İnsanlarının sıcaklığı, misafirperverliği, tarihi, kültürü, Kalesi, Saat Kulesi, Şehri ikiye bölen Karaçomak deresi, hanları, hamamları, meydanları, kanyonları ile ayrı bir sevdadır Kastamonu.
Eski ahşap evlerin, konakların, hanların, hamamların, camilerin ve hatta çeşmelerin günümüze kadar ulaşamamasının sebebi, değerini bilemememizin yanında, Kastamonu’nun geçirdiği büyük yangınlar ve depremlerde birçok eserin kaybolmasına sebep olmuştur.
Kastamonu ile ilgili yazılı kaynaklarda;
1761-1824-1877-1883 yıllarında büyük yangınlar çıkmış evler, camiler, depolar, sıbyan mektepleri, medrese, belediye evi gibi yerler yanmış, yangınların yanında depremlerde şehrin dokusunda büyük hasarlar ve kayıplara sebep olmuş..
Özellikle kagir yapılarda büyük hasarlar oluşmuş, ahşap yapılar ise depremlerde yapısal özellikleri nedeni ile depremleri az hasarla atlatmışlardır.
Birçok medrese, kütüphane, köprü ve çeşmeler hatta camiler günümüze ulaşamadan yok olmuşlar.
Şayet artık elimizde kalan tarihi yapılara gerektiği gibi sahip çıkamazsak, ayakta bile zor duran güzelim konaklara bir yardım eli uzatamazsak, son kalanlarda gözümüzün önünde yok olup gidecek ve bizden sonra gelenlerde bu satırları belki de bizler için yazacaklar.
Bazı binaların sahiplerine ulaşamıyorsunuz vefat etmişler ve/veya varsa vereselerinin çokluğu yüzündenbir araya getirilip onarılamıyor, insanların yapımına maddi olarak gücü yetmediğindenyok olmak üzere olan bu yapılara artık tam anlamı ile sahip çıkmanın vakti gelmiştir.
Bu yapıların hepsi ayrıca Turizm için bir değer.
Eskiler bilememişler belki yokluktan belki darlıktan bu tarihi yerlerin günümüzde bu kadar popülaritesinin olacağını, bu yüzden binaları ayağa kaldırabilmek adına son yıllarda restorasyon çalışmalarında hızlı bir ilerleme var ancak yapılanlar kadar yapılamayanlar o kadar çok ki.
Kastamonu’yu gezmeye başladığınızda birçok yapıda “Yıkılma tehlikesi vardır yaklaşmayınız” levhasını görür, artık ayakta zor durabilen, sanki yorgunluktan dizlerinin bağı çözülmüş gibi yıkılmayı ve yıkıldıktan sonra maalesef arsası otopark olarak kullanılan o güzelim binaları içiniz sızlayarak seyredebilirsiniz.
Odalarında, sofasında, avlusunda, bahçesinde tüm güzel ve acı günlerin yaşanmışlıklarına şahit olan bu mekanları yaşatabilmek için geç olmadan harekete geçmek gerekiyor.
Anayasamızın 63. maddesinde yer alan,
“Devlet, tarih, kültür ve tabiat varlıklarının ve değerlerinin korunmasını sağlar, bu amaçla destekleyici ve teşvik edici tedbirleri alır.
Bu varlıklar ve değerlerden özel mülkiyet konusu olanlara getirilecek
sınırlamalar ve bu nedenle hak sahiplerine yapılacak yardımlar ve tanınacak muafiyetler kanunla düzenlenir.”
Hükmü yer almaktadır.
Devir tarihi eserlerin çalındığı, yok edildiği ve bunlarında kanıksandığı bir devir. Ancak bu devirde de tarihi eserlerine, yapılarına sahip çıkmanın geçmişine sahip çıkmak olduğunu bilenler var.
Geçmişimizi kültürümüzü yansıtan bu evler bir bir elden gidiyor yerlerine ruhsuz ve kimliksiz binalar inşa ediliyor. Tescilli olan binalara bir çivi bile çakamıyorsunuz çünkü yaptırımları ağır, yaptırmak istiyorsunuz önünüzde kaplumbağa hızında bir bürokrasi.
Bizi başka ülkelerden ayıran özelliklerimiz bu değerlerimiz ama elin Avrupalısı tarihi olmayan yeni bir binayı bir meydanı bile allayıp pullayıp tarihi bir mekan olarak tanıtabiliyor.
Restorasyonları biten binaların biran önce Turizm işletmecilerine kiraya verilmesi gerekmektedir, hatta göstermelik bir kira bedeli ile biran önce yaşanan bir mekan haline gelmesi gerekir ki binada yaşasın, boş durdukça yine harap oluyor ve elde edilmesi düşünülen kira gelirinden daha fazla bir bakım gideri ortaya çıkıyor.
Örnek mi? Osmanlı Sarayı, Vakıf Hamamı, Şeyhoğlu Konağı, Çifte Hamam vb. kimin sorumluluğunda olduğu önemli değil,mühim olan sorumluluğunu algılayabilmek.
İlgi ve sevecen bir dokunuş bekleyen, onları anlayan-anlayabilen-anlamayı bilen insanlara ihtiyaçları var.. Bekliyorlar, bekliyoruz.
Yazı ve Fotoğraflar: Bülend Çadırcıoğlu