Önce haber diliyle başlayalım: Kastamonu’da son iki haftada ayıların saldırısıyla 17 büyükbaş hayvan telef olurken, iki vatandaşımızda yaralandı. Sonbaharın gelmesiyle aç kalan ayılar yerleşim yerlerine inmeye başladı. Kış uykusuna yatmaya hazırlanan ayılar, Ağlı, Çatalzeytin ve Cide’de 3, Araç’ta ve Doğanyurt’ta 2 ve İnebolu, Küre ve Şenpazar ilçelerinde 1’er olmak üzere 17 büyükbaş hayvanı telef ederken 2 vatandaşımız da saldırılarda yaralandı. Ayı saldırıları sonucu 4 köpek, bir eşek ve bir koyun da telef olan hayvanlar arasında yer aldı…
Sonbahar başladı, Kastamonu’nun belki de bilinen en eski sakinleri olan kocaoğlanların da kış uykusu telaşı başladı. Malum en az 3 ay neredeyse hiç kımıldamadan uyuyacak yarım tonluk bünyenin kaybedeceği besinini önden temini gerekiyor.
Eee bunun içinde bolca mantar, meyve-yabani meyve, bal, et ve bir sürü özellikle de yağ yapıcı yiyeceğe gereksinim var. Doğası bu kocaoğlanların, yaklaşık 35 milyon yıldır şu dünyanın sakini olarak her yıl rutin işleyişleri bunlar.
Tabi bu arada insanın da rutin işleyişi! devam ediyor. Hani kocaoğlan ile aynı habitatı paylaştığımız bir dünyada… Öyle rutin ki, her yıl terse evrim kabilinden doğasına aykırı, hatta düşman sürekli değişen yüzüyle bir rutin yaşıyor…
Küresel ısınmayı artırıyor, orman varlığını kaybediyor. Su kaynakları azalıyor, HES yapıyor RES yapıyor, suyu tutacağım derken rantsalmetod hataları ile hem doğa hem fizik kurallarına aykırı geliyor. Talan kültürü artıyor, kaçak kesim derken ormanlarda yabani meyve kalmıyor.
Turizm için ormanlara yol yapıyor, yetmiyor 50 kişilik otobüsler girsin diye yol genişletiyor; yetmiyor genişletilmiş yollara sıcak aslfalt döküyor. İşin garibi yol+medeniyet karinesi bizim ülkede yanlış işliyor. Yol, dünyada medeniyete giden araçken Türkiye’de çöplüğe giden araç oluyor…
Turizm diyor, insan diyor, daha çok insan diyor…
Milli Park olsa da olmasa da planlama yapılmıyor, kim nereyi, neden gezdiğini bilmeden kontrolsüz bir güruh halinde yaşayan habitatın sonunu getiriyor…
‘Sürdürülebilir’ turizm diye bir kavram var hayatımızda yaklaşık 20 yıldır. Bilim insanları ya da bilinçli insanlar bu kavramı turizm topraklarına uyarlamaya çalışırken bazıları da günlük başarının, nicel skorların ve ‘yaptım oldu’ların peşinden gidip tabelacılıkla yetiniyor.
‘Para’ diyor insan… ‘Bina’ diyor, ‘yol’ diyor, ‘inşaat’ diyor… Ee taş lazım, ee kum lazım, ee mermer lazım… ne yapıyor insan, mermer ocakları, taş ocakları açıyor… Yetmiyor, bir tane daha, bir tane daha açıyor… Hatta yetmiyor açılacak ocakların ruhsatları apartta bekliyor… Ocak için yollar açıyor, ağır tonajlı arabalar geçiyor, ekstradan toz kaldırıyor, dinamit patlatıyor… İnsan sesi çoğalıyor, makine sesleri çoğalıyor, yaban hayat alanı azalıyor, yollarla bölünüyor, doğanın kalbi parçalanıyor…
Kırsal nüfus azalıyor deniyor ancak sadece insan azalamıyor anlaşılan. Yabani meyve ağaçları azalıyor mesela, odun olup yok oluyorlar sonra. Kurdun, kuşun, ayının besini olan yaban meyve ağaçlarından bahsediyoruz bu arada… Mera azalıyor, vasıflı orman azalıyor, su kaynakları azalıyor…
Ee haliyle insanın bilinçsizce doğaya karşı ters rutinine karşın bizim kocaoğlan da intikamını, inekten, arıdan, köpekten hatta insandan alıyor…
Şu ana kadar 2 insanımız yaralanırken, 17 büyükbaş, 1 küçükbaş, bir eşek ve bir de köpek telef olmuş durumda… Arıların sayısını bilmekse imkânsız…
Bozayı-İnsan çatışması düpedüz yaşanan… hem de öyle böyle düşük yoğunluklu değil… Bildiğin savaş başladı… Bugün ineğe saldıran yarın insana da saldıracaktır, bugün ayı saldırıyorsa yarın kurt da saldıracaktır. Bildiğin Doğa-İnsan çatışması çünkü bu.
Adamların yaşam alanını böldün, parçaladın ama yönetemedin insanoğlu… Adamların meyvesine göz diktin, merasını çaldın üzerine yolunu, HES’ini yaptın… Turizm adı altında her yer senin diyerek hiçbir başka yaşamın var olma hakkına saygı duymadan planlamasız burnunu her yere soktun sıcak asfaltlar yardımıyla…
Kocaoğlan da intikamını alıyor şimdi…
***
Planlamaya ihtiyacımız var, turizmde, inşai sektörlerde, ormancılıkta ve bir sürü alanda…
Her şeyi kaynak olmaktan görmekten vazgeçmeliyiz, en azından geri döndürülemez şekilde yağmacı olmaktan kaçınmak gerek. Doğaya saygı duymak, yaşadığımız yetiştiğimiz yere yabancılaşmamak için sadece geleneği, ekmeği, türküsüyle değil kuşu, kurdu, ayısı ve ağacıyla kucaklamak gerek…
Doğamıza, kültürümüze yabancılaşmamak derken, hani birkaç yıl önce Devrekâni yolunda memleketine bayramlık dönen bir gurbetçi aile ayıya çarpmış ve hasar gören araçları için ayıyı lanetleyerek ağıtlar yakanlar vardı ya… O olay geldi nedense aklıma… Yabancılaşmak ki ne yabancılaşmak, sadece anladığım o…
Belki ormanlarımızı, doğamızı ilk başta bir turizm mekânı olarak düşünmekten vazgeçmek gerekiyor… Topyekûn bir habitat olarak kabul etmek, oranın da bir yaşam alanı olduğunu görmek ve yapılacaksa da uzun yıllar vizyonunda planlamalı olarak turizme açmak gerekiyor…
***
NTV Kanalı, bu ayı saldırısı olaylarını haber yapmış. Haberin içinde Kastamonu’da yaklaşık 800 ayı var diye bir anons geçiyor… Ne anlamalıyız bundan? Ayı nüfusumu artmış, Kastamonu ormanları mı dar gelmiş, nüfus artınca mı saldırılar başlamış bilemedim?..
Ama bildiğim şu; uluslararası antlaşmalardan olan Bern Sözleşmesinde “kesin koruma altında olan fauna türleri” arasında “ayıgiller” var. Ayrıca CITES Sözleşmesinde de ayılar “mutlaka korunması gereken tür” olarak geçiyor…Keza 4915 sayılı Kara Avcılığı Kanunu’na göre ayılar “av hayvanları” arasında değil, “yaban hayvanları” arasında yer alıyor ve bu nedenle avlanması yasak.
Demek istediğin öldürerek değil, yaşamını kısıtlayarak değil, yaşam hakkını elinden alarak değil, bilim ışığında, planlı, vizyoner bir yaklaşımla doğa ve içindeki canlılarla dostane bir ilişkimiz olur…
Yoksa dediğim gibi bu süreç bir intikam savaşına döner ve bu intikam sadece kocaoğlanla kalmaz, kurdundan kuşuna, böceğinden doğal felaketine kadar gider…
Ve unutmadan, hani bir atasözü vardır, “Ayının kırk türküsü var, kırkı da ahlat üzerine” diye, işte oradaki ahlatın, ayının yaşam hakkı olduğu da unutulmamalı…
MURAT KARASALİHOĞLU