Hâlâ günde en az 3 fincan içiyorum kahveyi; hem sade, hem de o çok sevdiğim tombiş yeşil porselende.
Üstelik dumanımın eşliğinde..
Zorlansam da mandalları hâlâ renklerine göre eşleştirip, öylece ipe serip kurutuyorum dünlerimi..
Yarınlarımı ise hâlâ küçükten büyüğe doğru diziyorum makinenin yorgun sepetine tabak, kaşık, çatal misali…
Ne bileyim hani dünlerde yaşanan bazı kirlerden arınmış ve tertemiz olur diye, kim bilir? Belki de!
Hâlâ erteliyorum diyet ve spor yapmayı kendimi içinde bulduğum her pazartesi…
Ne de olsa sevmiyorum kaybetmeyi…
Hem cami yıkılsa da mihrap yerinde, biliyorum…
Farkındayım yani kendimin, aynaya baktığımda gördüğüm siluetimin…
Canım yansa da hâlâ yakmıyorum başka canları, “Vardır bunda da bir hikmet” deyip sessizce geçiyorum insanların içinden…
Hâlâ gülümsemenin en katı yürekleri bile yumuşattığına, özür dilemenin sunduğu cömertliğe, sıcak bir merhabanın tüm buzları erittiğine, affetmenin kuş gibi hafiflettiğine inanıyorum ve kırılan taraf olmayı başımı yastığa koyduğumda vicdanımın rahatlığı için bulunmaz bir nimet olarak görüyorum.
Özel ve sosyal ilişkilerimde de ne olursa olsun hâlâ konuşmaktan çok, dinlemenin ve sonrasında susmanın verdiği insanlığıma, “iyiki”lerimin“keşke”lerimden çok olmasına şükrediyorum..
Hâlâ şiirleri, kitapları seviyorum. Evet, bilge insan veya âlim olmuyorum, ama cehaletimi törpülüyor, bana gerçek ve doğru değerleri hatırlatıyor, gösteriyor. Ruhumu bir nebze de olsa doyuruyor. Doymadığım zamanlarda da zaten kendimi mutfağa atıyorum biraz mecburiyetten ve rutinimden, biraz da gerçekten yemek yapmayı sevdiğimden. Ne yaparsın, öyle ya da böyle üretken olmayı sevmek de var serde.
Yani demem o ki; huyum, alışkanlıklarım ve davranışlarım hâlâ değişmedi.
Sadece senden sonra bir kaç yaş aldım, yaşlanmaktan mı, yoksa yaşanmışlıklardan mı bilmem ama saçlarımda da aklar çoğaldı. Biraz daha büyüdüm,benimle birlikte çocuklarım da büyüdü. Evet, “çocuklarım” dedim, çünkü senden sonra, senin gibi kaşı gözü kara olmayan, pamuk gibi beyaz, sarı saçlı, ama senin gibi inatçı, ne istediğini bilen ve tuttuğunu koparan bir kız çocuğum oldu. Adı sen… FERDA! Hem geçmişim hem de yarınım. Eğer görmek sana nasip olsaydı eminim üç yeğenini sarmalayıp sardığın gibi bu huysuz, bir o kadar da şirin mi şirin kızı da çok severdin.
Ya işte böyle içimin ateşi. Bende pek değişen birşey yok.Yok da;ya o çığ gibi büyüyen boşluğun nasıl dolacak?
Sana olan hasretim nasıl bitecek?Yaşayamadıklarının, yaşayamadıklarımızın dayanılmaz düşüncesi nerde son bulacak?İçimi ısıtan gülüşün, hayalin ne zaman gözümün önünden gidecek?
Ya o kulaklarımda çınlayan ya o sesin?
Ya o acın nasıl dinecek?
Üstelik her geçen gün ömürden gidip sana yaklaşırken artarak devam eden o yokluğunun sancısı nasıl dinecek?..
“Kardeş, anne ve babadan kalan en değerli mirastır” derler. Peki kardeşten geriye kalan anne ve baba için ne derler?
Ben söyleyeyim…
Gözün arkada kalmasın bacım,emanetlerin her daim gözümüzün önündedir.
Rahat uyu!
ESİN KURT KARACA