Sana dar gelmeyecek makberi kimler kazsın,
“Gömelim gel seni târihe” desem, sığmazsın.
Mart ayında iki gün var ki birbiriyle çok bağlantılıdır. Birincisi, 18 Mart 1915 Çanakkale Zaferi. İkincisi, İstiklâl Marşımızın 12 Mart 1921’de TBMM’de kabul edilmesi. Bu iki konunun arasına, Çanakkale Şehitleri olarak bildiğimiz şiiri de koymak gerekir.
Mehmet Âkif’in başka eserleri olmasa bile bu iki şiir her şeye bedeldir. O günkü ortamda böyle heyecan dolu şiirleri ancak o yazabilirdi.
Millî heyecanı yansıtan şiirleri yazmak kolay değildir. Şiir tekniğini çok iyi bilebilirsinizama olayları yaşamadan, hissetmeden yazamazsınız. Heyecan, çok farklı bir duygudur, anlatılamaz, ancak yaşanır. Hem millî, hem mânevî anlamda coşan bir güç, insanı farklı bir dünyaya doğru çeker, götürür.
Bu yıl İstiklâl Marşımızın kabul edilişinin 100. Yılı. Aynı zamanda Mehmet Âkif Yılı. Mehmet Âkif’in nesli, imparatorluğun çöküşüne tanıklık etmiş; içteki ve dıştaki şer odaklarının hıyânetlerini görmüştür. Yabancı güçlerin saldırısını anlamak mümkündür ama içeridekilerin düşmanla işbirliğini ve yıkıcı eylemlerini sineye çekmek zordur.
1918’de Mondros Anlaşması imzalandığında her taraf parsellenmiş; vatan diye Ankara ve çevresinde birkaç vilâyet bırakılmıştı. Ordu terhis edilmiş, savaşacak asker kalmamıştı. Para, silâh ve cephane yoktu. En önemlisi, Balkan ve I. Dünya savaşları insan gücümüzü tüketmişti. İşgaller karşısında neler yapılabilirdi?
Özellikle İstanbul’da yaşayan, kendini aydın sanan bazı kişiler, savaşmak yerine Amerikan veya İngiliz mandasını kabul etmek düşüncesindeydi.Buna karşılık gençler ve onlara yol gösteren aydınlar, düşmana karşı mücâdele edilmesini istiyordu.Bu noktadan bakıldığında 15 Mayıs ülkemizin kaderi açısından çok önemlidir. Mustafa Kemal Paşa, İstanbul’dan Samsun’a hareket ederken, Yunanlılar da İzmir’i işgal etmişti. İzmir’in işgali, bu olayın Ege illerimizde devam edeceğini açıkça gösteriyordu.
MillîMücâdele başlayınca, İstanbul’dan ayrılıp harekâta katılan bazı vatansever aydınlar vardı. Mehmet Âkif bunlardan sadece biridir. O günlerde Anadolu’da insanlar üç gruba ayrılmıştı. İstanbul hükûmeti yanlıları, Kuvâ-yı Milliye taraftarları ve arada kalıp bekleyelim, görelim diyenler.Mâneviyâtı kuvvetlendirmek, insanlarımücâdeleye inandırmak gerekiyordu. Ancak bu iknâ konusu sanıldığı kadar kolay değildi. Halkıngüveneceği, inanacağı önder kişilere ihtiyaç vardı. Diğer taraftan, bazı yerlerde dış destekli isyanlar da çıkıyordu.
Böyle durumlarda saygın din adamlarının önderliğine ihtiyaç duyulur. Bütün illerde din adamları görevlerini gereği gibi yapmışlardır. Söz gelimi Kastamonu’da Şeyh Ziyaettin Efendi’nin hizmetleri her türlü takdirin üstündedir. 16 Eylül 1919 günü, Kastamonu’nun Kuvâ-yı Milliye ile birleşmesinden sonra Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti’nin başkanlığını üstlenmiştir.
MillîMücâdele döneminde Anadolu’ya geçerek Kuvâ-yı Milliye hareketine destek olan en önemli kişilerin başında Mehmet Âkif gelir. Kastamonu, Balıkesir, Konya ve Ankara’daki çalışmalarıçok önemlidir. Câmilerde verdiği vaazlarla halkı aydınlatmış, kuşkuları gidermiştir. Zor günlerde, önder kişiler, toplum üzerinde etkili olmuştur. Bu konuda Denizli, Amasya, Erzurum müftüleriyle Rifat Börekçi Hoca’nın adları öne çıkar.Hele Dürrizâde’ninfetvâsından sonra Anadolu’daki din adamlarının karşı fetvâsı çok önemlidir. Kastamonu’da müftüler ve saygın ulemâdan 19 kişinin bu fetvâya imza koyduklarını belirtelim.
Ankara ve çevresinin dış dünya ile bağlantısı ancak Kastamonu ve İnebolu üzerinden yapılabiliyordu. Bunu dikkate alan Mustafa Kemal Paşa, şehrinKuvâ-yıMilliye’nin yanında olmasını istemiştir. Halkı aydınlatmak amacıyla Mehmet Âkif 19 Ekim 1920 günü Kastamonu’ya gelmiştir. Başyazarı olduğu Sebilürreşat dergisi de buraya taşınmış, üç sayısı(464-466) Kastamonu’da basılmıştır.
Mehmet Âkif’in, özellikle 19 Kasım 1920 günü NasrullahCâmii’ndeki konuşması dinî ve siyasî açıdan çok önemlidir. İslâm dünyasının içinde bulunduğu durumu, İngilizlerin faaliyetlerini çok güzel anlatmıştır.Sebilürreşatdergisinin 464.sayısında,NasrullahKürsüsü’nde başlığı ile yayımlankonuşması,o kadar geniş bir sahada yankılanmıştır ki, Diyarbakır’dan ses getirmiştir. Kolordu komutanı Nihat Paşa, konuşmayı yeniden bastırmış, Malatya’dan Van’a kadar uzayan geniş bölge içinde dağıtımını sağlamıştır.
Diğer konuşmaların başlıkları da şu şekildedir: Müslümanların Terakkileri İslâma Sarılmalarına Bağlıdır, Tam Müslüman Olmadıkça Felâh Yoktur, Ye’se Düşenler Müslüman Değildir.İslâmı çok kolay şekilde kavramak için Mehmet Âkif’in bu konuşmalarını okumak yeterlidir. Ona göre Müslümanlık ahlâka, bilime ve çalışmaya dayanan Kur’an Müslümanlığıdır. Bu konuda hepimizin düşünmesi ve kendimizi sorgulamamız gerekir. Mehmet Âkif ve din üzerineyazı yazıp konuşanlar, onun kişiliğini de iyi tanımalı.Ahlâk, bilim, çalışma üçlüsünü veya bunlardan birini geri plânda tutan bir anlayışın İslâmla bağdaşır bir tarafı asla yoktur.
Mehmet Âkif 24 Aralık 1920 günü Kastamonu’dan ayrılmış, Ankara’ya yerleşmiştir. Kastamonu’da bulunduğu süre içinde zamanının bir bölümünü Açıksöz idarehanesinde geçirmiş, sohbetlere katılmış. Bazı şiirleri de Açıksöz’de yayımlanmış.
İstiklâl Marşımız Ankara’da yazılmış; 17 Şubat 1921 tarihli Sebilürreşat dergisi ile 21 Şubat 1921 günkü Açıksöz gazetesinde neşredilmiştir. Millî Marşımızın, Ankara dışında ilk kez yayımlanma şerefi Açıksöz’e aittir. Bu husus, Mehmet Âkif’in nazarında Açıksöz gazetesinin ne kadar değerli olduğunu gösterir.
Mehmet Âkif’inen çok sevilen şiirlerinden birisi Çanakkale şehitleri için yazdığı uzun manzumedir. Şiirin bir bölümü,okul kitaplarında Çanakkale Şehitlerine adıyla yer alır.
Diğer bir şiir de Bülbül manzûmesidir. Istıraplar karşısında inleyen bir şiir özelliğine sahiptir ve Bursa’nın işgali üzerine yazmıştır. Ölçülü şiirlerde âhenk, vezin ve kafiye ile sağlanır. Mısra sonlarındaki kafiyelerin dışında bir de iç kafiye vardır. Kelimelerde kullanılan seslerle yapılan bir kafiye şeklidir ki buna aliterasyon denir. Bülbül şiirinde geçen “Eşin var, âşiyânın var, bahârınvar, ki beklerdin/ Kıyâmetler koparmak neydi ey bülbül, nedir derdin/O zümrüt tahta kondun, bir semâvî saltanat kurdun/ Cihânın yurdu hep çiğnense, çiğnenmez senin yurdun”mısrâlarındaki sözcüklerde geçen (n) sesine yapılan vurgu, iç kafiye özelliği taşır ve bu ses şiiri âdetâ inletir. Seçtiği vezin(mefâilün) biledizelerdeki sese uygundur
Şehitlerimizi, aramızdan ayrılan gazilerimizi ve Mehmet Âkif’i rahmetle anıyorum.mekânları Cennet olsun.
MUSTAFA ESKİ