Bugün Öğretmenler Günü.
Küllerinden yeniden doğan, küllerinden yeni canlar yaratan, küllerinden bir toplumu oluşturan Anka Kuşlarının günü bugün. Kutlu olsun hepsine, hepimize.
Hayatın temel taşı onlar, aklın, bilimin, ahlakın, doğrunun, düşüncenin, felsefenin, iyinin, iyi bir insan olmanın, hayata yararlı bir bireyin temeli onlar…
Onlar öğretmenlerimiz…
•••
Türkiye Cumhuriyetini yükselten, yücelten ve onca debdebeye rağmen, onca gizli savaşa rağmen hala ayakta duran bir toplum, dirayetli bir devlet varsa bugün işte onu kuran, onun temelini oluşturan efsanevi bir olgu hala yaşamaktadır. O efsane, Köy Enstitüleri efsanesidir.
Türkiye Cumhuriyeti’nin yüksek ülkülerini hayata geçiren, aklın ve bilimin yolunun aydınlığını taşıyan ve karanlığa terk edilmiş en ücra köşelerdeki her yaşama insan sıcaklığını, bilginin aydınlığını götürenler onlar…
Onlar cehalete vurulan en büyük darbe…
1930’lu yılların sonuna doğru “Eğitmen Kursları” olarak yola çıkan enstitüler daha sonra 17 Nisan 1940’da çıkarılan bir kanunla kurulmuş oldular. Memlekette eğitmene ihtiyaç vardı, öğretmene. Çünkü okur-yazar kimse yoktu Anadolu’da. 1927 sayımında nüfusun sadece yüzde 4’ü okuma yazma biliyordu ve nüfusun yüzde 80’i köylerde yaşıyordu. Yani köylere öğretmen lazımdı. O yüzden açılmıştı Köy Enstitüleri. Tarımda, hayvancılıkta, inşaatta, tarlada bilimsel ve çağdaş teknikleri; bilgiyi, bilimin ışığını, abc’yi günlük hayatın temeli yapmak için açılan Köy Enstitüleri.
•••
Kastamonu’da da Göl Köy Enstitüsü açılmıştı işte o yıllarda. Şanslıydı Kastamonu bu konuda ve ötesinde hem diğer enstitülere hem de yurdun dört bir yanına çok şey katıyordu Kastamonu. Hele ki Köy Enstitülerinin yasal olarak açılması, kanunlaştırılması ve Anadolu için gerekliliği konusunda bir dönüm noktasıdır Gölköy. Çünkü İsmet İnönü’nün Mustafa Kemal’in vefatı ardına cumhurbaşkanı seçilmesiyle çıktığı ilk memlekete gezisini Kastamonu’ya yapmıştır. Tarih 6 Aralık 1938. İşte o gezide Gölköy Eğitmen Kursu kendisine gezdirilmiş ve kurucu müdür S. Edip Balkır’dan Köy Enstitülerinin varlığı, gerekliliği ve uygulamaları konularında bilgilendirilmiştir. İşte enstitülerin yasal olarak oluşma süreci İsmet İnönü’nün Gölköy’ü ziyareti ve burayı incelemesiyle hız kazanmıştır.
Çok değerli eğitimcilerimiz, çok değerli öğretmenlerimiz yetişmiştir Gölköy’de. Ve hala bir kısmı hayatta bu öğretmenlerimizden. Hala toplumun aydınlığı için çalışan savaşçılar olarak hayatımızda, hala dirayetleri, çağdaşlıkları, bilgileri, görgüleri, güzel ahlaklarıyla ışık onlar hayatımızda.
Onların değerinin ne kadar yüksek olduğunu bilen bir dernek de var ülkemizde ve Kastamonu’da. Yeni Kuşak Köy Enstitülüler Derneği. Ve bu derneğin Kastamonu Şubesi, işte hala hayatta olan bu köy enstitülü öğretmenlerimizin hayatlarını, anılarını ve değerli birikimlerini arşivliyor, kayıt altına alıyor ve yarına taşıyor. Bu yüzden başta derneğin Kastamonu Şubesi Başkanı Milli Eğitim Müfettişi Emin Arık öğretmenime ve tüm dernek camiasına teşekkürü bir borç biliyorum.
Ki güzel bir oluşumda Kastamonu Üniversitesi’nde büyüyor şu sıralarda. O da 15 Nisan 2010’da yapılacak olan “Kuruluşunun 70.Yılında Bir Toplumsal Değişim Projesi Olarak Köy Enstitüleri Sempozyumu.” Çok değerli ve önemli bir organizasyon bu. Çünkü birçok bilgi, anı, değerlendirme bu çalışma sayesinde yine yarınlara aktarılabilecek ve bu köy enstitüleri mucizesinin önemi tekrar kavranılabilecek diye düşünüyorum. Bir de bu sempozyumun onur konuğu ulu bir çınar Server Tanilli Hoca’da Kastamonu’da olacak bu sayede. Başta Rektörümüz Bahri Gökçebay’a ve tüm düzenleme kuruluna da sonsuz teşekkürlerimi sunmak isterim.
•••
Yeni Kuşak Köy Enstitülüler Derneği’nin Kastamonu Şubesinin belgeleme arşivleme çalışmalarının bir kısmında ben de bulunma şansı yakaladım. Gölköy Enstitiüsü’nün ilk mezunlarından üç değerli öğretmenizi tanıdım. Onları dinledim, onlara hayran kaldım. Bilgilerine, görgülerine, eğitime-devlete olan saygılarına ve bu millete olan inançlarına hayran kaldım.
Üçünün de parlak bir gökyüzü gibi dimağları var. Okul kapısından ilk girdikleri günü hatırlıyorlar. Heyecanları var, bütün hayatı saran. İlk gün gibi titriyorlar konuşurlarken. Duyguların en yücesindeler. Her anılarını, eğitim için yaşadıkları her şeyi yürekleri gibi gözlerinin de doluluğuyla anlatıyorlar. Saygıları var insana. Hele ki bir meslektaşlarına, bugün başlamış olsunlar öğretmenliğe; torunlarının yaşlarından bile küçük olmalarına karşın onlara da “Öğretmenim” diyorlar.
•••
Hasan Yücel öğretmenim. Hanönü’ye bağlı Gökçeağaç Nahiyesi Vakıf Geymene Köyü’nde 1927 yılında doğmuş. 11 Yaşında yani 1938 yılı Aralık ayında bir sınav sonrasında Gölköy Muallim Mektebinin hazırlık sınıfına seçilir. Keman çalmasını öğrenir, resim yapmasını, pulluk takmasını ve inşaatta çalışmasını da. Şöyle açıklıyor Hasan Öğretmenim köy enstitülerinin diğer eğitim kurumlarından ayrılan en önemli özelliğine. “Enstitülerde verilen bilgi mutlak kullanılacak bilgidir.” Hasan Öğretmenim, İsmail Hakkı Tonguç’u anarak onun bir anekdotu ile ikinci ayrımı veriyor sonra. “Çankaya’ya yetişecek öğretmenle köye yetişecek öğretmen aynı olmamalıdır” der. Sonra tekrar kendisi ekliyor, yaşayarak öğreniyorduk, tatbik ediyorduk, gözlüyor, fark ediyor ve bilgiyi hayatın için de kavrıyorduk.
Hasan Kılıç Öğretmenim. 1923 yılında Araç’ın Ovacık köyünde dünyaya gelmiş. Doğduğunda babası henüz terhis olmuştur ordudan nice savaşlardan sağ çıkarak. Ama amcaları, dedeleri Çanakkale başta olmak üzere savaşlar da şehit düşmüşler. 1932 yılında ilkokulunu bitirmiş ve Mergüze’deki köy yatılı okuluna gönderilmiş ve 1938’e kadar okumuş burada. Sonra okulun müdürü Gölköy’e öğretmen okulu açılmış buraya gitmek isteyen var mı diye sorunca tereddütsüz kabul etmiş. Mergüze’den geceden yola çıkmışlar, göğün delindiği bir yağmur altında. Yayan, üç saati geçmiş yolculukları. Sabah erken sınavı kaçırmamak için bir solukta aşmışlar yine de dereyi, tepeyi, yolu. Elbet bu aşk sınavı da aşmış, olmuş o da Gölköylü.
Raşit Tiryaki öğretmenim. 1924 Halife Kuyucağı Köyü’nde doğmuş. Benzer aşamalardan geçerek Gölköylü olmuş o da. Nasıl şartlarda öğretmenlik yaptınız, ilk göreve gittiğinizde karşılaştığınız manzara ne diye sorulmuştu kendisine. Şöyle cevap verdi: “Okur-yazar yoktu. Askerdeki evlatlarından hani olur da gelecek olan mektupları dahi okuyacak kimseleri yoktu. Hurafe doluydu her şey. Doktor, tıp filan hak getire. Çocuklar hasta olduğunda, su dolu bir bardağa şekeri karıştırıp birkaç kelimelik dua okunurdu ve bu su çocuğun gezdiği kapı önlerine dökülürdü. Çünkü çocuğun, meleklerin-cinlerin gezdiği yerlere bastığından hasta olduğu düşünülürdü. İşte kısaca buydu manzara…”
Bir yanda kendini oluşturan bir okul. Bir yanda kendini olduran yeni bir çağ, Cumhuriyet, Türkiye. Bir yanda 2. Dünya Savaşı. Yokluk yani bir yanın. Bir yanın umut ama. Bir gün 100 gr ekmek başka tayın yok diyor öğretmenlerimiz, bir gün belki daha az. Patates, pekmez, bulgur. Tayın bu sadece o koşullarda. İşte o dönemde, o şartlarda kendileri kesmişler kerpiçleri. Kendileri çekmişler tomruğu, kalası, harcı. Kendileri yapmışlar binalarını. Hem yapmışlar, hem öğrenmişler. Hasanoğlan’ın da binalarını yapmışlar, Eskişehir’in, Erzurum’un da… Kendileri kendilerini yaratmışlar yani.
•••
Aslında buraya yazdığım kadar kısacık değil hiçbir aktardıkları bu üç öğretmenimin de. Sayfaları, kitapları dolduracak kadar sonsuz tecrübeleri, değerli anıları ve hala hayatı anlamlı kılan bilgi ve görgüleri var.
Ben üç değerli öğretmenimi, bu cumhuriyeti kuran, bu topluma inanan ve her şeyin başında insanı seven ve ona saygı gösteren üç değerli insanı tanıma fırsatı buldum. Onların birbirlerine, küçüklerine, andıklarına saygı dolu, samimi davranışlarına şahit oldum. “Sayın Öğretmenim” diyerek başladılar her söze. 80 yaşını aşmıştı üçü de, ama inanın 15’lik delikanlıdaki güç vardı her tavırlarında.
Minnetlerini hiç bırakmamışlar devlete, saygılarını yitirmemişler insana ve halklarına olan inançlarını, onlara karşı sorumluluklarını da hiç unutmamışlar. “ Alman Edirne’ye dayanmış, ekmek karnede, sabah tayını iki patates bir yumurta, işte o yoklukta bile devlet bizi okuttu” derlerken üç değerli öğretmenin de gözleri dolmuştu… Üçünün de devlete olan saygısı ve topluma olan sorumlulukları gözyaşı olarak kendini göstermişti o an.
Onların gözlerinde hala Mustafa Kemaller var, onların gözlerinde hala Hakkı Tonguçlar, Hasan Ali Yüceller, İsmet İnönüler, gözlerinde hala bilgiyi isteyen Anadolu insanının samimiyeti, içtenliği, onların gözlerinde hala Türkiye Cumhuriyeti var.
Onların gözlerinde bilimin ışığı, gözlerinde hâlâ aydınlık gelecek var.
Gününüz kutlu olsun öğretmenlerim.
(*) 2009’da kaleme aldığım bu yazıda anılarını paylaşan üç değerli öğretmenimizi de aradan geçen 13 yıl içerisinde ne yazık ki yitirdik. Kendilerini saygıyla ve rahmetle anıyorum.
MURAT KARASALİHOĞLU