Evvel zaman ülkemizin meyve depolarından biriydik, ürettiğimiz “katma değer” zengini ürünlerimiz Avrupa limanlarına inerdi, gel zaman git zaman, limanlar yerli yerinde ama bizde meyve kalmadı…
Varlık içinde yokluğa hapsettik kendimizi.
Nasıl becerdik?…
“Göz göre göre”.
“Elma, erik, armut”…
Envai meyve.
“Daday Çayı” misal…
“Bereket” deryasıydı.
Daday’ı Taşköprü ovasına bağlayan vadide envai meyve kök salmıştı asırlar boyu…
“Kökünü kuruttuk”.
Ala erikten “üryani”…
Erik ağacı bırakmadık.
20 ceşit armut vardı…
“Numune” kalmadı.
İsmi “Amasya elması” olsa da vatanı “Kastamonu”…
Elma ağaçlarını kestik.
Elmas bulmaktan zor…
Amasya elması bulmak günümüzde.
(Amasyalılar da elmayı bırakıp şeftaliye döndüler peyderpey…
Vay ki Amasya elması vay.)
Kalan tek tük elma bahçeleri sökülüyor şimdi Kastamonu-Daday hattında…
Yem bitkisi tarlası yapılmak üzere.
Elma bahçesiydi…
Mısır silajı tarlası olacak.
Bahçe ile uğraşacak ne “nitelikli” ne de “niteliksiz” emek kaldı bölgede…
“Budamacı” dışarıdan geliyor varın siz hesap edin.
“Don” vurmasa…
“Kuraklık” başa bela.
Meyve ağaçlarının yerinde…
Mısır koçanları boy veriyor.
(Elma “yerli”…
Mısır “ithal”.
Yerli tohumu kaybettiğimize mi yanalım?…
İthal ve hibrit tohuma esir olduğumuza mı?)
Kastamonu elindeki potansiyeli her geçen gün bir bir kaybediyor…
“Çoraklaşıyoruz.”
“Elma, erik, armut” deyip geçmeyelim…
“Cansuyudur” hayatın.
MUSTAFA AFACAN