Yaklaşık bir yıl önce tam da bu günlerde Enver Behnan Şapolyo’nun İstiklal Yolu’ndaki anılarını paylaşmıştım gazetemizin sayfalarında. Şapolyo’nun anlatımıyla yakın tarihimizin destansı gerçekliğini yeniden hatırlatmaya çalışmış, aslında bir noktada İstanbul’dan başlayan İstiklal Yolu’nun İnebolu’dan başlayıp Çuhadoruğu’ndan, Ecevit’ten ve Şeker Köprü’den geçen meşakkatli yolun Kastamonu bilgeliği ile kağnı gıcırtısında nasıl bir kutsallığa büründüğünü yeniden anlatmaya çalışmıştık.
Şapolyo’nun anılarını aktardığımız yazımızdan belli bir süre sonra bir telefon aldım. Arayan kişi Kastamonu’nun yakından tanıdığı isimlerden biri Ömer Gülamoğlu idi. Ömer Bey, tarihe olan merakı, okumayı sevmesi gibi özelliklerinden dolayı ve ayrıca sahip olduğu ayrıcalıklı bir miras nedeniyle yazıyı oldukça ilgiyle okumuş, bazı noktalarda gördüğü detaylar için de dikkat kesilmiş ve bunları da benimle paylaşmıştı.
***
Ömer Bey’in tarihe olan merakı ama bu meraka objektif yaklaşımı, arşivci ve yerel değerlere olan bağlılığıyakın çevresince bilinmekte. Kendisindeki bu özellikler aslında bir aile geleneği olarak sanki bir gen aktarımından oluşmuş gibidir. Çünkü Ömer Bey’in babası Akif Bey, Kastamonu’nun alanında bazı ilkleri gerçekleştirmiş tüccarlarından biri. Edindiği belgeler, anıları ve geride bıraktıkları ile Kastamonu’nun öz ve özet yaşamlarından biri. Bir ayağı kırsalın etnografyası ve ekonomisi bir ayağı da kentin ekonomik ve sosyal dinamikleri üzerinde durarak Kastamonu’nun yakın tarihinin anı defteri bir yaşama sahip.
Akif Beyin oğlu Ömer Bey’e tarih bilinci için geçirdiği özelliklerin başında ise Milli Mücadele tarihi içinde ve öyküsü İstiklal Yolu’na düşen yaşanmışlığı ile ortaya çıkıyor aslında.Çünkü Akif Bey, İstiklal Yolunda kağnı çeken isimsiz ama artık ismi de olan“Kastamonulu Kahramanlarından” biriydi. Akif Bey henüz çocuk iken katıldığı kağnı kollarındaki anılarını oğlu Ömer Bey’e aktarmış, Ömer Bey’de yaşamı boyunca taşıyacağı en önemli mirasına böylece sahip olmuştu.
***
Yazımızın içeriğini oluşturan ana konu, Enver BehnanŞapolyo ile bağdaşan ve Ömer Bey’inde dikkatini çeken kısım işte tam burada başlıyor…
Enver Şapolyo’nun anılarını aktarırken onun ilk kağnı kafilesi komutanlığı yaptığı kısmın özet bilgisi şu şekildedir:
“40 kağnı, bir nefer ve Şapolyo… Nefer, başında Laz başlığı, sırtında bir Rus mavzeri ve iki kolon fişek sahibi eski fırıncı İnebolulu Mustafa… Kağnı kolu akşam vakti yola çıkar ve karanlıkta yol alırken 1 saat sonra İnebolu’dan çıkanların vesikalarının kontrol edildiği bir karakola varırlar. İç Anadolu’ya geçmek o kadar kolay değildir… Karakolda asker Şapolyo’ya, “6 günde Kastamonu’ya varmaya çalış yoksa İstiklal Mahkemesine çıkarsın hem cephede asker cephane bekler” der…
Kağnılar ortak bir ses ile ilerlemektedir. Şapolyo bu ahenkli sesi hiçbir müzik aletinin çıkaramayacağını söyler. Köylülerin kendi yaptığı kağnılara kömüş ve öküz koşulur, ses çıkarmayan kağnılar uğursuz sayıldığından gıcırdasın diye teker göbeklerine kömür tozu sürülür, tekerleri sabit tutan ezgen kısmına da yanmasın diye yoğurt sürülürmüş. Eğer kağnılar çok dik inişlere denk gelirlerse hemen ormandan bir ağaç kesilip kağnının arkasına bağlanıp fren vazifesi gördürülürmüş. Kağnıların başında ayakları çarıklı, sarı mintanlı, mor şalvarlı kırmızı kuşaklı delikanlılar ile üç etekli dallı şalvarlı başları örtülü kadınlar bulunmaktaymış. Kağnıcıdan ikisi 60’lı yaşlarda erkek, sekiz tanesi 15 yaşında delikanlı diğerleri bazıları çocuklu olmakla beraber genç kadınlarmış”.
Şapolyo’nun anılarında geçen 60’lı yaşlarda erkek ve 15’li yaşlarda delikanlılar kısmı bizim için ve daha doğrusu Ömer Bey için önem kazanıyor. Çünkü Ömer Bey, çocukluğunda babasından duyduğu bir yaşanmışlık hikâyesiŞapolyo’nun anlatımıyla örtüşmekte.
Ömer Bey bir gün babası Akif Bey’in sol omzunda eskiden kalma ciddi bir zedelenmenin yarattığı yumruyu görür ve sorar. Baba Akif Bey, o yaranın Milli Mücadele Döneminde kağnı çekerken olduğunu belirtir ve olayı aktarmaya başlar: “Yıl 1921’dir ve Akif Bey babası Ömer Bey ile kağnı kollarında görevlendirilmişlerdir. Kadınların çoğunlukta olduğu ancak içlerinde iki orta yaşı geçmiş erkek ve on civarında da genç delikanlının olduğu yaklaşık 40 katarlık bir kolda görev alırlar. Kağnı kolunun başında bir zabit ve bir nefer vardır ve. Kağnılar Küre’de aktarma yapıldıktan sonra aşırı yağışlı ve soğuk bir havada muhtemelen Masruf civarında Akif Bey’in çektiği kağnının tek öküzü zorlanmadan kaynaklı ölür. Bu sırada Baba Ömer Bey hasta olduğundan kağnı üzerine çıkarılmış ve üstü örtülmüştür. Öküz ölmüştür ancak kağnı yola devam etmek zorundadır. Ve çare Akif Bey’in ölen öküz yerine üvendirede kendisini koşmak olmuştur. Kağnı bir öndeki kağnıya bağlanmış, Akif Bey üvendireye asılmış ve gerçekten insanüstü bir cefa ile görev yerine getirilmiştir. İşte bu zorlu görev sırasında Akif Bey’in omzu ciddi bir şekilde zedelenmiş ve bu anının anısını omzundaki o yumru yara ile taşımıştır.”
Akif Bey, 1907 doğumlu ve İstiklal Yolu’nda kanılar çekilirken 14-15 yaşlarındadır. Kendileri aslen Devrekâni Fakılar Köyü’nden. Akif Bey’in babası olan Ömer Bey’de 1868 doğumlu ve bu tarihlerde 50’li yaşları aşmış durumda. Yani Şapolyo’nun tarifine uymaktalar, ayrıca kağnı kolunda baba Ömer Bey’den hariç bir yetişkin erkek ama kadınların çoğunlukta olduğu insanlar bulunmakta.
Akif Bey’in o günlerdeki anılarından biri de Kastamonu’ya yaklaştıkları bir düzlükte çadır kurmuş olan konar-göçer bir gruba kol komutanın isteği üzerine tayınlarının yarısını vermek olmuş. Akif Bey çocuk aklı ile zaten yetersiz olan tayınlarını göçebelerle paylaşmış olmak karşısında kızmış ama sonradan ailesine geçmişi her aktarışında mücadelenin bütününe bakıp bu vatanın kolay kazanılmadığını aktarmış olmuş.
***
Ömer Bey’in (Gülamoğlu) anlattıklarının önemi büyük. Belki Enver Şapolyo’nun anılarındaki aynı kafile değildir ancak benim bildiğim kadarıyla Kastamonu’da İstiklal Yolu ve mücadele yıllarına ait Halime Çavuş haricinde ilk ve tek bir Kastamonuludan tanıklıklara şahit olmak ve tarihe not düşmek durumu ortaya çıkmaktadır.
Birçok belgeleme ve derleme çalışması yapılmasına rağmen mutlak ve açık bir hikâye en azından kimlikleri takip edilebilen bir örneğe henüz rastlanılmamıştı. Bu açıdan kendi tarihimizi kendimizden belgelemek adına oldukça önemli bir durum bu.
Öte yandan üst başlığımıza dönmek isterim. Tarih, içinde elbette büyük isimlerin, komutanların, dehaların ve hatta olağanüstü olayların olduğu bir olgudur. Ama elbette sadece bunlarla sınırlı değildir. Tarih içinde isimsiz binlerin, milyonların olduğu, aslında teorik dehaları pratik gerçeklere dönüştürenlerdir onlar. İşte bu yüzden kentler ve komutanlar nişan olarak madalya, Akif Bey gibi insanlar ömürlerince taşıyacakları yaralar, Ömer Bey gibi insanlarda miras alıp miras bırakacakları soylu bir geçmiş ve geleceğe sahip olurlar…