1. Dünya Savaşı, iki emperyalist blok arasındaki anlaşmazlıkların sulh masasında çözülememesi yüzünden çıkmıştı. Kutuplaşmanın temelinde daha fazla sömürge, daha fazla hammadde, daha fazla pazar çekişmesi yatıyordu. Bu nedenle 1. Dünya Savaşının 1. Paylaşım Savaşı olarak adlandırılması bir gerçeğin ifadesidir.
İngiltere-Fransa-Çarlık Rusya’sı (Antant – İtilaf) bloğu ile Almanya- Avusturya-Macaristan’ın başını çektiği karşı blok arasındaki gerilimde Osmanlı Devleti ilk başta tarafsız kalmayı düşünür.İngiltere’nin başını çektiği İtilaf bloğu, Osmanĺı devletine son vermek, coğrafyasını paylaşmak konusunda anlaşmıştır. Rusya, İstanbul ve Türk Boğazları, Karadeniz’de egemenlik vaatleri karşılığında blokta yerini alacaktır. Sonuç olarak, batının, ŞARK (Doğu) SORUNU olarak adlandırdığı, “HASTA ADAM” olarak tanımladığı Osmanlının fişi çekilecek, mirası paylaşacak ve böylece Doğu Sorunu çözülmüş olacaktır!
Osmanlı (İttihatçı iktidar) başında dolaşan kara bulutların, ölümüyle leşe konmak için bekleyen emperyal akbabaların farkındadır. Fransa, Birleşik Krallık ve Rusya ile yapılan temaslardan bir sonuç çıkmayacaktır. Osmanlı hükümeti, iki blokla yaptıkları görüşmelerde umduğunu bulamayınca patlayacak büyük savaşta tarafsız kalmanın olanaksızlığını, tarafsız kalsa bile bunun kendisine bir avantaj sağlamayacağını çünkü savaşın büyük ödülünün kendi coğrafyası olduğunu, kaleminin çoktan kırıldığını anlamıştır.
Yukarıda kısaca değinildiği üzere, olması gerekenler olacak, yaşanması gerekenler yaşanacak, velhasıl akacak kan başta durmayacaktır. Saydığımız nedenlerden ötürü, Osmanlının, Almanya’nın başını çektiği blokta yer alması keyfi bir tercih değil, içinde bulunduğu şartların zorunlu sonucudur.
Dört yıllık büyük savaş, Osmanlı’nın dahil olduğu bloğun yenilgisiyle sona erer. 30 Ekim 1918’de, İngiltere’yi temsilen Amiral Caltrope, Osmanlıyı temsilen Rauf Bey’in ( Orbay ) başını çektiği heyetler arasında Mondros Mütarekesi imzalanır. Limni adasının Mondros Limanında demirli İngiliz zırhlısı Agamemnon‘da imzalanan silah bırakışması metnindeki hükümler, ileride önümüze konacak Sevr Antlaşması’nın önsözü olarak tanımlanır. Bu doğru bir tanımlamadır.
Uluslararası ilişkilerde kullanılan mekanlar, nesneler, terimler, simgeler üzerinden muhataba verilmek istenen mesajları anında algılamak ve ulusal onuru koruyacak uygun cevabı vermek hem feraset hem birikim hem de milli duyarlılık ister. Mondros Mütarekesi’nin Türk tarafı ne yazık ki bu feraset ve algılamanın çok uzağındadır.
Agamemnon, yaklaşık 3 bin yıl önce, Troya’yı (siz bunu Anadolu olarak okuyun) fethe gelen işgalci Yunan birleşik ordusunun başkomutanıdır. Türk heyetini Agamemnon zırhlısında masaya oturmakla verilmek istenen mesaj açıktır: Biz (batı) 3 bin yıl sonra yine Anadolu’yu fethetmeye geldik!
Feraset yoksunluğu yalnız Türk heyetinde değildir. Anadolu’nun tamamının işgaline yol veren (7.madde) ağır mütareke şartlarına rağmen, Mondros Silah Bırakışması anısına devrin hükümeti tarafından pul bastırılması, aymazlığın derecesini göstermektedir!
Paylaşım savaşı galiplerince Türklere dayatılan tek seçenek teslimiyet ve yok oluştur. Savaşın 4 yıl uzamasına, maliyetin olağanüstü artmasına neden olan Türklere en ufak hoşgörü ve merhamet gösterilmeyecek, yurtlarına el konacak, özgürlükleri ellerinden alınacaktır. Sultan Vahidettin’e (şimdilik) dokunulmayacak, işgalcilerin vesayetinde, kukla bir halife sultanın, halka itaat telkin eden dini ve örfi nüfuzundan yararlanılacaktır.
10 Ağustos 1920’de Saray ve çevresinin kabul ettiği Sevr Antlaşması, Türkler için yok oluş ve ölüm anlamına gelmektedir. Sevr’in maddelerine bakıldığında, galiplerin, yurtlarını ellerinden alacakları Türklerin, sömürge halkı olarak yaşamasına bile tahammüllerinin olmadığı anlaşılmaktadır. İlk aşamada Orta Anadolu’dan Karadeniz’e çıkışı olan birkaç il dışında ülkenin geri kalanı aralarında pay edilmektedir. Bir lütuf gibi Türklere bırakılan yerlerin de yakın gelecekte işgali Sevr’in ilgili maddeleri ile hüküm altına alınmıştır.
Doğu’da çok geniş bir alanda Ermenistan kurulmakta, ileride bağımsızlığa dönüşebilecek otonom Kürt bölgesi oluşturulmakta, Türk Boğazlarının (Çanakkale – Marmara – İstanbul ) denetimi Türklerin elinden alınmakta, ağır silahlardan ve deniz gücünden yoksun,sembolik bir jandarma gücüne izin verilmekte, yabancı subay kotaları oluşturulmakta, mali bağımsızlık-bütçe yapma yetkisi tümüyle ortadan kaldırılmaktadır.
İntihar belgesi Sevr’i imzalatan işgalciler paylaşım için kolları sıvamışken, Anadolu’da başlayan Kutsal İsyan, her şeyi alt üst edecektir. 19 Mayıs 1919-9 Eylül 1922 arası verilen Kurtuluş Savaşı, emperyalizmin tetikçisi olarak Anadolu’ya çıkarılan Yunan Ordusunun ağır yenilgisiyle sonuçlanır. Mondros’un rövanşını alan Mudanya Ateşkesi ( 11 Ekim 1922 ) ile Lozan’ın yolu açılacaktır. Türkler Kurtuluş Savaşı zaferi ile Sevr’i gündemden düşürmüş, Lozan’da kurulan barış konferansında masanın eşit bir üyesi olarak yerini almıştır.
Emperyalizmin işbirlikçisi ve bölgesel tetikçisi kimi etnisiteler, Sevr’de kendilerine sunulan ödüllerin Lozan’da birer serapa dönüştüğünü göreceklerdir. Türk Milletinin direnci ve Mehmetlerin süngüsü, Anadolu’nun ebedi Türk yurdu olduğunun uluslar arası tescilini sağlamıştır.
Mütareke İstanbul’unun İngiliz kurgulu, İngiliz fonlu üçüzlerinin (Kürdistan Yükselme Cemiyeti, İngiliz Dostları Cemiyeti, İslam Yükselme Cemiyeti) manevi mirasçılarının Lozan’ın 100.yılındaki hareketliliği, Lozan yergileri, Sevr güzellemeleri üzerinde düşünülmelidir. Erbil’de, Diyarbakır’da düzenlenen ve Sevr’i köleliğin değil, özgürlüğün kutsal metni olarak yorumlayan, Sevr çağırma seanslarına dönüşen toplantıların bundan sonra da sürdürüleceği anlaşılmaktadır. Ruh çağırma seansları belki sonuç verebilir ama Sevr çağırma asla! Çünkü, tarihin çöplüğüne atılan Sevr bir daha geri gelmeyecektir. Çok derinlere gömüldü. İnanın gömüldüğü yerden bir daha çıkamaz!
Av. Hüseyin Özbek
TBB Eski Başkan Yardımcısı