Selamlar;biz böyle değildik nasıl böyle olduk? Harika bir soru ama çözüm içermeyen bir soru. Olduk işte. Bir kısmımız cinnet halinde, geriye kalan kısmınız da korkusundan sinmiş durumda.
Sebeplerin, özellikle de ülke yönetimine dair olanları doktora tezi yapmaya kalksalar akademisyenlerin başka konu çalışması mümkün değil. Bu arada kastım son yirmi yıl değil. Son seksen üç yılı kastediyorum. İlk on beş yılı kenara koyun. Onun ardından yokuş aşağı freni patlak kamyon vaziyetinde gidiyoruz. Bu yüzden de işin siyasi arka planına girmek gibi bir niyetim yok. Ama güzel ülkemin bu halinden korkuyorum…
Teknolojinin kontrolsüz gelişmesi. İnternete her girenin sosyal medyada bambaşka bir kişiliğe dönüşüp yaptıklarına da girmeyeceğim. Bir gününüze Müge Anlı izlemeyle başlayın, Esra Erol’la devam edin. Oradan da iki magazin programına geçip gününüzü bitirin demek istediğimi anlarsınız. Tüm sunucular evlere şenlik, akıllara zarar konuklarına soruyorlar nereden tanıştınız? Diye. Değişmeyen tek cevap “sosyal medya” özellikle birkaç uygulama öne çıkıyor. Öyle tuhaf lümpenlik yapıp eğitim şart kısmına girmeyeceğim. Eğitim şart biliyoruz da hangi eğitim? Tamam devlet eli ile yapılanı konuşalım da aile içindeki ne olacak. Anne bir odada bir başka adamla bir uygulamada. Hesapta gizli. Baba salonda elinde telefon fotoğraflara bakıp sürekli sağa kaydırıyor. Bir kendine pas verirse diye. Bazı çöpçatan uygulamalarında sola kaydırma beğenmedim. Sağa kaydırdım beğendim anlamına geliyor da. Sonra odadaki kadın ocakta yemeği, okulda çocukları bırakıp kaçıyor. Adam önce televizyona çıkıyor. Kadını buluyor bu sayede. Televizyon stüdyosundan da polis gelip alıyor adamı çünkü o arada kadına bir şekilde zarar vermiş. Şimdi böyle bir ailenin o çocuklara temeldeki eğitimi ne olabilir ki? O çocuk da büyüyor sonuçta. Ve ben o çocuktan korkuyorum işte.
Her şeye bu denli kolay ulaşabilmek muazzam bir konfor. Ama azıcık teknolojiden anlıyorsanız internetten başkalarına nasıl zarar verebileceğinize dair bilgileri de ekipmanları da kolaylıkla buluyorsunuz. Elbette yasaklansın demiyorum. Yasakla hiçbir konu çözülemez. Bu kesin. Örneğin zamanında uygulanan alkol yasağı. O dönem ülkemizde alkol ve onunla alakalı ürünler tüketimi ikiye katlamış. Amerika’daki alkol yasağı sadece çok güçlü bir mafyanın doğmasına sebep olmuş. Ülkemizde şuanda sözde kumar da yasak. Öyle internete falan bakmanıza gerek yok. İki dakika herhangi bir kahvedeki sohbete kulak verin üç kişiden biri bir bahis sitesinden söz ediyor. Her şeyin bu kadar kolay olmasından korkuyorum.
Bir canın bu kadar kolay alınmasından korkuyorum. Birine yanlışlıkla korna çalmaktan korkuyorum… Sırf yardım edebilmek için yolda birini görüp durmaktan. Arabama almaktan korkuyorum. Kendi insanımdan korkuyorum. Anlamadığım, anlamlandıramadığım bir cinnet halindeyiz. El frenini çekenin pompalı tüfekle, tabancayla, samuray kılıcıyla önümü kesmesinden korkuyorum…
Aşağıdaki satırları siz doldurun…
Korkuyorum…
……………………………………………………………………………………………
……………………………………………………………………………………
Nasıl? Verdiğim boşluk yetmedi değil mi?
Çünkü sadece ben korkmuyorum. Tek başıma korksam derim ki, tamam ben korkak adamın tekiyim ve ona göre yaşarım. Ama komple korkuyoruz. O kadar çok korkuyoruz ki korkunun kendinden bile korkar hale geldik.
Korkuma ve cinnet halimize sitem etmeyi bırakıp burada bir asıl konumuza geri dönmek üzere küçük bir ara veriyorum.
Frank Herbet’ın dünyaya hediye ettiği “Dune” roman serisi ilk anda bakıldığında bir bilim kurgu kitabı gibi görünse de satır aralarında çok derin bir dünya görüşü, insana kendini sorgulatan felsefi arka planı vardır. Sinemayı yakından takip eden dostlarımın bir kısmı yakınlarda vizyona giren “Dune” uyarlamasını ya izlemişlerdir ya da izleyeceklerdir. Filmi nasıl oldu henüz bir fikrim yok. Henüz gidip izleyemedim. O yüzden de spoiler verene küserim haberiniz olsun. Orhan Pamuk’un Yeni Hayat romanında dediği gibi “bir gün bir kitap okudum ve bütün hayatım değişti.” Kadar keskin olmamakla beraber hayatıma harikulade katkısı olan bir roman oldu “Dune”. Romanın ya da filmin reklamını yapmak için anlatmadım elbette bunları. Bu roman sayesinde korkmamayı öğrendim çünkü. Bu roman sayesinde korkunun yerine aklımı koymayı öğrendim…
Benim bu halimize dur demek için kendi kendime ürettiğim çözümde bu:“Korkmuyorum” diyebilmek. Çünkü korku aklın katilidir. Dune romanında geçtiği tam hali ile aktarmak isterim…
“Korku aklın katilidir. Korku toptan yok oluşu getiren küçük ölümdür. Korkumla yüzleşeceğim. Üzerimden ve içimden geçmesine izin vereceğim. Ve geçip gittiği zaman geçtiği yolu görmek için içimdeki göze döneceğim. Korkunun gittiği yerde hiçbir şey olmayacak. Yalnızca ben kalacağım.”
Evet çok korkuyor bir tarafım. Ama diğer tarafım biliyor ki korkuyu bırakırsam özgürleşeceğim. Korkarak değil aklımla düşünebileceğim…
En başa dönelim “Biz böyle değildik nasıl böyle olduk?” Korkarak… Nasıl çözeriz? Korkmayarak…
Bugün de bu kadar dostlarım. Sevgiyle, muhabbetle, korkmayarak kalın… Esen kalın…
ZEKİ GÜRDAL KARAOĞLU