2021 yılının 20 Mart gecesi saat 02.20’yi gösterirken bir anda son dakika haberleriyle çalkalandı sosyal medya. Cumhurbaşkanlığı Kararnamesiyle İstanbul Sözleşmesi’nden çekildiğimiz haberleri dolanmaya başladı her yerde. Hemen Resmi Gazete’ye girdim, doğruydu ve aynen şöyle yazıyordu “Türkiye Cumhuriyeti adına 11/05/20111 tarihinde imzalanan ‘Kadına Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye İlişkin Avrupa Konseyi Sözleşmesi’nin Türkiye Cumhuriyeti bakımından feshedilmesine… karar verilmiştir.” Tek imza… Bu ilanın akabinde 1 Temmuz 2021’de sözleşmeden resmen çekildik.
Var olan şiddeti önleme, şiddete maruz bırakılanı hemen koruma, suçluları derhal cezalandırma ve eşitlik konusunda çok ciddi ilerlemeler kat edeceğimiz hatta etmek zorunda bırakıldığımız (çünkü biliyorsunuz ki uluslararası sözleşmeler ülkelere sözleşmenin amaçladığı konular üzerinden ödevler de yüklemektedir.) politikalar geliştirmeye yönelik olan İstanbul Sözleşmesi’nden bir gecede çekilmiş olduk. Türkiye nüfusunun yarısını kadınlar oluştururken ve İstanbul Sözleşmesi bu ülkede kadınların hayatlarını birebir ilgilendirirken kadınların fikirlerinin hiçbir şekilde alınmadığı, bu derece önemli bir kazanımdan çekilmeyi kabul etmiyoruz.
Türkiye, OECD’ye üye olan ülkeler arasında kadına yönelik şiddetin en yaygın olduğu ülkeler arasında zirvede yer alıyor, yani birinci sırada! Cinsiyet ayrımcılığının ölçüldüğü 2019 OECD verilerine göre ise Türkiye, 129 ülkenin yer aldığı listede 26. Sırada bulunmakta. 2021 yılında -tespit edilebilen- erkek şiddeti tarafından yaşamına son verilen kadınların sayısı 418’ken; henüz 2022 yılının 3. Ayındayken bu sayı 78’i bulmakta.
Kadına yönelik şiddetin, cinsiyet eşitsizliğin olmadığı, her şeyin güllük gülistanlık olduğu bir ütopyada yaşıyor olsaydık İstanbul Sözleşmesi’nden vazgeçebilirdik. Fakat, vazgeçmeye haklı bir sebebin serpiştirilebileceği bir halde bile değiliz! Aileden eğitime akabinde hukuk düzenine kadar uzanan bir silsileyle ataerkil düzen, güçlendirilmeye çalışırken kimse İstanbul Sözleşmesi’nin “aile birliğini yıktığı” , “insanları cinsiyetsizleştirdiği” gibi temeli olmayan ifadelerden bahsetmesin lütfen. Çünkü bu ülkede cins kırımı var! Bu ülkede kadınlar, sırf kadın olduğu ve bu sebeple güçsüz görüldüğü için şiddete maruz bırakılıyorken kadınların en temel hakkı olan yaşam hakkına, vücut bütünlüğüne sahip çıkmaya çalışmak yerine, güvencelerini ellerinden almak açıkça hukuksuzdur.
Kadının sırf kadın olması ve bu sebeple güçsüz görülmesi demişken bir de aklıma geçtiğimiz 8 Mart’ta sıklıkla karşıma çıkan sözler geldi. Sosyal medyada dolaşan yazılarda, videolarda kadınların korunması ve kollanması gerektiği, çünkü onların annemiz, eşimiz, kardeşimiz, kızımız olduğu yönünde paylaşımlar gördüm. Ancak öncelikle şunun bilinmesi gerekir ki: kadınlar, sizin herhangi bir şeyiniz olduğu için değil; salt insan olmaktan kaynaklanan temel haklara sahip bireyler olduğu için insan hakları nezdinde korunmak ve saygı görmek zorundadır. Kadınları birey olmaktan çıkarıp, bir de tuz biber olarak “korumacı cinsiyetçilikle” 8 Mart’ı romantize etmeyiniz…
İstanbul Sözleşmesi’ne tekrar ve son kez dönecek olursam, çekilme kararının hukuka uygunluğu Danıştay’da değerlendirilmeye devam ederken son gelişmelere göre Danıştay Savcısı mütalaasında, İstanbul Sözleşmesi’nden Cumhurbaşkanlığı Kararnamesiyle çekilmenin hukuka aykırı olduğunu, Meclis kararıyla hareket edilmesi gerektiğini aksi halde işlemin iptalinin gerektiğini belirtmiştir.
Umarız ki Danıştay’dan mücadelemize umut olacak bir karar çıkar ama biz yine de beklediğimiz karar gelene kadar “İstanbul Sözleşmesi’nden vazgeçmiyoruz!” demeye devam edeceğiz.
Av.SEDA ÇETİN