“NINDA – an azzẚstei watar – a ekutteni
Ekmeği yiyiniz, suyu içiniz”
Hitit Devleti’nin ilk kralı Hattuşili I (MÖ. 1650) disiplinli, itaatkâr ve sebatkâr ordusuna bu şekilde seslenmişti henüz bir imparatorluk olma yolunun başında: Ekmeğinizi yiyiniz, suyu içiniz…”
Bu cümle ki özellikle “ekmek sahibi olmak” daha nice Hitit metninde geçecek, ekmek bu toplumda her şeyin sahibi olmak, güvende olmak, ihtiyacı giderilmiş olmak gibi çok önemli hayati kavramları karşılayan bir anlama bürünecektir.
Hititler gibi, Anadolu’da kurulmuş onlarca devletin ve medeniyetin ana geçim kaynağını tarım oluşturmaktaydı. Bunun farkında olan ve Anadolu’nun ilk merkezi gücünü oluşturan Hititliler de yaptıkları ciddi yasalarla ve ceza sistemi ile tarım ve hayvancılığa dair diğer toplumsal uygulamalarla birlikte önemli yaptırımları uygulamaya sokmuşlardı. Ülkede ki tüm topraklar devletin haliyle kralın mülkiyetiydi ve ekonomin temel taşı olmasıyla da büyük önem arz ediyordu.
Hitit Başkenti Hattuşa’da (Çorum-Boğazköy) bulunan çivi yazılı tabletler de Hitit toplumunda 180 çeşit ekmek, pasta, börek ve unlu mamulün ismi zikredilmektedir. Ve bu çeşitler içinde de özellikle buğdaydan yapılan ekmeklerin yeri daha bir ayrıdır. Oldukça fazla görülen bu sayı aslında Mezopotamya metinleri ile karşılaştırıldığında az bile olduğu görülür. Yani günümüzden yaklaşık 4 bin yıl öncesi dünyaya baktığımızda Anadolu ve Mezopotamya’nın bir ekmek çeşitliliği cenneti olduğu söylenebilir.
Hitit metinlerine göre bu toplum buğdaya özellikle de ekmeklik buğdaya “ZĺZ” deniyordu. “ZĺZ.A-ZĺZ.AN.NA” kelimesi kızılca buğday, “ZĺZ.ga.a” beyaz buğday, “ZĺZ haršanili” günlük buğdaya ve “ZĺZ.DA.ZĺZ” de buğday ununa verilen isimlerdi.
Çeşitli inceliklerde öğütülen unlardan ekmeğin yanı sıra lapa tarzı yemekler ve hatta kızılca buğdaydan da ilaç da yapılabiliyordu.
Çivi yazılı tabletlere göre un değirmenleri bilinmekte ama aynı zamanda yakın zamana kadar kullandığımız öğütme taşları da oldukça yaygındı. Bu öğütme taşlarında ise genelde köleler ve askeri seferler sonrasında ele geçirilen esirler çalıştırılıyordu. Ve bu iş o kadar önemliydi ki köleler işten kaçmasın diye çeşitli yöntemlerle kör edilip işlerine sıkı sıkıya bağlandırılıyorlar yani bir koşum hayvanı yerine dolap beygiri insan oluyordu.
Aynı çivi yazılı tabletlerdeki envanterler krallığı koruyacak buğday ve tahıl fiyatlarının, ölçülerinin yanı sıra silolarından da bahsetmekte ve aynı durum arkeolojik kazılarla da desteklenmektedir. Hattuşa yani Boğazköy’de ortaya çıkarılan tapınak ve sarayların onları saran depo/magazin yapılarıyla çevrelenmiş olduğu görülmüştür. Buralar tapınak ve saraya ait malların depolandığı alanlardır. Yani artı ürünlerin saklanıp korunduğu yerler. Ama aynı zamanda bu mekânlar da toprağa gömülü devasa pişmiş toprak kaplar da aynı bugün ki gibi haşarata ve neme karşı saman altında tutulan hububatlar da bulunuyordu. Ve bu siloların hacmi yaklaşık 25 bin kişinin bir yıllık ihtiyacını karşılayacak şekilde düzenlenmişlerdi.
Ekmeğin Hitit toplumunun dinsel yaşantısında da çok büyük önemi vardı. Çünkü tanrılara sunulan kurbanlar arasında ekmek önemli bir yer tutuyordu. Tanrı sunuları için kaliteli buğday – triticum estivum; günlük ekmekler içinse hem kızılca buğday hem de emmer ve einkorn kullanılıyordu. Öte yandan Hititliler kendi tanrılarını da birer insan gibi tasavvur ediyor, onlarında ekmek yiyip içki içmeleri gerektiğini düşünüyorlardı. Bunun için de tanrı sunularında ekmek başat bir rol oynuyordu. Bu duruma güzel bir örnek, bulunan bir çivi yazılı tablette, “Pittijarik şehrinden Samuha şehrindeki tapınaklarda kurban edilmek üzere çok sayıda ekmek, arpa ve buğdayın nakledildiği”nin yazması gösterilebilir.
Hitit çivi yazılı tabletlerde anlamı çözülen ve geometrik şekiller, büyüklük, ağırlık, ait olduğu bölge ve ihtiva ettiği şekle göre isimlendirilen ekmekler bir kısmı şu şekildedir: İnce ekmek (yufka), kalın ekmek (somun), küçük ekmek (çörek), balık şeklinde ekmek, yarım ay şeklinde ekmek, kulak ve diş şeklinde ekmek (diş ekmeği; uzun süre dayanıklı, dişe dokunacak kadar sert bir çeşit peksimet olarak ağır işlere giden ve yolculuk gerektiren işlerde çalışanlara verilen azık) , üzüm salkımı şeklinde ekmek, koyun ve insan figürüni şeklinde ekmek, kayık ve tekerlek şeklinde ekmek, ısırmalık ekmek gibi şeklerine göre adlandırılanlar; sıcak ekmek, hasat ekmeği, narlı ekmek, tatlı ekmek, ballı ekmek, yağlı ekmek, acı ekmek, ıslak ekmek, buğday, arpa ve çavdar ekmeği, susamlı, bezelyeli ve biralı ekmek, masa ekmeği, mayalı (ekşi) ekmek, mayasız ekmek, bira ekmeği, hıyarlı ekmek, bayat ve taze ekmek, beyaz ekmek, asker ekmeği, kurban ekmeği gibi de içeriğine göre ayrılan ekmekler…
Bugün olduğu gibi Anadolu’da, yerleşik hayat başlayıp tahıl da ehlileştirildiğinden bu yana ekmek bir nevi yaşamı oluşturan en önemli gıda maddesi. İnsan hatta devletlerle ekmeğin hayatları o kadar iç içe geçmiş, birbirine ait olmuş ki tanrılara sunular yapacak kadar kutsallaştırmışız. 3 bin 500 yıl önce tanrı sunusu olan ekmeğe karşı, bugün yerde gördüğümüzde elimize alıp, öpüp alnımıza değdirdikten sonra yüksekçe bir yere koymak bile Anadolu toplumlarındaki ekmek kutsallığının devamından başka bir şey değildir de nedir?
(*) M. Karasalihoğlu’nun 2017’de kaleme aldığı yazı
MURAT KARASALİHOĞLU