Kastamonu’nun çok eski bir geleneği, sadece Gökçeağaç’tan yapılan meşhur Daday Sandalyesi’nin Elmayazı Köyü’nden Namık Özdemir’in anlatımıyla kısa hikâyesi
Sonbaharın renklerini kovalamak için arife gününden yollara düşmüştük. Ne belirli bir hedef ne de izlenecek bir rota vardı. Tek bir his Ekim ayının sonlarında Kasım soğuğu girip de o güzel sonbaharın, sarıdan kahverengiye, pembeden kırmızıya kadar olan renk cümbüşlerini kırmadan biraz olsun güzün güzelliğini soluyabilmekti amaç.
Yol dedik iz dedik bizi bu sefer Daday’a doğru götürsün. Daha Kastamonu’da kentin içinde çınar ağaçlarının yapraklarında başlayan sonbahar, şehrin hemen dışına çıktığımızda kavaklarda kendini iyiden iyiye gösteriyordu. Ama herkes bilir ki sonbahar meşelik alanlardan başlardı. Sarının ve kahverenginin tüm tonlarını barındıran bu bitki, sanki sonbaharla birlikte beraber anılır. Bir de tabii kirazlar, erikler ve cevizler. Yine sarının ve pembemsi kırmızın sihirli değneğinin dokunduğu ağaçlardı.
Daday güzergâhında da diğer ilçelere olan yollar gibi kendine has bir güzelliği vardı. Sanki yolu sarmış gibi olan ağaçlar, beni her zaman bitki tünelinden geçiyormuş havasına sevk ediyordu. Daday’ a vardığımızda bayram öncesi alışverişin koşuşturmacası vardı etrafta. Oyalanmadık, daha ileri gitmeliydik. Çünkü ana yoldan sapacak o kadar çok yol vardı ki, kim bilir ne güzellikleri saklıyordu kendinde bu yolların ulaştığı uğraklarda. Ve Daday’ı biraz geçince, anayolun bağlanan oldukça muntazam bir köy yolunun, dik ve yüksek kavaklarla, ama sonbahara çalmış bir güzellikte renklerle donatılmış olduğunu gördük. Teklifsiz bu yola saptığımızda fotoğrafını çekmek için, arabanın köyün yabancısı olduğu gören bir kişi yaklaşmaya başladı bize. Elmayazı Köyüne gelmiştik. Ve köyün üç mahallesinden biri olan Çıllar Mahallesinin hemen girişinde duruyorduk. Oldukça misafirperver bir hoş geldiniz ile birlikte içten bir tokalaşmada bulduk kendimizi. Elimizi sıkan ve bize buyur eden kişi Namık Özdemir’di. Köyün sakinlerinden olan Namık Bey bizi ısrarla köyün içine davet ediyordu. Asla kırılmayacak, red edilmeyecek bir teklifti bu.
Elmazyazı Köyü büyük bir köydü ve içinde çok güzel mimarilere sahip evleri vardı. Ve aynı zamanda başta söylediğim gibi, beklentisiz çıkılan yollarda, ara yolların götürdüğü bir sürprizin yanı başında durmuştuk. Bu sürpriz Kastamonu’dan artık yavaş yavaş kendisi gibi ismi de silinmeye başlamış olan bir el zanaatının yapıldığı merkeze gelmemiz olmasıymış bizim için. Bu zanaat, yani bu zanaatın merkezi o çok meşhur Daday Sandalyesinin yapım yerinin bu köy, yani Elmayazı Köyü olduğunu öğrenmemiz oldu. Namık Beyin daveti ile evleri önünde arife gününün mezarlık ziyareti için hazırlık yapan ve bayramda bir arada olmak isteyen aile üyeleri ile de tanıştık.
Namık Bey köyü anlatırken bize, köyün çok uzun yıllar boyunca Daday Sandalyesi yaparak geçimini sağladığını söylemişti. Böylesi önemli bir zanaatın merkezine tesadüfen de rast gelmiş olmak hem mutluluk verici hem de büyük bir şanstı. Namık Bey kapısının önünde oturmuş bir yaşlı amcayı gösterdi bize ve “Köyün en yaşlılarındandır ve sandalye ustalarının en eskisidir” dedi. İsmi İsmail (Aslan) olan amcanın yanına gittik. Ahşap evinin ahşap oturağında sonbaharın güneşinden faydalanmaya çalışarak vakit geçirmeye çalışıyordu.
“İsmail Amca merhaba” “Merhaba evlat” ile tanıştık ve yaşının 85 olduğunu öğrendim. Hemen sordum tabii, Daday Sandalyesi mevzuunu… “ Ben yapardım tabii sandalye. Köyün en eski ustasıyım şimdi. Bu işin demirbaşı kaldık ama artık yaşlılıktan yapamıyorum. Çok emek verirdik yapmak için, ama şimdi kullanan da isteyen de kalmadı. Traktör yoktu eski zamanlarda. Köyden onlarca kilometre ormanın derinliklerine gider öküzlerle getirirdik gerekli ağaçları.”
İşi halen devam ettiren ve ev sahibimiz konumundaki Namık Beye döndüm sonra. Hala Daday Sandalyesi yapıyor arada sırada ancak kendisi için! Köyün geçmiş zamanlarda geçim kaynağı olan bu mobilya için her evin altında bulunan işliklerden, Namık Beyin evinin altındaki işliğe girdik sonra. Namık Bey, bir taraftan işliğin ve işlerin eski halini anlatıyor, bir taraftan da kullanılan aletleri tanıtıyordu. Ve Daday Sandalyesinin öyküsünü şu şekilde anlattı: “ Bu bizim çok eskilerden ve ailemizden gelen bir mesleğimizdir. Ve bu zanaat tüm köyün mesleğiydi. Elmazyazı Köyü’nün 3 mahallesi vardır ve bu işle en çok uğraşanda mahallemiz olan Çıllar Mahallesidir. Şimdi bu zanaat da artık kayboluyor. Ne köyde ne de başka yerde yapan kalmadı. Çünkü artık hem plastik sandalyeler çıktı hem de zanaat para etmiyor.”
Nasıl yapılıyor peki bu Daday Sandalyesi Namık Usta? “ Bu sandalyenin en temel unsuru ağacıdır. Gökçeağaçtan başkası bu iş için uygun değildir. Ve Gökçeağaç’da her yerde olmaz. Hem Orman bize verse bu ağacı biraz daha rahat ve fazla yapabiliriz. Biraz da ağaç olmadığı içinde yapılmıyor artık. Önce dağdan Gökçeağaç getirirdik köye. Yaş ağaç olmalı, sonra kesilir e balta ile yarılır. Ancak budaklı yeri olmamalı. Daha sonra ise rendelenir. Sonra bacak kısımları baltalarla kabaca çıkarılır ve sonra yeniden rendelenir bir müddet kurutulur. Kurumanın ardından el matkabı ise birleşme yerleri delinir. Daha sonra ise ön ve arka bacaklar ikili olarak çatılır ve birleştirilir. Oturma tahtasının kavisi ise önce çizilir ve sonra da dilinir. 50-60 kutur genişliğinde bu ağaçtan 20 adet civarında ağaç çıkar. Haftada bir elden de 10 tane sandalye çıkıyordu.”
Namık Usta köyün geçim kaynağı dediniz, nasıl oluyordu bunun ticareti?
“İki şekilde oluyordu. Birincisi her evde yapılan ve bir araya getirilen sandalyeleri toplayıcılar alırdı. Özellikle bu işin toplayıcıları vardı. Bunlardan Kastamonu’nun her tarafına ve Ankara başta olmak üzere çevreye yayılırdı. Bunun dışında Daday’ın Pazar günleri kurulan pazarına biz kendimiz götürür ve satardık.” Köyün geçim kaynağı dediğinize göre iyi para kazanıyordunuz o zaman? “Köy ihtiyacını rahatlıkla karşılardı, yani o derece iyi ve ileri bir uğraştı.”
Bu sandalyeyi günümüz sandalyeleri ile karşılaştırsan ne olur Namık Usta? “Daday Sandalyesi oldukça sağlıklı bir sandalyedir. Tamamen ahşaptan yapılan bu sandalyeler belki de 200 yıl boyunca rahatlıkla kullanılabilir. Ama şimdi daha çok metal ve plastik sandalyeler çıktı. Bir kere bu sandalyeler Daday Sandalyesi gibi ortopedik değil. Ve bu tarz sandalyelerin yaygınlaşması bizim zanaatımızı açıkça öldürdü. Artık köyümüzde neredeyse hiç sandalye yapan kalmadı…”
Çocukluğumda hatırlıyorum, evlerimizde odaların tamamlayıcı mobilyasıydı. Hani her mobilyanın karakteri olsa, şöyle bir baktığınızda en kişilikli mobilyaların başında yer alırdı. Çünkü dimdik dururdu, kendini asla bırakmaz, 7’den 70’e onlarca insanı senelerce gık demeden taşırdı.
Yerel bir zanaatımızda kaybolmak üzere, adını artık tarih söyleyecek bir tek. Değişen, otomasyon hale gelen üretimde dünyasında, biz sadece tüketici konumuna geldik. Oysaki şu yeryüzünün bir parçası olan bizler için gerçek olan üretmek, üretimin parçası olmak iken, yalnızca tüketmenin verdiği o depresif duygulara mahkûm oluyoruz. Bireysel üretimden, köy bazına oradan da kentsel üretim çeşitliliğinden bir toplumun topyekûn üreten olmasından şimdi koca bir toplum olarak tüketen ve kaybeden oluyoruz.
Neyse, arife günün telaşında mezarlık ziyaret saati gelmişti artık. Bizde Elmayazı köyündeki bu oldukça eskilerden gelen geleneğe biz de katılmıştık. Köyün hemen üzerindeki mezarlığa ev sahiplerimiz Özdemir ailesi ve köy halkı ile beraber çıktık. Duaların edilmesi, kuran okunması ve herkesin getirdiği yemiş çeşitlerinin bir araya getirilip dağıtılması olayına katıldık.
Bir sonbaharın güzel bir gününü güzel renklerini geleneksel bir zanaatı görüp öğrenerek ve yine geleneksel bir âdetimizi uygulayarak bitirmiştik. (*) 2006 yazısı
MURAT KARASALİHOĞLU