“Kadın dayanışması ve imece anlayışı ise en önemli desteklerimizden biri. Kadınlar herhangi bir konuda ikna oldular mı, inanılmaz bir güçle işe sarılıyorlar, bu çok önemli ve değerli bir destek benim nazarımda.”
Psikolog Dr. Aysın Turpoğlu Çelik’le söyleşi
- Aysın Hocam kısaca sizi tanıyabilir miyiz?
Ben kendimi hep bir İstanbullu olarak tanımlamışımdır. İstanbul, benim doğduğum büyüdüğüm, aşkla sevdiğim, uzak kaldığımda burnumda tüten çok özel ve güzel bir şehir. İstanbullu olmanın bir ayrıcalık olduğunu düşünmüşümdür hep. Binlerce yılın imbiğinden süzülüp gelmiş bir kültürün, tarihin ve Ulu Yaradan’ın özenip bezenip yarattığı çok özel bir doğanın parçası olmaktır İstanbullu olmak.
İstanbul Kız Lisesi Mezunuyum, yükseköğrenimimi İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi, Psikoloji Bölümü’nde tamamladım, Yüksek lisansımı, İstanbul Üniversitesi, İstanbul Tıp Fakültesi’nde yaptım. Doktoram ise yine İstanbul Üniversitesi, İşletme Fakültesi, Yönetim ve Organizasyon A.B.D.’ndadır. Gördüğünüz gibi okullarım da İstanbulludur benim gibi.
Özetle, psikoloğum, hem psikoterapist hem de iş psikoloğuyum yani endüstri ve örgüt psikolojisi uzmanıyım, psikoloji alanında iki şapkam var.
İstanbul Kültür Üniversitesi’ndeki son akademik görevimden 2018 yılında ayrıldım. Akademik görevimin yanında, kurucusu olduğum psikolojik danışma merkezi de bireysel ve örgütsel düzeyde danışmanlık hizmetleri de sunuyordum. Artık mesleki faaliyetimi serbest psikolog ve psikoterapist olarak sürdürüyorum.
- Kastamonu ile bağlantınızı öğrenebilir miyiz?
Benim anne tarafından köklerim Balkanlar ve Bursa’da, baba tarafından ise Kastamonu’da. Turpoğlu soyadının son temsilcileriyiz ben ve kardeşlerim. Babamın baba tarafından yaklaşık 400 yıllık bir soy ağacı olan bir aileden, “Turpoğlugiller” ailesinden geliyorum. Babamın doğduğu konak, çayın hemen yakınındaydı, 50’li yıllarda koruma altına alınmıştı ama sonra yıkılmış. Sanırım şimdi üzerinde ya Emniyetin ya da yanındaki AVM’nin binası var. Aycılar Mahallesi, şimdilerde adı bile değişmiş. Bunların yanı sıra Turpoğ Çarşısı, Turpoğ Hamamı gibi başka tarihi eserler de vardı, babam hepsini göstermişti ama şimdilerde izine rastlayamıyorum, belki ulaşırım, ümidimi yitirmedim henüz.
Aycılar Mahallesinin adı, benim ailemin verdiği hizmetten geliyor, “Aya bakmak”tan. Yüzyıllar boyunca ailem bir tür rasathane işlevi görmüşler Kastamonu’da, aya bakmışlar, gözlem yapmışlar. Düşünsenize o zamanlar radyo yok, televizyon yok, telefon yok, şimdi kullandığımız hiçbir teknoloji yok. O zaman ne yapacaksınız? Tabii ki gözlem yani rasat.
Biliyorsunuz, İslam ay takvimi kullanır ve “vakit” İslam’da özel bir anlam taşır, hem günlük namaz ibadetinin hem de diğer ibadetlerin eda eylenmesi için çok önemlidir. Günlük beş vakit namazın hangi saatlerde kılınacağını bilmek kadar Üç Aylar, Kandiller, Ramazan ayı, teravih namazı, iftar ve sahur saatleri, bayram namazı, hac ziyareti vd. ibadetlerin ne zaman yapılacağını bilmeniz için hem ayın hareketlerini hem de güneşin doğuş ve batış zamanını bilmeniz, bunun için de gökyüzü hareketlerini takip etmeniz gerekir.
Bu yanıyla babamın doğduğu konağın “muhafaza” edilmemiş olması, hatta bugün bir Türk İslam müzesi haline getirilmemiş olması içimi acıtıyor hep. Muhafaza sözcüğünü tırnak içinde söylememin nedeni, aslında doğru dürüst hiçbir şeyi muhafaza etmediğimiz, koruyup kollamadığımız halde kendimizi muhafazakâr bir toplum olarak tanımlıyor olmanın çelişkisini vurgulamak.
Bu arada vurgulamak isterim, babamın ana tarafı ise Ellezler, babaannemin doğduğu Ellezler Konağı, Hz. Pir’in yakınlarında ve neyse ki hala ayakta.
- Kastamonu ile bağlantınız başka şehirlerde yaşadığınız sürece nasıl devam etti?
Baba tarafından yakın akrabalarımız Kastamonu’da yaşadığı için bağımız yakın zamana kadar kopmamıştı. Kastamonu’ya ilk geldiğimde küçük bir çocuktum, beş altı yaşlarımda. Babamın teyzesi, ailesi ile birlikte Hz. Pir’in yakınlarında çok güzel bir konakta yaşıyorlardı, (hala ayakta mı bilmiyorum). Evin arkasında meyve ağaçlarıyla dolu kocaman bir bahçe; ön tarafında ise muhteşem güller yetişen daha küçük bir bahçe vardı. Çocuk gözümde bu bahçe cennet gibiydi, şehirde, apartmanda doğmuş bir çocuk için olağanüstü bir deneyimdi orada yaşadıklarım.
O güzel bahçeye, meyve ağaçlarının altına up uzun sofralar kurulurdu, bembeyaz örtüler serilmiş, yemekten sonra kocaman bakır siniler içinde taze ve kuru yemişler gelirdi sofraya ve tavşankanı demli çaylar ve biz çocuklar o sırada, ışıklar içinde uyusun rahmetli büyük eniştemle çoktan saklambaç oynamaya başlamış olurduk, bahçede akşam karanlığında oynanan o çok keyifli saklambaç oyunları, bunca yıldan sonra zihnimde hala tap taze. Ağır ceza yargıcıydı ve hayatım boyunca tanıdığım en sevimli ve komik insanlardan biriydi. O güzelim evde, hindi ya da tavuğun lades kemiğiyle oynanan ve günlerce süren lades oyunlarını da hep o kazanırdı bin bir türlü desiseyle.
Pastırmalı ekmek, kel simit, bin bir türlü doğal ve nefis kahvaltılıkla yapılan pazar sabahı kahvaltısı, tadı hala damağımda saklı muhteşem öğle ve akşam yemekleri: Kastamonu mutfağı, kültürü ve mimarisine düşkünlüğümün sırları o güzel çocukluk anılarımda saklı sanırım.
- Kastamonu’ya yerleşmeye nasıl karar verdiniz? Neden Kastamonu?
Ben yaşamım boyunca, 2019 yılında Daday’a yerleşinceye kadar hep İstanbul’da yaşadım. Uzun ya da kısa seyahatlerim oldu dünyanın dört bir yanına ama hep döndüm dolaştım İstanbul’a geldim. Ama üzülerek söylemem gerekirse son 28 yıllık süreçte maalesef İstanbul artık benim için yaşanabilir olma özelliğini yitirdi. Birileri bir gün bana deseydi ki sen bir gün İstanbul’u bırakıp başka bir yere taşınacaksın, şaka yapıyorsun der, güler geçerdim.
Düşünebiliyor musunuz, ormanların imara, göğü delen plazalara, havaalanlarına, otoyollara, köprülere, tünellere kurban verilmesi nedeniyle havadaki oksijen oranı %15’ler düzeyine inmiş. Oysa biz insanların biyolojik yapısı %20 oksijene göre tasarlanmış, bu oran düşünce nefes alamıyorsunuz.
Ayrıca aşırı yapılaşma nedeniyle tüm çocukluk, gençlik ve yetişkinlik anılarımın üzerine beton dökülmüş gibi hissetmeye başlamıştım, zaten akademiyle de ilişkim de kesilmişti, artık İstanbul’da kalmak gibi bir zorunluluğum kalmamıştı. Antalya’yı düşündüm, Muğla’yı, Edremit ve Ayvalığı, Çanakkale’yi; hatta Çanakkale’de yatırım yaptım, bir yıla yakın gidip geldim ama kendimi oraya ait hissedemedim bir türlü.
Bu süreç içinde Daday, Barış At Çiftliği’nde tatil yaptım, Daday’ın doğasına vurulmamın nedeni bu tatildir. Çocukluk ve gençliğimin bir çiftlikte geçmiş olmasına, doğayla çok haşır neşir olmama karşın, “aysız, pırıl pırıl bir gecede, gök kubbenin altında olmanın ne müthiş aşkın bir deneyim olduğunun ayırdına ve tadına burada vardım, saatlerce kalmıştım dışarıda, canım odaya girmek istememişti.
Bu tatilde, İksir Hanım ile tanışma olanağım oldu, tatilden sonra ilişkimiz devam etti, onun da etkisi oldu karar vermemde, “buraya çok katkınız olur, ne iyi edersiniz yerleşirseniz, sizi Daday’a kazanmak isteriz” demişti, bununla kalmamış, Ballıdağ’dan Yumurtacı Göleti’ne kadar adım adım gezdirmişti Daday’ı. Nereden nereye, İksir hanım, benim çok sevdiğim öğrencilerimden biri olan Tekin’in halasıymış aynı zamanda, Dünya çok küçük.
El değmemiş doğası, kültürel, tarihi zenginliği ile baba topraklarım beni çağırmış olmalı, bu çağrıya yanıt olarak 2019 yılında geldim Daday’a, bir ev ve tarla kiraladım, tarım yapmaya başladım. 2020 yılında Akpınar’dan bir tarla aldım, mesleki faaliyetim yanında tarımla da uğraşmaya devam etmek istiyorum, özellikle de tıbbi ve aromatik bitkiler yetiştireceğim. Bu yıl fidanlarım toprak ile buluşuyor, kısa bir zaman içinde çiftlik evime yerleşmiş olacağım.
- Psikolojiden tarım/toprak kültürüne geçmek nasıl oldu?
İnsan bütünsel bir varlık. Çok sevdiğim bir Hint deyimi vardır “ne yiyorsanız osunuz” diye. Bence bu deyim yalnızca besinlerimizle sınırlı değil, hava, su, besin dâhil, insan ilişkileri, bize sunulan eğitim ve öğretileri de kapsıyor. Bizim bedensel/ruhsal bütünlük ve sağlığımızı sürdürebilmemiz ancak en geniş anlamıyla “temiz ve doğal çevrede” olanaklı.
Ya tarım/toprak kültürü ya da psikoloji değil yaklaşımım, “hem tarım/toprak hem de psikoloji” biçiminde. Bir şifacı olarak ikisini bir arada yürütmek niyetindeyim. Danışanlarımın, doğa ananın şifalı eli değdiğinde çok daha iyi sonuçlar alacağına inanıyorum. Bu aynı zamanda yeni bir psikoloji/psikoterapi akımı; niyetim bundan böyle doğayla bütünleşik grup çalışmaları yapmak ve danışanlarımın, çok daha hızlı ve etkin biçimde şifa bulmalarında aracılık etmek.
- Bölgede ön plana çıkartılması gereken bitki ya da tarım kültürü öğeleri nelerdir ve siz şu ana kadar neler yaptınız?
Kastamonu ve Daday çok zengin bir fauna ve floraya sahip bir bölge. Sarı kantarondan altın otuna, kara hindibadan mürvere kadar inanılmaz zenginlikte tıbbi aromatik bitkiye ev sahipliği yapıyor.
Ben üç yıl önce Daday’a yerleştiğimde, yöre halkı kara mürvere “mundar ağaç” diyordu, her fırsatta söküp söküp atıyorlardı. “bahçenizden mürver toplayabilir miyim?” diye sorduğumda, “köküyle al git” diyorlardı.
Yaptığım ilk işlerden biri, bir wathsapp grubu kurmak, ilgi duyanları bu gruba almak ve bir dizi tıbbi aromatik bitki eğitimi düzenlemek oldu. Pandemi koşullarından yararlanmış, Türkiye’nin bu alandaki çok değerli hocalarından, internet yoluyla eğitimler almış olduk. Biliyorsunuz, Latince adı sambucusnigra olan kara mürver, özellikle bağışıklığı arttıran çok değerli bir tıbbi bitki. Şimdi artık yalnızca Daday’da değil, Kastamonu’da da kara mürverin değeri bilinir oldu. Üryani de çok değerli bir tıbbi bitkidir, başta bu iki çok önemli ürün olmak üzere tıbbi bitkilerle ilgili çalışmalarımızı sürdürüyoruz.
- Meyre Dadaylı Kadın Girişimciler Kooperatifi hakkında bilgi verir misiniz?
Kurucularından biri olacağım ‘Meyre Dadaylı Kadın Girişimciler Kooperatifi’nin altyapı çalışmalarını sürdürüyoruz. Biraz sanki bebek adımlarıyla ilerliyormuşuz gibi görünüyor ama kararlı bir biçimde ilerliyoruz. Bu dönem iki büyük proje üzerinde yoğunlaştık, biri gıda, diğeri yerel/geleneksel tekstilimiz alanında, maalesef ekonomik kriz koşulları bizim eş finansman ihtiyacımızı çok olumsuz bir biçimde etkiledi, projelerimizi geciktirdi ama vazgeçmiş değiliz, içinde bulunduğumuz koşullardan bir çıkış yolu bulabilmenin çarelerini arıyoruz, mutlaka bulacağız, hiç kuşkum yok, eminim.
- Yakın ve ilerleyen süreçteki proje ve amaçlarınız neler?
Ben aynı zamanda Dadaylı Kadın Girişimciler Derneği’nin başkanıyım. Bu dönem dernek olarak 400 adet üryani fidanı ile kapama bahçeler kuracağız. Fidanlarımız hazır, bu ilkbahar, en geç sonbaharda fidanlarımız toprakla buluşacak. Kara mürver fidanlarımız da yolda. Amacımız, Daday’daki üryani ve mürver rekoltesini arttırmak. Kapama bahçelerimizden ürün toplama aşamasına gelinceye kadar, sömürmemek koşuluyla doğadan toplamaya devam edeceğiz.
Başta don olmak üzere tarımsal üretimle ilgili ciddi sıkıntılarımız var, çevre krizinin olumsuz etkileriyle başa çıkabilmek için çözüm arayışlarımız sürüyor, ciddi çalışmalar yapıyoruz, danışmanlık hizmetleri alıyoruz. Gıda analizleri ve AR-GE çalışmaları yapıyoruz bir yandan.
Ben aynı zamanda, Kastamonu SlowFood Birliğinin üyesiyim, birliğimizin temel ilkesi “iyi, temiz ve adil gıda” üretimidir. Daday’da, bu temel ilkeye uygun biçimde tarımsal üretim yapmak ve zehirsiz sofralar hedefimize ulaşmak istiyoruz. Aynı zamanda hiçbir çocuğun yatağına aç gitmesini, yatağında üşümesini istemiyoruz, bunun için hane halkının gelir ve gönenç düzeyini arttırmak istiyoruz. Bu çabalarımızı, içinde gastronomi, tekstil ve turizmin yer aldığı tarımsal kalkınma projesi olarak da tanımlayabilirsiniz. Kalkınmanın ilk koşulu üretim artışı sağlamaktır ama altını çizerek vurgulamak istiyorum, “zehirsiz” üretim sağlamak. GDO’suz, suni gübresiz ve tarım zehirsiz üretim.
9- Yaptıklarınız ve yapmak istediklerinizde destek ve engeller nelerdir?
En büyük engelimiz, kültürümüze özellikle 1980 sonrasında daha sıkı bir biçimde yerleşmiş olan çeşitli toplumsal “ön kabuller”. Emek vermeden yaşamak, “köşe dönmek”, “işini bilmek”, yasa tanımamak, ilke ve kurallara uymamak, etik ve estetik değerlerden yoksun olmak, vs. Bunların içinde belki de en önemlisi “öğrenilmiş çaresizlik”. Beni en çok yoran sorun bu sanırım.
Kıt kaynaklar ya da var olan kaynakların gerekli ve yeterli bir biçimde, adil ve dengeli olarak kullanılamayışı bir diğer önemli engel. Kimi zaman çok küçük bir maddi kaynakla çözümleyebileceğimiz şeyler için çaresizlik hissetmek acı verici.
Kadın dayanışması ve imece anlayışı ise en önemli desteklerimizden biri. Kadınlar herhangi bir konuda ikna oldular mı, inanılmaz bir güçle işe sarılıyorlar, bu çok önemli ve değerli bir destek benim nazarımda.
- Kadın gücü ve kadın kooperatifleri neden önemli?
Yineleyerek söylemem gerekirse, kadın olmak ve dayanışma içinde olmak çok büyük bir güçtür. Özellikle de ana olmuş bir kadın kadar güçlü bir varlığın olmayacağına inanmışımdır her zaman. “Uşağıma üç gündür süt alamadım hocam”, ya da yanındaki beş-altı yaşlarındaki çocuğuyla birlikte gittiği dükkanda satıcıya, satın aldığı altı tane çay bardağının ücretini, eğile büküle “bunu da deftere yazar mısın abi” diyen bir kadının; eğer harekete geçmesini sağlayabilir, yolunu açabilirseniz, üretimde harikalar yaratacağından emin olabilirsiniz. Yapmamız gereken şey, onun çaresiz olmadığını anlamasını ve atıl duran o müthiş dişil enerjisinin akmasını sağlamak. Bunun yolu da kadın kooperatiflerinden geçiyor bence.
- Kastamonu / Daday’da yaşadığınız süre içerisinde kadının konumu ve olması gereken yer hakkında gözlem ve önerileriniz neler olabilir?
Anadolu’nun diğer bölgeleriyle karşılaştırırsanız, özellikle Daday’da yaşayan kadınların koşullarının çok daha iyi olduğunu görebilirsiniz. Çok sevdiğim bir arkadaşım beni ziyarete gelmişti Daday’a, geldiğinin ertesi günü alışveriş yapıyorduk çarşıda, “ben çok sevdim Daday’ı” dedi. Neden diye sordum, “hangi dükkâna girsek karşıma bir kadın çıkıyor da ondan” dedi. Gerçekten, çay bahçesi, fırın, kasap, market, hemen bütün dükkânlarda hep kadın vardı karşımızda. Bana göre arkadaşım haklı, kadının konumu göreceli olarak daha iyi ama yeterli mi, hayır. Daday’da kadınlar, eşlerinden çok kayın ana ve babalarının baskısı altındalar ve ataerkil düzenin ağırlığını taşıyorlar. Çalışıp, üretmelerine karşın kadınlar, maalesef ekonomik olarak bağımsız değiller.
Kadının ekonomik bağımsızlığının olmadığı bir konumda kadın erkek eşitliğinden söz etmemiz olası değil. Bu nedenle kadının hem ekonomik özgürlüğünü, hem de özgürlüğünün bilincinde olmasını sağlamamız gerekiyor.
Örnek vermem gerekirse, geçen yıl, derneğe üye yapmak istediğim hanımlardan biri, üye olmak için kocasından izin almak zorunda olduğunu, zaten dernek aidatını ödeyecek gücü olmadığını söyledi; yıllık aidatımızın çok düşük bir tutar olduğunu vurgulamak isterim. Çok şaşırdım, o da benim şaşırmama şaşırdı. Görmüş geçirmiş, olgun yetişkin çağında, çoluk çocuk, torun torba sahibi, çok da cabbar, eteği belinde bir kadın, inekleri var, süt ve tereyağı satıyor, evin bütün süt ve süt ürünleri ihtiyacını karşılıyor, her yıl ihtiyaç fazlası dana ve düveleri satıyor. Tavukları, kazları, ibileri var. Bahçe yapıyor, evinin tüm yazlık ve kışlık sebze ve bakliyat ihtiyacını karşılıyor. Kuşburnundan üryaniye, mantarından alıcına doğadan bir sürü ürün topluyor, evinin reçeldi, kompostoydu, turşuydu, salçaydı, tarhanaydı, konserveydi, pekmezdi, eğşiydi, sirkeydi hemen bütün besin ihtiyacını karşılıyor, artanı satıyor ama gelirinin olmadığını, evin geçimine katkısı olmadığını sanıyordu. Ufak bir hesaplama ile yılda yalnızca 12 bin liradan fazla bir geliri, süt satarak elde ettiğini anladık. Kendisi de inanamadı ve sevindi. Bu ve benzeri örneklerden yola çıkarak, kadınlarımızın bilinç düzeyini yükseltmek zorunda olduğumuzu söylemek isterim.
- Toplumsal yaşantımızın her bir noktasında “kadın elinin değdiği yerler” yeterli mi? Yeterli değilse bu eksiklikte nelerle karşılaşıyoruz ve yetersizliği gidermek için neler yapılmalıdır?
Toplumsal yaşantımızın her bir noktasında “kadın elinin değdiği yerler” maalesef yeterli değil. Kadının kamusal alanda çok daha fazla yer alması, üretime katılması, kendisinin ve çocuklarının kaderinde söz sahibi olması gerekiyor. Kadınların daha etkin ve yetkin olduğu bir dünyanın çok daha barışçıl, güvenli ve gönenç içinde olacağına inanıyorum.
Bunun için de kadınların hem kendilerine, hem doğurduklarına, hem de ürettiklerine daha fazla sahip çıkabileceği biçimde yüreklendirilmeye, bilinçlendirilmeye ve desteklenmeye ihtiyaçları olduğuna inanıyorum. Yaptığım çalışmaların amaç ve hedefi budur.
- Eklemek istedikleriniz var mı?
Dileklerim var, artık kimsenin kimseyi ezmediği, sömürmediği, şiddet uygulamadığı, kadın ve erkeğin birbirlerine karşı değil de, birlikte omuz omuza, açlık, yoksulluk, şiddet ve savaşa karşı savaştıkları, barış içinde bir dünya kurmalarını diliyorum, yuvamız olan bu gezegen elimizden gitmeden önce.
Teşekkür ederim bana bunları paylaşma olanağı verdiğiniz için.
Aysın Turpoğlu Çelik’in kısa yaşam öyküsü
Aysın Turpoğlu Çelik yüksek öğretim hayatını İstanbul Üniversitesi’nde geçiriyor. Lisans çalışmasını “Sosyo-Ekonomik ve Kültürel Seviye İle Zekâ Arasındaki İlişki” adlı çalışma ile tamamlayan Turpoğlu çelik daha sonra “Boy Kısalığı Gösteren 13–17 Yaş Arası Çocuklarda Benlik Kavramı” çalışması ile master tezini sunmuş. Doktora çalışması ise “Bir Yönetici Geliştirme Yöntemi Olarak Kendini Geliştirme Yaklaşımının Odak Grup Yöntemiyle Araştırılması” gibi önemli ve ünik bir konuya ayıran Turpoğlu Çelik daha sonra İstanbul, Marmara, Maltepe, İstanbul Kültür, Yeni Yüzyıl ve Altınbaş Üniversitelerinde öğretim grevlisi olarak dersler vermenin yanında birçok bilimsel çalışmaya imza atmış ve aynı zamanda birçok doktora ve master tezi yönetmiş.
Son dönemde tarım ve doğa odaklı çalışmalar üzerine yoğunlaşsa da psikoterapist, psikodramatist ve art terapist olan Turpoğlu Çelik, kurucusu olduğu Etkileşim Bireysel, Eğitim ve Yönetim Danışma Merkezi’nde, psikoterapist olarak bireyler, çiftler ve ailelerle çalıştı, şirketlere, özellikle de aile şirketlerine yönetim danışmanlığı hizmetleri de verdi. Halen psikoterapist ve yönetim danışmanlığı hizmetlerini sürdürmektedir.
Bir TED-x konuşmacısı da olan Turpoğlu Çelik yaşamını çok yönlü olarak sürdürürken yerleştiği Kastamonu’yu daha iyi tanıyabilmek için 3 yıldır da her bir karışını adımlamış durumda. Doğa temelli terapi konusunda çalışmaları olan Turpoğlu Çelik için Kastamonu bu alanda birçok imkana sahip bir yer.
MURAT KARASALİHOĞLU