Büyük ve küçükbaş hayvan, balık fiyatlarının yüksekliği, ithalatla bile çözüm bulunamayan bir sorun hâline gelmiştir. Devlet çözüm arayışı içindedir. Mutlaka bulunacaktır. Terörün sona ermesi, nüfus artışının yavaşlatılması, işgal altındaki ruhsatsız yapılarla doldurulmasının ortadan kaldırılması, yem fiyatlarının düşürülmesi gibi dev sorunlu tedbirler et üretimini artırabilir deniliyor. Haydi hayırlısı.
Çocuk ve gençlik, ilk memuriyet yıllarımızın geçtiği 1940-1980 arasında Türkiye’de et ve süt sıkıntısı yoktu. Çünkü, nüfus 30-50 milyon civarındaydı. Doğu ve Güneydoğu Anadolu ile diğer bölge yaylaları hayvanlarla doluydu. Et, süt çok ucuzdu.
Et ve sütün bol ve ucuz oluşunun temelinde beslenme alışkanlıkları ve yoksulluk da vardı. Babam polis memuru olduğu hâlde, beş nüfuslu ailesinde kırmızı et nadiren yenirdi. Diğer komşularda da öyleydi. Kıyma, etli ekmek yapmak, tarhana çorbasına katmak için nadiren satın alınırdı. Ben 18 yaşına, maaşa geçinceye kadar köfte, tas kebabı, haşlama gibi et yemeği yemedim. Göl İlköğretmen Okulunda da et yemeği çıkmazdı. Kuru fasulye, nohutun içine katılan kuşbaşı etten 24 kişilik karavanayaancak 8-10 parça düşerdi. Kimin tabağına rast gelirse. Bir öğrenci sırtını döner, tabağın verileceği ismi söylerdi. Yani kurayla etli tabağa kavuşurdunuz. Hamsi balığı, palamut soğuk aylarda İnebolu’dan ucuza getirilirdi. Balıktan yana Kastamonulu daha şanslıydı. Tavuk eti kasaplarda satılmazdı. Ağır misafirlere, pazardan canlı horoz, tavuk alınıp kesilirdi. 1959-1960 yıllarında Kavak Köyü İlkokulu müdür ve öğretmeni iken beni denetlemeye gelen İlköğretim Müfettişi Seyfi Harmandal’ı bir horoz keserek ağırlamıştım. Misafirler, etli ekmek ve pastırmalı ekmekle doyurulurdu.
Halkın beslenmesinde kırmızı ete dayalı yiyecekler azınlıkta kalınca, Kurban Bayramı’nın doğal olarak önemi artıyordu. Kurban Bayramı’nın gelmesini dört gözle beklerdik ki doyasıya et yiyelim. Ağabeyim Özdemir Tan ve ben maaşa geçince (1957 ve 1959) bizim evde de bahçede düzenli kurban kesilmeye başlanmıştı. Bir yıl annem, bir yıl babam kurban kesiyordu. Genellikle koçtu kesilen hayvanlar. Koça binip Sırat Köprüsü’nden düşmeden geçeceklerine inanıyorlardı.
Kurban, sadece bayramlık değil muhtaç aileler için yıllık et demekti. Onun için hiçbir organı, bağırsakları dâhil ziyan edilmezdi. Babam, kurbanımızı genellikle tanıdığı bir kasap veya mahalleliye kestirirdi. Kurban Bayramı sabahı hiçbir şey yemeden kurbanın kesilmesini beklerdik. Açılan çukura akıtılan kandan annem alnımıza birer parmak dokundurur, o yıl hiç hastalanmayacağımızı söylerdi. Kurbanın karaciğer, böbrek ve akciğerleri itinayla hemen ayrılır, doğranarak bir tencerede kavrulurdu. Bayram sabahının yemeği bu kavurmaydı. Akciğerler o yıllarda temiz, lekesiz ve lezzetli olurdu.
Kurbanın üçte biri, kasap tarafından yedi parçaya bölünür, “pay” denilen paketler hazırlanırdı. Bu paketleri, mahalledeki fakirlere, yaşlılara “Annem, babam gönderdi.” diyerek dağıtmak biz üç kardeşe düşerdi. “Allah kabul etsin!” diyerek paketi alanların yüzlerindeki sevince şahit olurduk.
Kurban etinden, bir de haşlama veya tas hesabı yerdik o kadar. Annem, geri kalan kısmından kuşbaşı ve kıyma olarak kış için kavurup çömleklere bastırırdı. Bayram yaza rastlarsa, Araç Kavacık köyünde ceviz kütüğü üzerinde satırla kıyma yapmaya biz de yardım ederdik. Kurban kavurması kış boyunca yemekleri tatlandırırdı.
Kurbanın bilindiği gibi üçte birinin de eş dost ve akrabalarla yenilmesi gerekir. Bayram ziyaretleri sırasında öğle ve akşam yemeklerinde de bu âdet yerine getirilirdi. Böylece, Bayram boyunca, dört gün midemize et girmiş olurdu.
Kastamonu merkezinde, iki bahçeli evde kirada oturduk. İkinciyi sonradan satın aldık. Annem, bahçemizde daima tavuk beslerdi. Babam izin verse, komşulardan utanmasa inek dahi yetiştirirdi. Her zaman taze yumurta yiyebildik. Kışa doğru, babam bir hindi getirtirdi köylülerden. Bu hindi iki ayda 8-10 kiloluk, besili bir hayvan olurdu. Yılbaşına bir gün kala bu hindiyi keserdik. Karnımız 31 Aralık ve 1 Ocak günleri de hindi etiyle doyardı. Bandırma/banduma mutlaka yapılırdı. Kurban etinin dondurulmuş kıymasından bir iki kaşık mutlaka ilave edilerek bayat ekmeklerden yaptığımız tiritlerin tadını da hâlâ hatırlıyorum.
Kurban Bayramlarının unutulmaz anlarından biri de Ramazan Bayramı’nda olduğu gibi beş vakit kaleden atılan bayram toplarıydı.
Şehirde birkaç tane dönerci ve köfteci vardı. Pastırma ve sucuk satan daha çoktu. Bunlar ihtiyacı karşılardı. Yoğun bir kebap, köfte tüketimi yoktu. Bu sebeple, et fiyatları hiçbir zaman konuşulmazdı, sorun olmazdı. Devlet isterse boşalmış köylerden başlayarak tarım ve hayvancığı geliştirebilir. Verilen teşvikler, şehirliyi köye çekemiyorsa başka tedbirler düşünmek gerek. Ben söylesem kimse inanmaz. Edebiyatçıyım diye. Ziraat ve hayvancılık mühendisleri, veterinerler, ekonomistler diplomalarının hakkını versinler.
Bu yazı vesilesiyle, hemşehrilerimizin Kurban Bayramlarını kutluyoruz. Daha nice bayramlara!