Bir önceki yazıda Kastamonu’ya gelişimi, ilk şaşkınlığımı ve nasıl alışmaya başladığımı anlatmıştım. Ancak şehre ve insanlarına tam alıştım derken Dikmen Tepesi’ni, Yaralıgöz, Ilgaz ve Küre Dağlarını, tek bir soğuk nefeste bembeyaz dev heykellere dönüştüren Kastamonu’nun kışı, sadece birkaç saatte Oluklu, Suğla, Belören Yaylalarından inip, tüm ilçeleri, köyleri yutarak gelerek, Çukurova sıcağında büyümüş bünyeme tüm şiddetiyle çarptı.
Gelmeden önce Kastamonu’nun soğuğunu, karını bilmiyor değildim. Bu tüm coğrafyayı kaplayan beyaz, soğuk örtüyü öyle sıcak tasvirlerle anlatan cümleler okumuştum ki, merak da ediyordum. Hatta üzerine bir de hayal kurmuştum.
Kar her yeri ışıldayan coşkusuyla kapladıktan birkaç gün sonra arkadaşlarım arabayla Kastamonu’nun ilçelerine bir gezi teklif ettiler, ben de tereddütsüz kabul ettim. Kurduğum hayali gerçekleştirme fırsatını neden kaçırayım? Çantama o sırada okuduğum kitabı da atıp, arkadaşlarımla yola çıktım.
Daday, Azdavay, Şenpazar, Cide’nin köyleri, platoları, dağları arasında uçsuz bucaksız masallara layık bir kış manzarasının içerisinden geçerek günlerce dolaştık. Her gittiğimiz, konakladığımız yerde, hayalimi gerçekleştirebileceğim uygun bir yer aradım ve sonunda Sarnıç Köy civarında bir düzlükte “İşte burası” diye bağırdım! Araçta arkadaşlarım da ben de dakikalardır sessizce doğayı seyrederek yol alıyorduk. Bu ani çıkışım, araçta bir kahkaha zincirine neden olmuştu. Arabayı kullanan arkadaşıma durmasını söyledim ve soğuğu, buzu hiç umursamadan kendimi dışarı attım. Arkadaşlarım, şaşkınlıkla beni izliyorlardı.
“İşte burası” dedim, “Hayalimi burada gerçekleştirebilirim”. Gittikçe garip bir hal almaya başlayan davranışlarım nedeniyle arkadaşlarım merakla gülüşüyorlardı. “Gerçekten burada benim için önemli olan bir hayalimi gerçekleştirebilirim” dedim. Arabanın arkasındaki çantamdan kitabımı ve portatif piknik sandalyelerinden birini çıkardım. Kitabın kapağını arkadaşlarıma göstererek, hayalimi anlatmaya devam ettim, “Bu kitabı ilk okuduğumda, bir gün Kastamonu’da doğayı kaplamış uçsuz bucaksız karların ortasında tek başıma oturarak bir daha okumayı hayal ettim ve işte bu hayalimi gerçekleştirmek için en uygun andayım, lütfen anlayışla karşılayın”.
Arkadaşlarımın gülüşmeleri buz kesildi. Soğuktan değil şaşkınlıktan yüzleri öylece donup kaldı. “Siz gidin köye, ben şu tarlanın ortasında karların içerisinde en az 2 bölüm okuyacağım. Beni 2 saat sonra alın” dedim. Ya delirdiğime kanaat getireceklerdi ya hayalime razı olacaklardı. Beş, on dakika kadar beni hayalimden döndürmek için ikna etmeye çalıştılar. Gerçekleştirmek istediği bir hayaliyle kavuşmanın tüm şartları oluşmuşsa, nasıl o hayali yüzüstü bırakır ki insan?
Diyorum ya her fırsatta, Kastamonulu arkadaşlarım harika insanlardı diye. Beni ikna edemeyeceklerini anlayınca, üşümeyeceğime ikna olana kadar giydirdiler. Gözün gördüğü her yer karlarla kaplı ormanlar, platolar, tarlalar, ortasında elimde bir kitap ve ben. Arkadaşlarım, hayret ve tedirginlikle bu manzaraya seyrederek, iki saat sonra beni almak üzere uzaklaştılar.
İnsan, hayal kurabildiği ve kurduğu hayalleri gerçekleştirebildiği için medeniyet oluşturabilen yegâne canlıdır. İnsanları iyileştirebilme hayalimiz bitmediği için modern tıp var, sınırsız bilgi paylaşabilmeyi hayal ettiğimiz için İnterneti icat ettik. Kimimiz zengin olma, kimimiz dünyayı değiştirme hayalleriyle ömrümüzü geçiriyoruz. Ancak birçok zaman bizi insan yapan en önemli ayrıcalığımız, hayal kurma yeteneğimizi maalesef küçümsüyoruz. Hayaller kursak bile toplumun, öncelikli hayati ihtiyaçlarımızın baskısıyla hayallerimizi gerçekleştirebilecek adımları atmıyoruz. Hayallerimizi sahiplenmeliyiz. Basit ya da gülünç görünen bir hayalin, sadece gözünüzde canlandırdığınız bir anın, manzaranın gerçekleştirilebilmesi bile bizleri daha karmaşık, daha faydalı, zor hayaller kurup onlara erişebilme yolunda çok daha cesaretli kılacaktır.
Orada, o gün, hayalini kurduğum ve gerçekleştirdiğim manzaranın merkezinde hayatımın en yalın, en dürüst, en kimliksiz ve aydınlatıcı saatlerini geçirdim. Küçük de olsa hayal kurup gerçekleştirmenin insana verdiği ilhamın, gelişim ve değişim azminin değerini anlamaya sanırım o gün başladım.
Kitabı da merak ettiniz değil mi? Kitabı ve yazarını bu yazıdan aklınızda en çok o kalsın diye sona sakladım. Tahmin de etmiş olabilirsiniz, Kastamonu’da, karların ortasında Rıfat Ilgaz’dan başka kimi okumayı hayal edebilir ki insan? O gün okuduğum kitabı da Yıldız Karayel. Rıfat Ilgaz’ı unutmayın, okuyun, okutturun, hayallerinizi gerçekleştirmekte büyük yardımı olacaktır.
HALUK LEVENT