Sonbaharın bize en güzel renkleri sunduğunu düşünsem de kar yağışı, kar manzaraları hep çok heyecanlandırır beni. Abartısız sabahlara kadar uyuyamam. Son yirmi yıldır da güzel kar yağışı olan günlerde, gece gündüz fotoğraf çekerim. Bu heyecanımın çocukluğumda yaşadıklarımdan dolayı olduğunu düşünüyorum. Çocukken köyümüze kar yağdığında tüm çocuklar sabahın köründen gece karanlık oluncaya kadar doyasıya oynardık. Çocuklar olarak sıkıntımız bizim yaşadığımız yere kar sıklıkla yağmaz ve yağınca da uzun süre kalmazdı.
1972 yılıydı sanırım ilkokul 3. sınıftayım, yarıyıl tatili. Tatile henüz girdik ama beklentim karlı güzel bir hava ve eğlenceli bir tatil. Görünürde kar yok, hiç mutlu değilim. Köydeki çocuklarla kış oyunlarımız hep karın varlığı üzerine.
Henüz tatilin ikinci günüydü sanırım. Evimize bir misafir geldi. Aslında o günlerde bizim evimizde neredeyse her gece misafir olurdu. Güren bölgesi köylerinde yaşayanlar dönüşlerinde geceye kalmışlarsa mecburen Maza’dan birisinin evinde kalacak. Fakat bu misafirimiz başka… Zümrüt abla Kezağzı köyünde yaşıyor. Yakında akraba olacağız, kızı Nurhayat ileride yengem olacak… İsteme olayı olmuş, olumlu cevap almışız.
Sabahleyin yola çıkacak ve yürüyerek gidecek Zümrüt abla. Köylere, ormanda kesim yapıldığı zamanlarda çalışan traktörlerden başka arabaların gitmediği dönem. Kış olduğu için traktörler de yok. Yani yürümekten başka yapacak bir şey yok. Köyde bir metreden fazla kar olduğu söylendi akşamki sohbetlerde. Orada çocukların ne kadar şanslı olduğu düşündüm.
Sabah erkenden kalktık. Kahvaltıda sıcak tarhana çorbamızı içerken, babam Kezağzı veya ona yakın köylere giden birilerinin olup olmadığı gözlüyor dükkanının önünde. Kahvaltımız bitti Zümrüt abla hazır. Fakat bir sorun var! Yol arkadaşı yok, yalnız gitmek zorunda Zümrüt abla. Babam da tek başına göndermeyi göze alamıyor. Gidilecek yerde bir metreden fazla kar var ve bir yoldaş gerek. Kafamda bir ışık çaktı. İşte o yoldaş benim. Atıldım “Ben giderim!”. Adını yeni duyduğum ne kadar uzakta olduğu konusunda hiçbir bilgiye sahip olmadığım Kezağzı’na gitmeye gönüllü oldum.
Sabah erkenden çıktık yola. Kestirme patikadan kısa sürede Okçular’a ulaştık. Artık deniz arkamızda kalmıştı ve göremiyorduk. Karşımızdaki dağlar ise kardan bembeyazdı. Dağlara doğru sorunsuz yürüyorduk. Daha 4 kilometre kadar yürümüştük ki, Türbe denilen yerden itibaren gözün alabildiği her taraf kardı. Sürekli bir masal anlatıcısı tatlılığında konuşan Zümrüt abla araba yolundan ayrılacağımızı ve Kez Yolu’ndan gideceğimizi söyledi. Tam olarak anımsayamadığım bir yerden ağaçların arasına patikaya sözün tam anlamıyla daldık. Patikaya diyorum da ortada patika falan görmüyordum ben. Zümrüt abla tereddütsüz yürüyordu, ben de arkasından…
Bata çıka ilerliyorduk da benim hiç şikâyetim yoktu. Sürekli takdir ve teşviklerini işitiyordum Zümrüt ablanın. Bu güzel anlatımların, takdirlerin ve pohpohlamaların içinde sesinde kaygı da hissediyordum. Yürüyüş kolay olmayacaktı belli. Benim, yolun ne kadar olduğu ne kadar süreceği konusunda hiçbir bilgim yoktu. İlk kez yürüdüğüm bir yoldu.
Ne kadar zaman geçti bilmiyorum, yüksek ağaçların olduğu alana gelmiştik. Bu alan belleğimin duvarlarına öyle kazınmış ki 50 yıldır hiçbir anını unutmuyorum. Yanımda masal anlatıcısı, ancak masallarda olabilecek bir ortam ve ben bir masal kahramanıydım artık. Ağaçların üzeri kar dolu. Öyle ki gövdeleri ince olan ağaçlar karın ağırlığını çekemeyip eğilmiş ve uçlarından kara gömülerek adeta tünel oluşturmuş. Biz de tünellerden ilerliyoruz. Yalnızca bazı aralardan gökyüzü görülebiliyor. Hava açık kar yağmıyor. Bu alanda yerdeki kar sert, neredeyse hiç batmadan ilerliyoruz. Epey süredir yokuş çıkıyoruz bazen ayaklarımızın kayması dışında sorun yok. Gerçek olmayan bir dünyada gibiyim.
Duyduğumuz insan sesleriyle hayal dünyamdan çıkıyorum. Burada bizden başka kim olabilirki! Az ilerde üç adam gördük; ayaklarında giyle(hedik), her birinin elinde kocaman bıçak! Daha da endişe veren kar üzerinde ateş yakmışlar. Doğrudan üzerlerine doğru yürüyoruz. Onlar da işlerini bırakıp bize doğru bakıyorlar. Etrafa talim (defne) dallarını yığmışlar. Önlerine kadar gittik. Korkudan kalbim duracak gibiydi ki Zümrüt abla onlara ismiyle hitap etti. Tanıdıkları insanlarmış. Yanan ateşin başına geçtik. Korkum geçmiş, rahatlamıştım. Sohbet ederken bir güzel ısındık. Defne değil karaışıyan diye bir bitki imiş kestikleri. Hayvanlara yediriyorlarmış. Çıkınımızdan bir şeyler çıkartıp yedik. Enerjimiz yerine geldi, tekrar yola koyulduk.
Bir süre sonra tırmanışımız bitti. Burasının Kez Boğazı olduğunu söyledi Zümrüt abla. Ağaçlık alan azalmış önümüz açılmış etrafı görebiliyorduk. Buradan itibaren başkaları da gelip gitmiş olmalı ki çığır açılmıştı. Çığır ama neredeyse kar derinliği benim boyum kadardı.Karaışıyan yaprağı için geliyormuş bu alana köylüler o nedenle oluşuyormuş çığır. Epey bir yürümeden sonra eve ulaştık.
Ev; ahşap, klasik Cide köy evi.Bir tepede konumlandırılmış, tam da seyirlik bir yerdeydi. Büyük sokak kapısından girdik. İçeride bir kapı daha vardı onu açıp merdivenlerden sofaya çıktık. Ev kalabalıktı ama ben alışıktım kalabalığa. Biri kız olmak üzere dört oynayabileceğim çocuk vardı. Çok mutluydum. Bizi tanıştırdılar, yengemi ilk orada gördüm. Yazlığa (evde bir oda) geçtik. Soba gürül gürül yanıyordu. Yola çıkmamızdan eve varıncaya kadar o kadar çok zaman geçmiş ki akşam oluverdi. (Yürüdüğümüz yolun bugün kimse kullanmasa da en fazla 15 kilometre olduğunu biliyorum.)
Ertesi gün erkenden uyandım ama zaten diğerleri de uyanmıştı. Kahvaltımızı yapıp doğru dışarı. Karda kaymamızı sağlayan ve bulabildiğimiz her şeyle metrelerce kayıyorduk. Bu iş için evin konumu çok uygundu. O kadar uzun mesafe kayıyorduk ki 1,5 metre karda geri tırmanmak bizi çok yoruyordu. Yemek ve kısa dinlenmeler hariç hava kararıncaya kadar doyasıya oynuyorduk.
Bizim kaydığımız yerlerden veya yakınlarından köylüler kürekle bir şeyler çıkarıyorlardı. İlk gördüğümde çok şaşırmıştım. Karın altından karalahana ve pırasa çıkarıyorlar, küfelerine koyup gidiyorlardı. Sonraki günlerde ve farklı yerlerde buna defalarca şahit oldum. 1,5 metre karın altında nasıl sağlam kalabildiklerine şaşırmıştım. Bu iki sebzeden çeşit çeşit yemekler yapıldığını evimizden de biliyordum ama bu kadar lezzetli olduklarını hiç bilmiyordum. Bu kadar yüksek kar altında uzun süre beklemiş lahananın lezzeti beni çok şaşırtmıştı. Belki de yapanlardandı, haksızlık olmasın. Sonuçta yeme içme hiç sorun olmamıştı benim için.
Kar eğlenceleri ile günler çok çabuk geçmiş, tatil bitmişti. Kezağzı’nda kaldığım sürece hiç kar yağmadığı için dönüş yolumda aynı güzellikler yoktu.
Bu kışın üzerinden 50 yıl geçti, ama ben unutamadım. Bugünkü doğa tutkumun temelleri bu gezide oluştu sanırım. O günden sonra dağda bayırda gezmek en büyük tutkum oldu.
Masal anlatmadan masalcı olan Zümrüt ablamızı yıllar önce kaybettik. Bahsettiğim ara tatilinde tanıştığım, bir süre sonra abimle evlenip evimize geldikten sonra bende çok emeği olan ve annem gibi sevdiğim Nurhayat yengem genç yaşında aramızdan ayrıldı. Anılarına saygıyla…
Çocukluğumda Kezağzı’nda yediğim ve tadı damağımda kalan çorbalardan birisi “sütlü karalahana çorbası” idi. Bunu kendi evimden de biliyordum. Annemin en beğendiğim çorbalarındandı. Küçük bir fark vardı iki yerde yapımı arasında. Kezağzı’nda karakabak kullanılırken, annem karakabaksız yapardı. Güren bölgesinde günümüzde de karakabak kullanıldığını Zümrüt ablanın aynı isimli yeğeni arkadaşımız Zümrüt Uğur’a da teyit ettirdim. Yapımı çok basit olup beğeneceğinizi umuyorum.
SÜTLÜ KARALAHANA ÇORASI
Malzemeler:
- 2 adet kuru soğan
- 1 yemek kaşığı toz kırmızı biber
- 1 kg karalahana
- 300 g kara kabak
- 1 adet acı biber veya pul biber
- Tuz
- 1 çay kaşığı karabiber
- ½ litre süt
- 3 yemek kaşığı zeytinyağı
- 2 yemek kaşığı tereyağı
Hazırlanışı:
Karalahana yaprakları yıkanıp ince doğranır. Karakabak soyularak dilimler haline getirilir. Karalahanalar alta, karakabak parçaları üste gelecek şekilde tencereye konulur. Karalahanaların seviyesinde su ilave edilir ve tencerenin kapağı kapatılarak haşlanır. Kabağın bir bölümü suda bir bölümü buharda haşlanacaktır. Haşlanan karalahanalar süzülür ve sıkılır, tencerede kaynama suyu bırakılmaz. Tencerede kalan kabaklar bir çatal veya kaşık yardımıyla iyice ezilir veya blenderden geçirilir. Sıkılan lahanalar tencereye geri konulur.
Karalahanalar haşlanırken ayrı bir tavada ince doğranan soğanlar 3 yemek kaşık zeytinyağı ve 1 yemek kaşığı kırmızı toz biberle kavrulur. Tavadaki bu malzeme tenceredeki malzemelerin üzerine ilave edilir. İki kaşık tereyağı ve acı biber ilave edilerek orta ateşte karıştırılır. Bu karışımın üzerine ½ litre süt ve üste çıkacak kadar sıcak su eklenir. Tuz ve karabiber de konularak on, on beş dakika kaynatılır. Afiyet olsun.
RECAİ YILMAZ