Bilime ve bilim insanlarına sahip çıkmak toplumlar için çağdaşlık ölçüsüdür. Buna san’atı da ekleyelim. Bilim zihniyetinin hâkim olduğu toplumlar daima ilerlemiş ve günümüze kadar gelmiştir.
Türk tarihinde hükûmdarlar ve beyler bilim insanlarına her zaman değer vermiş, korumuş ve ödüllendirmiştir. Tarihte bunun sayısız örnekleri vardır.Ancak bazı zamanlarda aksi olmuş; o zaman dahalk bilim adamlarına sahip çıkmıştır. Bugün böyle bir örnekten söz etmek istiyorum.
Halil Hayrettin Efendi, Kastamonu’da doğmuş, ilk ilim terbiyesini babasından almış. Öğrenme aşkıyla Bursa’ya gitmiş, Yıldırım Medresesi müderrisi Beşir Efendi’nin öğrencisi olmuş.Oradan Edirne’ye gitmiş, tekrar Bursa’ya dönmüş. En sonundameşhur Molla Yegân’ın öğrencisi olarak eğitim hayatını noktalamış.
Candaroğluİsmail Bey,bilim insanlarına değer veren bir kişi olarak bilinir. Taşköprü’deki Muzaffereddin Medresesi müderrisliği boşalınca, Bursa’da bulunan Molla Yegân’a mektup yazmış ve bir müderris istemiş. Molla Yegân da öğrencileri arasında çok iyi yetişmiş olan Halil Hayrettin Efendi’yi göndermiş.
İstanbul’un fethinden sonra,Fatih Sultan Mehmet, kendi adıyla medrese kurunca yüksek düzeyde bilgi sahibimüderrislereihtiyaçduyuldu. Fatih’in hocası Hayrettin Efendi, kendi hocası Halil Hayrettin Efendi’yi padişaha tavsiye etti. Halil Hayrettin Efendi kendi halinde, mütevazı bir bilim insanıydı; sahn müderrisliği gibi onurlu birteklifi kabul etmedi. Padişah da onu Muzaffereddinmedresesi hocalığından azletti.Parasızlıktan İstanbul’a gidemediğini düşünen Taşköprülüler, kendi aralarında on bin akçe yol parası topladılar,bu parayı da kabul etmedi.
Halil Hayrettin Efendi boşta kaldı, zor duruma düştü. Bunun üzerine Küreliler, bir hey’etle ziyaretine gittiler ve kasabalarına da’vet ettiler. Uzun ısrarlar neticesinde Küre’ye gelmeye razı oldu. Hayatının bu safhasında, câmilerde va’z verdi, ilimle meşgul oldu. Hicrî 839 senesinde öldü,Müderris Mescidi’nin yanına defnedildi. Paraya ve sahn müderrisliği gibi yüksek bir makama değer vermeyen kişiliğini, özgür iradesini takdir etmek gerekir. Bununla beraber Kürelilerin, onu sahiplenmesi de ayrıca takdire şâyândır.
Kastamonu Lisesi tarih öğretmeni İsmail Hakkı Uzunçarşılı, onunla ilgilibir makale yazmış. Yazının dili biraz ağır ama ben özetlemeye çalıştım:
“Halil Hayrettin Efendi merkez-i fuzalâ olan Kastamonu’da tevellüd ve yine Kastamonu’da neşr-i ilim eylemiştir.
Büyük pederi Hacı Safâ, Cengiz Han’ın zuhûru ve Asyâ-yıvustâyı işgal eylediği esnâdaihtiyâr-ı hicret ile Kastamonu’ya gelmiştir. Sâhib-i tercemenin pederi Kasım dahi ulemâdan idi. Kastamonu’da müddet-i hayatınca ders okutmuş ve halkın tenvirine hizmet eylemiştir.
Halil Hayrettin Efendi mebâdî-i ulûmu pederi Mevlâna Kasım ile Kastamonu fuzalâsından tahsil etti. Tevsi-i ma’lûmât için ilim aşkıyla Bursa’ya gitti. O sıralarda Kostantiniyye fethedilmediğinden ona bedel Bursa şehr-i şehri, makarr-ı ulemâ idi. Halil Efendi ibtidâ Bursa’da Yıldırım Medresesi müderrisi Mehmet bin Beşir Efendi’den ders gördü. Ondan yine mecma’-ı fuzalâ olan Edirne’ye giderek meşhur Molla Hüsrev’in birâderindenahz-ı feyz eyledi. Daha sonra kibâr-ı ricâl-i ilmiyyeden Mevlânâ Fahrettin Acemî’den tefsir ve hadîs tahsil etti. Tekrar Bursa’ya avdet etmesini müteakip Sultâniye müderrisi Molla Fenârizâde Yusuf Bâlî Efendi’nin halka-i tedrisine de dâhil oldu.
İlim ve fazilet zevki Halil Efendi’yi kibâr-ı ulemâdan Molla Yegân hazretlerinin dersine de sevk eyledi. Derslerindeki dikkat ve ihâtâ, Hoca Molla Yegân’ın nazar-ı takdirini celb ile mazhar-ı iltifâtı olduğundan rüfekası arasında şöhret ve itibârıtezâyüd etti.
Bu zamanlarda Kastamonu ve Sinop havâlisi Şemsettin Demir Candar, yani İsfendiyar oğulları elinde idi. 847 senesinde imâret makamına culûs etmiş olan İsmail bin İbrahim Bey, hâkim-i İsfendiyar bulunuyordu.İsmail Bey aile içinde ilim ve fazlı, hüsn-i ahlâk ve idâresi ile beraber Hulviyyatnâmındaki fıkha dair yazmış olduğu eseriyle ma’rufhükûmdarlardan olduğundan merkez-i imâret olan Kastamonu aynı zamanda merkez-i ulemâ idi.
İsmail Bey, idaresi altında bulunan Taşköprü kazasındaki Muzaffereddin Medresesi için bir müderrise lüzum gördüğünden Bursa’da Molla Yegân’a bir mektup yazarak münasip birisinin gönderilmesini bildirmiştir. Molla Yegân, talebesi içinde teveccühünü celbe muvaffak olan Halil Hayrettin Efendi’yi münasip gördü ve Kastamonu’ya yolladı.
İsmail Bey, Halil Efendi hakkında hürmet-i fevkalâdede bulundu. Medresenin vazife-i yevmiyesi otuz akçe idi. Bunun az olduğunu takdir eden Emîr, Halil Efendi’ye, kendisine ait Küre (Küre-i nühâs) mahsulünden de ayrıca elli akçe yevmiye ta’yin eyledi.
Halil Efendi hayli müddet Muzaffereddin müderrisliğinde bulunarak birçok talebe yetiştirdi. 864 tarihinde Fâtih Sultan Mehmet Kastamonu’ya gelerek; İsmail Bey ve daha sonra birâderi Kızıl Ahmet Bey, İsfendiyar arâzisinipâdişâha terk etmek mecburiyetinde kaldıklarından bu havâli idare-i Osmâniyâna intikal eyledi. Hoca yalnız müderrislik maâşıyla vazifesine devam etti.
İstanbul’u fetheden Sultan Mehmed-i sânî orada neşr-i ulûm için Sahn Medreseleri nâmıyla o zamanın dârû’l-fünûnuvücûda getirmişti. Sahn medreselerinin fazl u kemâl erbâbından olmaları tabiî idi. Pâdişâhın hocası Hayrettin Efendi, Halil Efendi’nin talebesinden olduğu için Fâtih’e, kendi hocasının mezâyâ ve kıymet-i ilmiyyesindenbahseylediğinden hazret-i pâdişâh, Halil Efendi’yi Sahn Müderrisliği ile pâyitahtada’vet eyledi.
Hoca Halil Efendi kayd ü tekellüften vâreste yaşamayı sever, hubb-i câhameyl etmez, kimseye müdârâ ve tabasbus eylemez, âzâdeserân cümlesinden olduğu için pâdişâhın teklifine icâbet etmek istemeyerek arz-ı mâzeret etti.
Fakat bu adem-i tenezzülden pâdişâhın canı sıkıldı. Hocayı Muzaffereddin müderrisliğinden azl etmek suretiyle intikam aldı.
Halil Efendi’nin medreseden azli çok zarûretinimûcip oldu. Pâdişâhın azilden maksadı, zarûret dolayısıyla mansıb talebi için onu İstanbul’a gelmek mecburiyetinde bırakmak idi. Hoca, bunu haber aldı. Kat’iyyenpâyitahta gitmedi. Taşköprü ahâlisimüşârünileyhin, pâdişahda’vetineicâbet etmediğini zarûret haline ve parasızlığına hamlettiler. Aralarında onbin akçe kadar para toplayarak hocaya yol harçlığı vermek istediler, red etti. İran şâir-i ma’rûfu Hâfız Şirâzî’nin :
“Mââb-ırûy-ı fakr u zaruret nemîberîm
Bâpâdişâh be-gû ki rızkîmukadderest”
beyt-i meşhûrunu hoca düstûr-ı hareket ittihâz etmişti. O, fakr u zarûrete bütün mevcudiyetiyle râzı oluyor, fakat mukayyed yaşamak istemiyordu. Hoca cidden zarûret içinde idi. Böyle fâzıl bir zâta dest-i muâveneti uzatmak ve refâhını değilse bile iâşesininte’minine yardım etmek ilim ve irfânnâmınavecîbeden idi.
İşte Küre ahâlisi bu nükteyi derk etti. Hocaya bir hey’et yollayarak kasabalarına da’vet ettiler. Çok rica ve istirhâmatta bulundular. Hoca bu kadirşinâs kasaba ahâlisininilhâh ve ibrâmına dayanamadı. Da’vetlerineicâbet ile kasabalarına gitti. Bakıyye-i hayâtını Cuma günleri halka va’z ve nasihat ve tetebbuât ile imrâr eyledi. 879 senesine, yani vefat tarihine kadar bu suretle ömürgüzâr oldu. Kadr-dân Küre ahâlisinin hoca merhuma bu suretle göstermiş oldukları muâveneterbâb-ı fazl u kemâle karşı hürmetlerinin bir nümûnesi idi.
Hoca, muhitinde tefsir ve hadis ilimlerinde, maânî ve beyânda meleke ve mümâreseashâbından ve fazilet-i tâmme ile ma’rûffuzalâ-yıulemâdan bulunuyordu. Kuvve-i nutkıyyesi ve hüsn-i takririnden dolayı dersine müdâvemet edenler mütelezziz olurlardı. Kendisinin Küre’de, Müderris Mescidi’nde medfûn olması muhtemeldir.”
MUSTAFA ESKİ