“Tarım Kültürü” dendiğinde ne anlaşılıyor acaba? Tarım kitabı okumak mı yoksa etnografik bazda tarihsel bir çalışmaya göz atmak mı?
Oysaki tarım kültürü dendiğinde, bir bitkinin yerliliği, onun tarımsal üretimi, üretimi için izlenen iklimsel ve atmosferik döngü, o bitkinin diğer bitki ve hayvanlarla olan etkileşimi, üretim için izlenen yollar, üretim araçları, onun sofraya geliş şekli, o bitkinin yetiştiği alanlara göre farklı tatlarla değerlendirilmesi, ticarete yansıması ve tüm bu süreçte onu yetiştiren insanların o bitkiye bağlı, yıllık olarak şekillendirdikleri yaşam tarzı olarak tanımlamak gerek.
Tarım kültürünün temelinde bir bitkinin bir toprak parçasında doğal olarak yetişiyor olması ve daha sonra da Neolitik Çağla birlikte kültüre edilmesi gerekmektedir. O toprağın iklimsel özellikleri, toprak özellikleri ve üzerine binlerce yıldır insanlar ile etkileşim içinde olması tarihsel tarım kültürünün bileşenleridir. Yani iklim, bitki, insan ve tüm habitatın binlerce yıllık birlikte yürüyüşüdür bu.
Bu bakış açısıyla gözümüzü Kastamonu’ya çevirdiğimizde pancar, keten, kendir, elma, üryani, armut, siyez ve ceviz gibi ürünler bölgemizin tarihsel tarım kültürünün başlıca örneklerini oluşturur. Pancardan şeker üretimi yapılabildiği bilgisi dünyada 250 yıllık topraklarımızda ise 150 yıllık bir geçmişi olmasına karşın bir besin olarak yukarıda saydığımız tüm ürünler bu toprakların öz çocukları. Bu topraklardan gelen geçen herkes bunlarla doydu, bunlarla tarım yaptı hatta bunlarla tarım endüstriyel hale getirilip ekonomik girdiyi sağladılar.
O yüzden ki bizler tarihsel kayıtlara baktığımızdaister arkeoloji isterse yazılı kaynaklara baktığınızda bu tarımsal ürünlerin Kastamonu’nun yegane endüstriyel ürünleri ve bu toprakların ekonomik besleyicileri oldukları görülür.
***
İlk olarak kıyılardaki keten ekimimiz yok oldu. Neredeyse tüm Karadeniz kıyısı gibi Kastamonu’da da kıyı şeridinin en önemli bitkisiydi. Keza, endüstriyel bir ürün haline getirilemedi ancak kıyının giysi olarak fanila, iç donu ve çarşafı gibi ürünleri yapılıyordu. Tohumunda da yağ yapılıyor ki artık keten (bezir) yağı üreten hiçbir yer kalmadı. Günümüzde Sinop ve Rize bu ürünü geleneksel kullanımından faydalanarak turistik hale getirmiş durumda. Biz ise hatırlamıyoruz bile kıyılarımızda bu ürünü yetiştirip çok geniş bir alanda kullandığımızı yakın zamana kadar.
Kendir geldiğimizde, arkeolojik verilere göre taa Neolitik Çağdan bu yana bu toprakların kadim bitkisi. Giydirmiş, evlerin damlarını kapatmış, inşaat malzemesi olmuş, çuval olmuş, halat olmuş vs. vs. vs… Osmanlı donanmasının en önemli kendir üreticisisin. 1960’lara kadar Taşköprü’de 75, Merkezde 60, Daday ve çevresinde 20 köy sadece bu işi yapıyor. 1927 sayımında esnafın 3’te 1’i kendir işinde. Hatta Mecitözü adı altında bölgeye has bir türü var ülkede tanınan. O derece büyük bir endüstriyel ürün yani. Hatta büyüklüğünü algılamak için eski belediyenin altındaki hanın yani Yanık Han’ın sadece bu pazara ait olarak yapılmasını bilmek bile yeterli olacaktır. Cumhuriyetle birlikte bu tarımı yapan köylü daha da kazansın diye Kendir Fabrikası açılmış 1940’ların ortasında. Ardından buna bağlı olarak SEKA Kağıt fabrikası açılır ki ülkenin sigara kağıdı ihtiyacı buradan sağlanır.
Pancara geldiğimizde, bu bitkinin şeker ile olan ilişkisi sonradan anlaşıldığından Avrupa’ya göre çok daha geç endüstriyel hale büründü. Ama pancar şeker üretimi özelliği bilinmeden önce de ekiliyordu bu topraklarda. Yiyecek olarak kullanılıyordu, küspe olarak hayvan yemiydi. Ekim alanı o kadar yaygındı ki 1960’ların başında devlet fabrika açarak hem şehir hem de ülke ekonomisine katkı sağlayan ender yerlerden biri haline getirdi Kastamonu’yu.
***
Neyse gelelim sadede… Ketenin elinden tutmamışız çoktan bitti. Binlerce yıllık bitkimiz, ismimizin özdeşleştiği kendir ekimi bitti çünkü plastikle savaştırılmadı, fabrikaları kapandı ve artık sadece tarihsel bir bilgi bizim için. En son pancar da yok ediliyor. Aslında tüm olup biten elbette ekonomik bir alışveriş, ama sadece bununla sınırlı değil. Aslında bu kentin insanlarının binlerce yıllık tarımsal hafızası siliniyor. Binlerce yıllık tarım kültürü hafızası yok ediliyor. İşte yukarıda söylediğimiz “tarım kültürü” tanımı bu. Bu toprakların insanı ile etkileşimde bulunan yerli bitkileri ile oluşturduğu, ekonomik, halk takvimi, iklim, atmosfer, göksel gözlemi, ekonomisi, mutfak kültürü yani aslında tam bir sosyoloji ile olan binlerce yıllık bağ yok oluyor.
Cumhuriyet bu kentte ilk olarak ne yapmıştı biliyor musunuz? İlk olarak Kastamonu’nun bu endüstriyel bitkileri hakkında oldukça sade dilde ancak bilgi ve pratik açısından çok değerli kitaplar çıkarmıştı. Rençberler bilinçlensin, daha sağlıklı tarım yapsın, daha çok kazansın diye. Halk Evleri Kastamonu Elması, Kastamonu Üryanisi, Kendir gibi kitaplar basarak ilk adımı atmıştı. Sonrasında Köy Enstitüsünü açarak her konuda olduğu gibi tarım konusunda da bilgili öğretmenler yetiştirmeye başladı. Çünkü oradan mezun olacak öğretmenler köylerde hizmet verecek, bilgileriyle çağdaş tarımı köylüye öğretecek Kastamonu’nun ürünleri daha da değer kazanacaktı.Tüm bu hamlelerin özünde yegane bir erek vardı. O da, “kendine yetersen bağımsız olursun”du…
Şöyle bir şey de var ki; hadi unuttuk ekmeyi, belki unutturulduk, fabrikalarımız kapandı, ekime dikime sınırlamalar getirildi sonrasında hiç tarımı yapılamadı ama o fabrikalar kapanırken kimse de çıkıp bir alternatif sunmadı, böylesi bir alternatif için çalışmadı… Yani tarım kültürü de onu yaratan köylü de o alandan ekmek yiyen de bir çeşit sahipsiz, bir başına bırakıldı…
Sonrası, sonrası mı..? İşte iç göç, yerini bulamamış kitleler, kaotik kentleşme her anlamda insanın ve insana dair Araf’ta kalmış bir hayat ve falan filan…
Ilgaz YÜCELER