.08.1952) nedeniyle Zonguldak Lisesi’ne nakil olur. Bir yıl sonra da Çorum’a geçerler. Meral Çelen, Çorum Lisesi’nden mezun olur.
Çorum Lisesi’nden mezun olduğunda yolu İstanbul’a uzanır. Hem bir iş bulacak hem de üniversite okuyacaktır. İş görüşmesi için gittiği Akbaba Dergisi İdarehanesinde Yazar Yusuf Ziya Ortaç’ı beklemektedir. Bekleme salonunda o zamanlar isimlerini bilmediği Yazar Selami Münir Yurdatap ve karikatüristlerden Yalçın Çetin, Nehar Tüblek, Tonguç Yaşar vardır. Az sonra kapı çalınır. İçeriye elinde çantasıyla kısa boylu bir adam girer. Bu adam tepeden tırnağa Meral Çelen’i gözden geçirir. Konuğun kendisini tanıtmasına fırsat vermeden, ellerini uzatır,
-Hoş geldiniz der, ben Aziz Nesin. Bu tanışma, hayat yolunda Aziz Nesin’le yapacağı (iki) evlilikle sonuçlanan bir uzun yürüyüşün başlangıcı olur.
HAZIRLAYAN