Koronavirüs salgınının şerrinden çıkan hayır “yerli tarımsal üretim” kıymetinin bir kez daha gündeme gelmesi oldu, iyi de, nerdeyse “yerli tohum” kalmadı ki “yerli üretim” olsun, “laf ola beri gele” hamasetin ötesine varmayan bir “yerli üretim” ortamındayız ne acı ki…
“Yerli üretim kalesi” Kastamonu’da bile yerli tohum ve üretimin hali muamma.
Üretici “yerli”…
Bahçedeki domates “yabancı”.
Tarladaki buğday “el”…
Ormandaki böğürtlen “hakeza”.
Kastamonu çiftçisinin geleceğini düşünen var mı?…
Siyaset esnafından meslek odalarına, bilim dünyasından sivil toplum örgütlerine kadar “yerli tohum ve üretim” namına esaslı bir adım atıldı mı?
“Atalık tohum ölsün mü?” sorusunun bir anlamı kalmadı…
“El fatiha” ruhuna çünkü.
TBMM’de 31 Ekim 2006 tarihinde yasalaşan 5553 numaralı “Tohumculuk Kanunu” ile ülkemizde yerli tohum “ticareti” yasaklandı ve çoğunluğu uluslararası yabancı şirketlerin ürettiği “hibrit” tohumlar tarlaya, bahçeye, ormana tam anlamıyla “boca edildi”…
“Bu Kanunun amacı; bitkisel üretimde verim ve kaliteyi yükseltmek, tohumluklara kalite güvencesi sağlamak, tohumluk üretim ve ticareti ile ilgili düzenlemeleri yapmak ve tohumculuk sektörünün yeniden yapılandırılması ve geliştirilmesi için gerekli olan düzenlemeleri gerçekleştirmektir. Bu Kanun; tarla bitkileri, bağ-bahçe bitkileri, orman bitki türleri ve diğer bitki türleri çoğaltım materyaline ait çeşitlerin ve genetik kaynakların kayıt altına alınması, tohumlukların üretimi, sertifikasyonu, ticareti, piyasa denetimi ve kurumsal yapılanmalar ile ilgili düzenlemeleri kapsar.”
(Atalık tohum, çiftçinin elindeki “kadim” ve kendinden üreyen tohum; hibrit tohum ise iki veya daha fazla cinsin laboratuvar ortamında saflaştırılması ve türler arasında çaprazlama yahut melezleme yöntemiyle elde edilen ve “üreyemeyen” ya da “kısır” tohum anlamı taşıyor…
Çiftçi atalık tohumunu her yıl yeniden ekebilirken, hibrit tohumu her yıl yeniden satın almak zorunda tohumculuk şirketinden.)
Kastamonu çiftçisi 2006 yılından itibaren “resmen” yabancı tohumculuk şirketlerine mahkum edildi mi edildi…
Yetmedi, yöreye yabancı hibrit tohumu yaşatmak için envai kimyasal ilaç ve gübre girdisine de mahkum edildi mi edildi…
(Kime kabahat bulacaksın?…
Çiftçi kooperatifleri bizzat bu girdileri çiftçiye pazarlamak için piyasada aktör olmadılar mı?)
Çiftçi, tohumculuk şirketlerine mahkum edilirken…
Millet de kanser başta olmak üzere envai hastalığın kucağına itildi mi?
“Bağışıklık” deniliyor koronavirüs salgınına dair misal…
Bağışıklığı çökerten etkenlerden biri sağlıksız “hibrit” tohumlardan elde edilen sağlıksız gıda ürünleri değil mi?
Kanser başta olmak üzere beslenmeye dayalı hastalıklar her geçen gün ülkemizde tırmanıyor…
“Dur” demenin bir yolu da “hibrit” dalgasının önüne geçmek değil mi?
Hibrit tohumun en önemli zararlarından biri de “milli güvenlik”…
Yabancı tohumculuk şirketleri ülkemize tohum ticaretini durdursa “açlık” kapıda mı? Tohumu olmayan ülke “bağımsız” mıdır? Tohum, bir nevi aşı değil mi?
Çiftçi başta olmak üzere milletimizin başına örülen püsküllü bela ortada…
Bari bugünden sonra ses verelim.
Not: Parti ismi vermeden yazıyorum…
TBMM’nin konuya yaklaşımını.
Şubat 2019 tarihinde TBMM’ye verilen “Yerel tohumların terk edilerek ithal hibrit tohumlara geçilmesiyle kanser ve beslenmeye bağlı hastalıklarda ne kadar artış oldu?” konulu araştırma önergesi oy çokluğu ile reddedildi…
Mart 2020’de TBMM’ye verilen “Ata tohumunun desteklenmesi, üretilmesi ve teşvik edilmesi” kanun teklifi de aynı yolun yolcusu oldu.
Her iki öneriye Kastamonu milletvekillerinin ne yönde oy verdiklerini bilmiyorum…
Açıklarlarsa öğreniriz.
MUSTAFA AFACAN