Merhaba dostlar. Dün gece bir konuda araştırma yapmak için internette gezinmek zorunda kaldım. Diyeceksiniz ki zaten hep internette değil miyiz? Evet. Ama özellikle bir şey aramak için gezinmek başka bir şey ve çok üzülerek diyorum ki yerli sitelerimizin yüzde seksenden fazlası ne telif hakkına saygılı ne de doğru bilgiye. Gerçi “intihal” kelimesinin kaybolmak yerine hala gündemde olduğu akademik hayatımızda daha farklı ne olabilirdi hiç bilmiyorum…
Ülkemizin en büyük değerlerinden biri olan Mevlâna ile ilgili bir alıntıya ihtiyacım oldu. Kitaba bakmak yerine internetten hızlıca bulayım dedim. Demez olaydım. Derli toplu birkaç site haricinde karşıma o hani bayramlarda, cumalarda birbirimize hiç okumadan attığımız şablon mesajlar gelmeye başladı önüme. Tamam gelsin. İnsanların özel günlerde birbirlerini hatırlamaları güzel bir şey ama bari söz uydurmasalardı. Baya baya Mevlâna süsü verilmiş bir sürü tuhaf beyitler vardı. Canı sıkılan bir özlü söz türetmiş sonra da şimdi ben bunu kendi adımla koysam kimse paylaşmaz deyip altına yazmış Mevlâna; yazmış Yunus Emre.
Merak ettim ve işi gücü bırakıp bu aforizma sahtekarlığının peşine düştüm. Sadece Mevlâna ya da Yunus da değil. Aklınıza kim gelirse kaynağı belli olmayan aforizması varmış. Nazım Hikmet’ten tutun Nihal Atsız’a… Dünya görüşü, edebi kişiliği fark etmiyor bu aforizma kalpazanlarına azıcık popülerseniz hemen yapıştırmışlar bir uydurma.
Ne var canım bunda ülkenin onca derdi varken takıla takıla buna mı takıldın diyenleriniz olabilir. Evet, buna takılıyorum. Çünkü telif hakları, patent hakları, lisans hakları bir ülkenin sadece kültürel zenginliğinin göstergesi değildir. Aynı zamanda o ülkenin maddi zenginliğinin de göstergesidir.
Size kendi şahit olduğum birkaç gerçek hikâye anlatmak isterim. Grafik tasarımı ile uğraşanların iyi bildiği bir program ülkemiz genelinde çoğunlukla kırık bir halde kullanılıyor. Grafik işleri yapan bir dostum geçenlerde baskın yemiş. Yazılım şirketleri IP adreslerini takip ederek bu tip hukuka aykırı kullanımları tespit edebiliyorlar. Yapılan denetlemede aslında hiç kullanmadığı ama bir mecburiyetten yüklemek durumunda kaldığı programdan dolayı çok çok yüklü bir para cezası ile karşı karşıya kaldı. Bir şekilde uzlaşma yoluna gittiler, o dostum lisanlı programı da aldı da 15 – 20 bin dolar ceza ödemekten kurtuldu. Mesele programı korsan kurması ya da cezası değil. Meselem bu lisans hakkını koruyan şirketin bir Türk şirketi olmaması. Keşke diyorum lisans ücretleri de patentleme ücretleri de kendi öz şirketlerimize gitse. Keşke diyorum entelektüel sermaye denen bu fikri mülkiyet haklarından ülkemde de hak sahibi çok şirket olsa. Ne güzel olurdu değil mi?
Yine pek çoğumuz android işlemci kullanıyoruz. Neden lisans ücreti ödemeden program yüklemek için. Elbette kendimize göre haklıyız. Ben olaya bizim korsan yüklememizden değil de tersinden bakmak istiyorum. Peki bu lisanslardaki hak sahibi şirketler Türk şirketi olsaydı? Bu ücretleri bu devasa kazançları bizim şirketlerimiz elde etseydi? O gelir vergi olsaydı, bize geri dönseydi vs… vs… Ne güzel olurdu. Ama olamıyor. Neden? Çok basit bir başkasının kurduğu güzel bir cümleye bile yeterince saygı göstermediğimizden. Sahipsiz bir şeyi sahibini aramak yerine sahiplendiğimizden. Küçük şeyler büyük şeylerin unsurudur. Küçük küçük toparlamazsak büyük büyük hiç toparlayamayız…
Telif eser sadece üreticisinin değil aynı zamanda üretildiği toplumun servetidir. Tıpkı patentli ve lisanslı ürünler gibi. Canım ülkemde ise bırakın patent sayısının, telif eserlerin artmasını olanları da kırmanın yolunu arıyoruz.
Bir gün biliyorum muhasır medeniyetin kendisi benim güzel ülkem olacak. Bilemediğimse ben bunu dünya gözü ile görebilecek miyim?
Bugün de bu kadar sevgi ve sağlıcakla kalın dostlar.
ZEKİ GÜRDAL KARAOĞLU