Bir sistem içinde yaşarken çoğumuzun ideali bugünden daha iyi koşullara doğru yol alabilmektir. Söz konusu ideal ise bugünün kritiğinden geçer, Kritik ve eleştiri ise olgunluk, temiz kalplilik ve özgüvenle birleştiğinde verimli bir sonuca ulaşabilir. Alınganlığa burada yer yoktur. Zaten doğru bir üslupla yöneltilen iyi niyetli eleştirilere alınmak ne derece sağlıklı olabilir ki?
Bu kısa giriş, bu hafta trajik acılar yaşayan sokak hayvanları gerçeği ile yüzleşmek için yapıldı. En azından bu yazıda öyle oldu. Nitekim, üreme hızı ve dengesi kontrol altına alınması için gerekli sistemin henüz tam olarak oturtulmadığı ülkemizde aşırı nüfus artışı karşısında hayvanların yeterli sayıda olmayan ve çoğunda da hijyen sorunu olan barınak ve bakımevlerinin çözüm olduğu düşüncesi hakimdir. İşte bu yanılgı, mevcut sorunun varlığının ciddiyetinin anlaşılmasını güçleştirmektedir. Nitekim, köylerden, üreme çiftliklerinden, ithalat yoluyla ya da kişilerin kendi hayvanlarını çiftleştirmeleri sonucu sel gibi üreyen kedi ve köpeklerin sahiplendirilemeyen ya da sahiplenildikten kısa bir süre sonra sokağa atılanlarla birlikte tekrar ve tekrar üremeleri sonucu katlanarak artan sayılarıyla bir noktadan sonra barınakların dolduğu bilinmelidir. Var olanlara yer bulunamazken gün be gün şikayetlerle hayvanları sokaklardan toplayan belediyeler bunları ne yapacaklardır? Medyadan görüldüğü üzere ya dağa taşa bırakacaklardır gizli gizli…. Ya da şefkâtli kişilerin bakımını üstlenmesi ile bazılarının belirli noktalarda yaşamasına izin verilecektir. Bu süreçte insanlara alışan kimi hayvanlar kendilerine yaklaşan insanlardan kaçmadıklarından psikopatların işkencelerine maruz kalırlarken bu şansızlığı yaşamayanlar bir şekilde bir süre hayatta kalırlarken bu süreçte hayvanlardan korkanlarla, onları sevmeyenlerle uğraşan hayvanseverlerin çilesi ayrıca devam edecektir. Peki bu bunaltıcı tabloda belediyelerden beklentilerimiz neler olabilir? İşin esasında bu yazının kaleme alınmasındaki başlıca etken söz konusu soru ve uygulanabilecek temel ilkesel prensiplere ilişkin önerilerdir.
Öncelikle bakımevi/barınak çalışanları görevlerinin anlam ve ciddiyetinin farkında olmalılar ve meslekleri doğrultusunda halkı kültürleme misyonunu yerine getirmelidirler. Nitekim, mevcut üreme hızı karşısında şu anda kusursuz bir çözüm üretmek neredeyse şapkadan tavşan çıkarmak gibidir. Bu, yine de insanlarda bıtkınlığa ve umursamazlığa yol açmamalıdır. Elimizden gelenin en iyisini yapmaya çalışarak mevcut altyapının gerçekçi bir niteliğe bürünmesi sürecinde devlete zaman kazandırılmalıdır. Bu evrede, sokak hayvanlarının sahiplendirilmesi bitmeden yeni üremeler ertelenmelidir. Can bulduktan sonra öldürülmeleri kabul edilebilir ahlaki bir çözüm olamaz. Ayrıca, hayat kurtarma erdemi ile hareket edilmeli cins hayvan hevesi ile diğer hayvanlar hâkir görülmemelidir.
Yine her insanda adalet duygusunun eşit oranda gelişmediğinin de hatırlanması bu bağlamda önemlidir. Şikayette ya da talepte bulunan kişiler hangi makamda olurlarsa olsunlar devletin hukuku karşısında saygıyla belediyenin değerlendirmesini kabul etmelidirler. Hep tevâzuyu överiz ya…. Uysal ve hırpalanmadıkça kendini savunma ihtiyacını hissetmeyen canlıların her şikayette bakımevlerine barınaklara alınmaması gerekir. Bakımevlerine alınan hayvanlar zaten çoğunlukla karma aşı ve parazit ilaçlarının yoksunluğundan ötürü salgın hastalıklardan can çekişerek öleceklerdir… Hele yeni doğum yapmış annelerin yemek aramaya çıktıklarında alınmaları onları bekleyen bebeklerin açlıktan ölümü olacaktır. Yavrularla alınsalar büyük olasılıkta o narin bünyeler çok sayıda hayvanın olduğu yerde yine hastalıktan öleceklerdir. Bunu bile bile toplama ekipleri veya hekimler onları alırlarsa bundan ne anlamalıyız?
Ve kent sakinlerimiz… Hoşgörü ve vicdanı hep kendimiz için istemesek ve doğaya yabancılaşmasak daha güzel olmaz mı? Bunları yapabilen en azından söz konusu kıyımı minumuma indirgemeye çalışan kentler ve kampüsler yok mu? Var…
Şu sözü belki bazılarınız bu satırları okurken söyleyebilirsiniz “ ülkenin bunca sorunu varken sıra bunlara mı gelir…? ” Evet, gelir. Biz iki, üç işi birden yapabilecek bir ülke değil miyiz? Yapanlardan neyimiz eksik?
Unutmayalım ki herkes kendine yakışanı yapar.
Son söz, bu yazı bir kentimizde anneleri barınağa/bakımevine alındığı için hastalık kapan ve tüm müdahelelere rağmen can çekişerek bağıra bağıra acı içinde ölen iki yavrunun ardından kaleme alınmıştır. Sevgili Zeytin ve Şanslı’nın ardından…
Sağlıcakla kalın.
Dr. Özlem KUTKAN