Yüz yıl önceki İtilâf Devletleri cenahında bir değişiklik yok, sadece ABD biraz öne geçmiş görünüyor. Türkiye üzerindeki Sevr emelleri devam ediyor. Bölünmüş, parçalanmış küçük bir Türkiye arzu ediyorlar. Birbirlerini sevmeseler de, Türkiye söz konusu olunca hemen anlaşıyorlar. Son günlerdeki tavırları meydanda. Su uyur, düşman uyumaz derler ama ne yazık ki biz uyumuşuz. Hâlâ gaflet uykusunda olanlarımız var. Bugün de dikkatli olmalı; birlik ve beraberliğimizi güçlendirmeliyiz.
Bir asır öncesine gidelim, Millî Mücâdele başlarında Kastamonu’daki havaya bakalım. O günlerde neler olmuş, kim ne söylemiş?
15 Mayıs 1919 günü İzmir işgal edilince, ülkemizin her tarafında büyük bir endişe yaşandı. Zira bu bir başlangıçtı, gerisi de gelecekti. Nitekim düşmanlar Ege illerini işgal etti, her tarafı yakıp yıktı, binlerce insan vahşice öldürüldü. 16 Mayıs akşamı şehrin ileri gelen kişileri belediyede toplanmış ve ilk protesto telgraflarını ABD, İngiltere, Fransa ve İtalya’nın İstanbul’daki siyasi temsilcilerine göndermişler.
19 Mayıs Pazartesi günü büyük bir miting yapılmış Nasrullah meydanında. Aynı devletlere ayrı ayrı telgraflar çekilmiş, işgal protesto edilmiş. ABD’ye çekilen telgraf biraz uzun, dil ve üslup biraz farklı.
30 Mayıs günü müftü Hafız Osman efendinin girişimiyle yine geniş bir toplantı yapılmış. Vali bu toplantıdan padişaha bilgi vermiş.
Vaziyetin daha kötüleşmesi üzerine 9 Haziran Cuma günü, Şeyh Ziyaeddin efendi ve diğer ulemânın katıldığı büyük bir miting düzenlenmiş. Müftü Hafız Osman Nuri efendi konuşmuş, Hacı Mümin efendi duâ etmiş. Mevlevî dergâhı postnişîni Tahir Çelebi aşağıdaki telgraf metnini okumuş, halkın onayını almış. Birinci mitingin aksine telgraf bu kez tek metin hâlinde yazılmış. Padişaha, 9. Ordu müfettişliğine, İstanbul gazetelerine, Hürriyet ve İtilâf Sulh ve Selâmet Fırkasına, valilik makamına ve yukarıda adı geçen devletlerin İstanbul’daki siyasî temsilcilerine gönderilmiş. Telgraf metni şu şekildedir:
“Bugün Cuma namazının edâsından sonra, Kastamonu’nun ulemâ ve talebe-i ulûmu, meşâyıh ve dervişânı ve muallimîn ve müteallimîn, esnaf, tüccar ve zürrâ’, fırka içtihadlarındanmütevellid bilcümle ihtilâfâtı kâmilen terk edip, milletin tamâmiyet-i mülkiye ve istiklâliyesini ve memleketin müdâhalât-ı siyâsiye ve fi’liyesinden tamâmi-i mahfûziyetini te’min ve müdâfaâmaksad-ı mukaddesesiyle, şimdiye kadar emsâlinâmesbuk bir içtima’ akd ettiler.
Bu ictimâlarımızla şehrin bütün âfâkını tekbir ve tehlîllerle inleten Müslümanlar, bugünkü galiplerimize ve onlar nâmına her milletin kendi hakkında mâlik olacağını ve prensiplerinin on ikinci maddesine nazaran Türklerin de bu haktan istifâde edeceğini ilân eden Mösyö Wilson’un, bu esâsâtıyla bu defa yapılan işgallerin nasıl te’lîf edileceğini sormak istiyorlar. Eğer bu prensiplerde, bir işgal ve riyâ mündemiç değilse, bunlar niçin çiğneniyor ve hangi esâsaistinâden ekseriyet-i azimesitamâmen Müslüman ve Türk olan memleketlerimiz, ekalliyetlere peşkeş çekiliyor? Anadolu’muzun garp cihetlerini Yunan’a, cenup taraflarını İtalya’ya, şarkın bir kısmını henüz ispât-ı rüşt edip etmediği bile anlaşılamayan Ermenilere ne hakla verilmek isteniyor? Her taraf bilsin ve öğrensin ki,bütün târihleriyle, nüfuslarının ekseriyet-i kahiresiyle, mefâhir-i milliye ve dinîyesiyle bütün o muhteşem maâbidive müessir-i medeniyesiyle Türk ve İslâm olan bu yerler, hiçbir suretle teczi’ kabul etmez. Çünkü memleketimizin heyet-i mecmuâsındaki kudsiyyet sırf Türk’e aittir. Akdeniz’den yollarımızı kapamak ve sonra şarktan, cenuptan tazyik etmek bizlere hakk-ı teneffüs bırakmamak demektir. Fakat düşünmeli ki her fazla ve haksız tazyik gayretullâha dokunarak mütecâsirleri aleyhinde ummadıkları bir aksülamel tevlîd eder. İş bu meddeâyât-ı muhikkamızatârihin sahifeleri birer burhân-ı celildir ve hakikattır ki, târih bir tekerrürden ibarettir. Cihana pâyidar bir sulh temin etmek isteyenler, bu cebir ve gayr-ı tabii vaziyet karşısında seyirci kalamayacağımızı şimdiden öğrenmelidirler. Çünkü cebren yapılan her şey bir gün yine cebren yıkılmaya mahkûmdur. Galiplerimiz, Türkleri acaba bir millet olarak da mı tanımak istemiyorlar? Eğer böyleyse bin üç yüz senelik dinî ve millî mefâhirimizden, semâlara yükselen lâhûtîminârelerimizle bulutlarla öpüşen muhteşem kubbelerimizden hicâb etsinler. Yok, memleketlerimizin bize âidiyetlerinde şüphelenirlerse i’timat ettikleri mütehassısîn ile nüfuslarımızı, yerlerimizi, köylerimizi, âbidelerimizi karış karış gezip görsünler ve bu feryatlarımızla ismâ’ edemediğimizi hissettiğimiz hakikatleri görsünler ve bütün havâs-ı sâlime-i insânîleriyle düşünsünler ve bilsinler ki, her şey Müslüman ve Türk’ündür ve Türk kalacaktır.
Eğer bu açık hakikatlere kulak asmazlarsa, biz de ilân ederiz ki, te’sis edilmek istenilen o sun’î sulh ve müsâlemete ilk fırsatta karşı gelecek olan anâsır şimdiye kadar olmayan ve olmamaya azmeden üç yüz milyon İslâmınazâsından olan Türkler olacaktır ki, İslâmiyetin beka ve mevcudiyetine imân ve itimâdımız olan râbıta-i diniyesi her halde bu kıyâmın mahdut bir dâirede kalıp sönmesine meydan bırakmayacak ve her türlü inkişâfâtına zahir olacaktır. Binâenaleyh bir milyona karib bir nüfusu muhtevî ve tamamen Müslümanlık secâyâ-yı ulviyesiyle müveşşah bulunan vilâyetin bir Türk kalbinde feverân eden hissiyat neticesi olarak kararlaştırılan mevadd-ı âtiye, nazar-ı ittibâ-ı umûmîye vaz’ olunur:
- Müslümanlar artık zâhiri vaatlerle aldatılmamalıdır,
- Mösyö Wilson hiçbir kayıtla takyid etmeyerek bütün cihan milletleri nam ve hesabına ilân ettiği hak ve adalet prensiplerini biz Müslümanlardan da esirgemeyeceğini ilân etmelidir,
- Memleketimizin bin seneden beri Anadolu’daki İslâm ve Türk istiklâl ve teminat-ı mülkiyesini hiç kimsenin ihlâl edemeyeceğini müsellemât-ı cihan nâmınakendilerinde i’tâ-yı karar salâhiyetini görenler, hem bize ve hem bu hukuk-ı mukaddeseyigasba yeltenenlere hemen bildirmelidir,
- Velev muvakkat mâhiyetihâiz olsa bile, Yunan gibi sergüzeştçi milletlerin galiplerimizin mazhariyetiyle vâki olan işgallerine hem nihayet verilmeli ve hem sevgili Anadolu’muzun işgal edilen yerleri tahlîs edilmelidir,
- Şimdiye kadar mukaddes ve muazzam halife ve hâkanlarının emir ve işâretiyle can ve mallarını ve hulâsa bütün mevcûdiyetlerini hiçbir vakit fedâdan çekinmeyen bu millet, hâlâ o azim ve imânı taşımakla müftehir olduğunu cihâna ilân eder. Bu itibarla hâkanımızdan başka bir metbû’, idâremizden başka bir idâre ve istisnâiyet ve husûsiyet bilmeyiz, tanımayız ve kabul etmeyiz.”
MUSTAFA ESKİ