Teknik direktör Ziya Doğan’ın yolu bu sezonun ortasında Kastamonu’ya düştü. Kendisine, aldığı kararı ve gelecekten beklentilerini sorduk.
Ziya Doğan, uzun yıllar boyunca Süper Lig’de ve 1.Lig’in şampiyonluk hedefleyen takımlarında çalışmıştı. Fakat son yıllarda kendisini pek fazla görememiştik. Devamlı teknik direktör değişikliklerin yaşandığı futbol ortamımızda onun ismini duyamaz olmuştuk.
Doğan, bu sezonun ortasında yeniden kollarını sıvadı. Fakat tercihi şaşırtıcıydı. Tecrübeli teknik adam, 2.Lig Kırmızı Grup’un altı sıra takımlarından Kastamonuspor 1966’ın başına geçmişti. Doğan’ı, Eyüpspor deplasmanı için geldiği İstanbul’da yakaladık ve bu şaşırtan tercihinin nedenlerini ve ilerleyen dönemler için hedeflerini sorduk. Bir dip not; Ziya Doğan ile konuştuğumuzda takımı 23 puanla 14. sıradaydı. Şimdi ise 40 puanla play-off çıtasının hemen altında.
Süper Lig’de başarılı işler yaptınız. 1.Lig’de de çalıştırdığınız takımları şampiyonluğa oynattınız ama son beş senede sadece kısa bir süre Orduspor’u çalıştırdınız. Bu dönemde size teklif gelmemiş olduğunu düşünemiyorum. Bu uzak duruşun tam olarak sebebi neydi?
Son dönemde futbol kamuoyu ve kulüpler Ziya Doğan’ı “Zorda kaldığımızda, paramız bittiğinde gelir, yokluklarla mücadele edip başarılı olur” cümlesiyle değerlendirmeye başladı. Oysa harcayacak paraları olduğunda kesinlikle kimsenin aklına gelmiyorduk. Kim zor şartlarda mücadele eder? Ziya Doğan! “Hayır kardeşim” dedim ve bu algıyı yıkmaya çalıştım.
Son dönemde de aralarında Süper Lig takımlarının da bulunduğu 12-13 takımdan teklif aldım. Ama ilk etapta İstanbul’dan ayrılmak istemedim. 1.Lig’de şampiyonluğa oynayan takımlardan teklifler geldi ama hiç konuşmadım bile. Bazılarıyla ise kırmak istemediğim için görüştüm. Onlara da parasal mevzulara girmeden “Hayır” dedim.
Neden kulüplerle görüşmeyecek kadar kapattınız kendinizi?
Benim bugüne kadar yaptığım en büyük hatalardan biri insanlara inanıp ateşe dalmaktı. Gittiğim ortamlarda tablo her zaman çok kötüydü, sıkıntılar çok fazlaydı. Ben de kolay teslim olan, pes eden biri değilim. O şartlara rağmen bir takım kuruyordum. Yöneticilerden ise sadece tek bir isteğim oluyordu: “Para veremiyorsanız, en azından söz de vermeyin”
Ben zaten takımı, futbolcuyu bir şekilde oynatıyordum. Ama sözler verilip tutulmayınca dengeler bozuluyordu. Bu tür şeyler beni biraz soğuttu.
Bir Ankaragücü serüvenim olmuştu mesela. Araya kimler girmişti de kıramamıştık. Oysa kasada hiç para yoktu. Diyarbakırspor’da inanılmaz insanlar devreye girdi. İnsanlara hayır diyememek! Bu konuda hata yaptım. Demek ki biraz samimiyet gördüm mü çabuk kandırılan bir insanmışım. En sonunda “Para olduğu zaman harcarsınız. Ama ben geldiğimde o paranın yarısıyla takımı şampiyonluğa götürürüm. Para olduğu zaman ise Ziya Doğan aklınıza gelmiyor” diye düşünmeye başladım.
Çok sayıda kulübün teklifini geri çevirdikten sonra Kastamonuspor 1966 sizi nasıl ikna etti?
Kulüp, bir büyüğümüze teknik direktör olarak kimi tavsiye edeceğini sormuş. O da “Ben dürüstlük anlamında Ziya Doğan dışında kimseye kefil olmam” demiş. Bunun üzerine yönetim kurulu İstanbul’a geldi ve bir görüşme gerçekleştirdik. Açıkçası içimden gitmek gelmiyordu. Parasal anlamda konulara girmeden projelerden bahsettiler. Teşekkür ederek dostça ayrıldık. Açıkçası o gün biraz üzülmüştüm. Çünkü görüşmeye gelen başkanımız, futbol şube sorumlumuz; hepsi iyi insanlardı.
2-3 gün sonra beni bu sefer şehrin belediye başkanı (Tahsin Babaş) aradı. O da aynı projelerden bahsetti. “Biz Türkiye’nin en temiz iliyiz. Ama şehrimizin adını sadece spor ve sanat sayesinde duyurabiliriz” dedi. Daha önce görüştüğüm yöneticiler gibi o da samimiydi. Bir taraftan tesisleşmeyi, bir taraftan sportif başarıyı içeren dört yıllık bir projeden bahsettiler. O sayede hem onlara, hem projeye inandım.
Zamanında Malatyaspor’a gittik ligde kaldık. Gençlerbirliği’nde küme düşme hattında aldığımız takımı beşinci yaptık. Trabzonspor’da kritik zamanda gittik; Türkiye Kupası kazandık, Şampiyonlar Ligi’ne kalmayı kılpayı kaçırdık. Bana hep zor durumda olan, hedefinin uzağında kalan takımlar tekliflerde bulundu. Kastamonu’da ise bir proje olduğunu gördüm. Süper Lig’de yalan dolan içinde bir takımı çalıştırmaktansa, tertemiz duygularla yaklaşan ve hedefler koymuş bir takımı alıp Süper Lig’e çıkarmak daha önemliydi.
15 yıl öncesinde bile “Ben amatör ligden de takım alırım. Yeter ki doğru yeri bulayım” diyordum. Kendime güveniyorum. Kastamonu’da olduğuma neden şaşırıyorsunuz? Şaşırmayın! Çünkü doğrusu budur.
Sizi ikna ederken, dürüstlük ve samimiyet dışında, hangi hedefler ve projelerden bahsettiler.
Şu an kulübün profesyonel anlamda çok büyük eksikleri var. O eksiklikleri tamamlayıp, tesisleşmeyi gerçekleştirip, Süper Lig’de önemli bir takım haline gelmek hedefimiz. Bu da önemli bir proje. Hedefimiz belli; dört sene içinde Süper Lig!
Bizim bir projemiz var. 4 yıllık önemli bir mukavelem var. Ben bu hedefe ve yönetim kuruluna inanarak buraya geldim. Şimdi tek bir vücut halinde yeniden yapılanmaya çalışıyoruz. Eğer bu istikrar ve anlayış devam ederse, dört sene sonra bir Süper Lig takımı olacağız.
1994-95 sezonunda İstanbulspor’dayken Cem Uzan’a ”Bu takım şampiyon olacak” dediğimde, “Nasıl olacak?” diye karşılık vermişti. Çünkü Türkiye’nin en iyi oyuncularını aldığı, en iyi hocalarını getirdiği dönemde şampiyon olamamıştı. Süper Lig’deki takımlardan daha çok para harcıyordu. Ama o yıl; şampiyonluğa oynamadığımız sezonda, şampiyon olduk. Doğru hamleler yaptığında, dürüst çalıştığında ve iyi niyetli bir ekip kurduğunda başarılı olamama gibi bir ihtimalin olmaz.
Kastamonu’ya ilk geldiğinizde neler düşündünüz? Doğru yer olduğunu fark ettiniz mi?
Hayal kırıklığına uğradım. Kulüpte hiç potansiyel yoktu. Takım play-off hattının 10 puan gerisindeydi. Önce mücadele ettik. Geleceğe yönelik projelerimizin elimizdeki kadroyla yürümeyeceğini gördük. Devre arasında da takımı yeniledik.
Mümkünse bu sene kendimizi ilk 5’e atıp play-off’a girmek istiyoruz. Olmazsa da önümüzdeki senenin şampiyon kadrosunu şimdiden kuruyoruz. Bu seneden de vazgeçmiş değiliz. Futbolda ‘yok’ diye bir şey yok. Eğer ben sezon başında burada olsaydım, bu kadroyu sezon başında kursaydım, şampiyonluğu ligin bitiminden iki ay önce garantilerdik.
Ama kulübün yapısını da eleştirmiyorum. İki yıllık bir kulüpten bahsediyoruz. Amatör Lig’den alınmış, önce 3.Lig’e hemen ardından da 2.Lig’e çıkmış bir takım. Bu sezon başında da bazı sıkıntılar yaşamışlar. 15 Temmuz nedeniyle yönetim ve belediye başkanı kulüple pek fazla ilgilenememiş, transfer yapamamış, kadro doğru kurulamamış. Kulüpten önce ülkenin sorunlarıyla ilgilenmişler.
Ama şimdi iyi bir kadro kurduk. Yeni kadronun da sıkıntıları var. Ara vermiş; 6 ay – 1 sene oynamamış oyuncuları transfer ettik. Onları belirli bir seviyeye çıkarıp kendimizi play-off’un içine atarsak oradan da şampiyon olarak çıkarız. Ama bu bizim en büyük hedefimiz değil. Bizim en büyük hedefimiz dört yıl içinde bu takımı Süper Lig’e çıkarmak. Bunu da yapabileceğimize inanıyorum.
Futbol anlayışınız yıllarca çok konuşuldu. Kastamonu’da da aynı klasik Ziya Doğan takımı mı var?
Benim üç ön liberolu sistemimi Türkiye’de çok eleştirdiler. Bugün bütün dünya üç ön libero ile oynuyor. Türkiye orta sahanın ve takım oyununun önemini öğrenecek. İnsanların beynini Türkiye’de başkaları yönetiyor, insanlar da o algının etkisinde kalıyor. Mesela, ligin en çok gol atan takımlarından olduğumuzda bize “7 tane stoperle oynuyor” diye eleştiri yönelttiler.
Ama biz burada da aynı futbolu oynayacak değiliz. Elindeki malzeme neyse ona göre oynarsın. Muhakkak benim oyuncularımın takım oyununa önem vermesi lazım. Ama bu kesinlikle her maçta, her kulüpte aynı sistem ve aynı planlarla oynayacağız anlamına gelmez.
O zaman ligi de soralım. 2.Lig’in özellikleri neler?
Burada birkaç kulüp dışında hiçbirinin doğru yapılanması yok. Yeni yeni yapılanıyorlar. Futbol kalitesine baktığımızda ise; Süper Lig’e gelen yabancı sayısı serbestliği bir domino taşı etkisi yarattı. Oradaki birçok yerli oyuncu 1.Lig’e, 1.Lig’dekiler de 2.Lig’e kaydı. Kalite önceki sezonlara göre çok iyi. Gümüşhanespor, Ankaragücü, Menemen Belediyespor, Tuzlaspor gibi takımların iyi kadroları var. Türkiye Kupası’nda da iyi işler yapanlar oldu. Üretim ligi olarak kabul ediliyor ama üretim ligi olmak için iyi bir tesisleşme olmalı. O konularda eksikler var. 30 yaş üstü futbolcuların oynadığı bir lig üretim ligi olamaz. Bir taraftan da kulüpler başarı peşinde koşuyor. Buralardaki takımların da hedefler var. Şehirdeki taraftarlar başarı istiyor. O nedenle kulüpleri altyapı gibi kullanamıyorsun.
Ligin en tecrübeli teknik direktörü sizsiniz. Şu ana kadar sizi etkileyen, daha yukarıya çıkabilecek bir meslektaşınız oldu mu?
Belki sorunuzun dışına çıkmış olacağım ama Türkiye’deki çok iyi antrenörler daha antrenörlüğe başlamadan antrenörlüğü bırakıyor. Çünkü tırnaklarıyla gelen az. Abdullah Avcı için kimse bir şey diyemez. Yaptığı iş, nereden geldiği ve nasıl başladığı ortada. O tip istisnalar dışında, Türkiye’nin şartlarına uyarak teknik direktör olanlar var. Hiç kimsenin etkisi altında kalmadan, langır lungur giden az sayıda teknik direktör var; onlardan biri de benim. Hiç kimse, hiçbir yere beni tayin etmedi. Hiç kimse beni aracı olarak bir yere götürmedi. Ben hep aranılan oldum, istenilen yere gittim. Birileri, kulüplere yatırım yaparak, ilişkiler ağını genişleterek kariyer inşa ettiler. Biz siyasetçi değiliz, sporcuyuz. O nedenle Ziya Doğan’ı dışarıda tutabilirsiniz ve en başa da yazabilirsiniz.
Bu ülkenin her takımında çalışırım, benim için önemli değil. Bir tek şeye önem veririm, yeter ki sözler yerine gelsin. Bizler o fedakârlığı yapıyorsak, yöneticiler de o fedakârlığı yapsın.
Abdullah Avcı demişken, onun kariyerine sizinle başladığını biliyoruz. Biraz daha açar mısınız o günleri?
Abdullah Avcı, İstanbulspor’u çalıştırdığım dönemde takım kaptanımızdı. Tam bir beyefendiydi. Sorumluluk alan sağlam bir karakterdi. Kaptanlar, futbolcularla devamlı beraber oldukları için çok önemlidir. O takımın şampiyonluğunda yüzde 50, belki daha fazla katkısı vardır. Oynamadığı maçlarda dahi takımı derleyen, toplayan, doğruyu gösteren biriydi. Oynamayan futbolcu genelde küser ve kenara çekilir. Ama o her dakika takımın başarısı için uğraş verirdi. Vicdan taşımanın sorumluluğunu iliklerine kadar hisseden bir karakteri vardı. Şampiyon olduktan sonra bizden ayrıldı, başka kulüplerde de oynadıktan sonra futbolu bıraktı. O dönem ben onu antrenörlük için ikna ettim. Çok düzgün adamdı. Ve düzgün adamlar, bu işe başlamak istemiyorlardı. Kaçıyorlardı. “Bu ülkede, bu şartlarda zor diyorlardı. Bana Serpil Hamdi Tüzün’ün dediği cümleleri, ben de Abdullah’a söyledim: “Düzgün insanlar, futbolun içinde olacak ki yanlışların önünü tıkayacak”.
Benimle beraber başladı. Şimdi Aykut Kocaman’ın yanında olan Fahrudin Ömerovic de bizimle beraberdi. Sonraki yıllarda Abdullah, sıkıntılı süreçler yaşadı. O sıkıntılara karşı mücadele etti ve kazandı. Bu tür adamlara bu ülkenin sahip çıkması lazım. Başakşehir’den bir kez ayrıldı, takım küme düştü. Kendisinin önemini gösteren bir durumdur. Onun başarısını görmek bizim de mutluluğumuz. Biz sadece doğru olanı yaptık. Ona inandık. Onun bize çok faydası olacağına inandık ama bugün Türkiye’nin en önemli hocalarından biri oldu.
Başakşehir’i nasıl değerlendiriyoruz? Süper Lig yarışında zirveye yakın olmasını neye bağlıyorsunuz?
Takım oyununu müthiş oynuyorlar. 1.Lig’de dahi kimsenin transfer etmeyeceği bazı oyuncuları oynattılar ve onlardan verim aldılar. Ben futbolcular arasında çok büyük farklar olmadığına inanırım. Bu da teknik direktörün iyi iş yaptığını gösterir. Başakşehir’de de bir antrenörlük becerisi var.
Daha önce çalıştırdığınız takımların hepsi son dönemde sıkıntılar yaşadı. Ankaragücü, Diyarbakırspor, Orduspor alt liglerde zor günler geçiriyor. Bu düşüşlerin nedeni neydi?
Ben Ankaragücü’ne gittiğimde kulübün transfer yasağı olduğunu bilmiyordum. Söz konusu dahi değildi. Ama orada da Diyarbakırspor’da da, Konyaspor’da da transfer yasağıyla karşılaştık. O duruma göre takım kurduk.
Mesela Diyarbakırspor’da kadroyu bir haftada oluşturduk. İlk yarıda potanın üstünde bitirdik. Liderle aramızda 2 puan fark vardı. Ekonomik olarak sıkıntılar yerine gelmiyor, çözülmüyordu. İkinci yarı başlarken yasak geldi. Bazın oyuncular gitti.
Birileri borç yapıyor, yeni gelen yönetim altından kalacağını düşünüyor ama olamıyor. Bundan sonra da yasaklar ve yaptırımlar geliyor. Artık gelirler çok daha fazla arttı. Akıllı kullanırlarsa başarılı olurlar. Ama doğru yönetimle doğru anlayışın bir arada olması lazım.
Eğer ülkemizin insanları ve kulüpler aklını kullanırsa borca girmez. Başakşehir, geçen sezonu 11-12 milyon Dolar kârla kapattı. Bu sezon rakam 18-20 milyon Dolar olacak gibi. Ben Süper Lig’deki kulüplerin her yıl 5-10 milyon Dolar parayı kenara koyabileceğini savunuyorum. Bunu yaparken aynı zamanda başarıyı da yakarlar. Tabi kulüpler, dernekler yasasından çıkıp şirketleşirse olabilir. Para senin olmadı mı basit harcarsın. Şirketleşme başlarsa bugün en akılsız geçinen bile kendi parasını kullanmak zorunda kalacağından birden akıllı olur. Artık 30 yaşındaki oyuncuya 10 milyon Euro verme dönemi bitmeli. Dernekler yasası sayesinde; yap borcu harcı, bırak kulübü, gelen yeni yönetim uğraşsın. Ondan sonra da başlasın yalan dolan.
Konyaspor’un son dönemdeki yükselişini, o yıllardaki transfer yasağına bağlayanlar var. O sayede genç oyuncuların takıma girdiği ve daha sağlam bir yapılanma kurulduğu görüşünü savunanlar var. Siz buna katılıyor musunuz? Transfer yasağı bazen cezadan çok ödüle dönüşebilir mi?
Ödül demeyelim. Transfer yasağı ödül olmaz. Eğer altyapında kadrodaki boşlukları doldurabilecek oyuncular varsa; ödül deriz. Ama altyapında yoksa, üretemiyorsan hemen düşersin. Transfer yasağı kulüplerin borçları ödeyememesinden kaynaklanır. Zaten maddi açıdan iyi değilsin, bir de kadro açısından yetersiz olursan durum daha da kötüye gider. Konyaspor’a transfer yasağı geldiğinde ben oradaydım. Benim tespit ettiğim 4-5 oyuncu direkt kadroya monte edildi. O oyuncuların bir kısmı halen Süper Lig’de oynuyor; mesela stoper Selim Ay, sağ bek Tolga Ünlü onlardandır. Şampiyon kadroda da oynadılar. Onlar altyapıdan gelmeseydi, hiçbir şey olmazdı.
Sadece Konyaspor’da değil, gittiğim her yerde o kadar çok şey yaşadım ki… Ama vicdanen çok rahatım. Gittiğim her kulüpte, kulübün teknik direktörlüğü dışında kalan her şeyiyle ilgilendim. Teslim olmadım. Hırsımı, inancımı ve inadımı kaybettiğim zaman o işin içinde olmam. Hedeflerimin soğuduğu, heyecanımın kaybolduğu gün ben zaten bırakırım. Bendeki heyecan da kolay kolay bitmez. Trabzonspor’dayken bana hedeflerimi sordular. “Siz benim hedeflerimi rüyalarınızda bile düşünemezsiniz” dedim.
Ama şartlar bu. Türkiye’de işler doğru gitmiyor. Türkiye futbolu, Avrupa ile yarışabilir. Futbolcular ve antrenörler kendilerini çok geliştirdi. Bugün amatör ligde bile bilimsel antrenmanlar yapıyor. Ama idari anlamda sıkıntı devam ettikçe başarı gelmez. Bunları söyleyecek birilerinin olması lazım. Neden dışarıda kaldığımızın cevabı da biraz da burada yatıyor. Bunları söylediğimiz zaman insanlar bizi aramıyor. Anca zor duruma düşerlerse doğrucuyu arıyorlar. Paraları olduğunda doğruyu aramıyorlar, keyif sürmek istiyorlar.
Ben Kastamonu’ya gelirken profesyonelce düşündüm. Sözlere inanıyorum ama sözlerden önemlisi kâğıda dökülen cümleler var. Burada sağlam insanlar bulduğumu düşünüyorum. O nedenle burada dört sene kalabiliriz ve hedefimize ulaşabiliriz.
Kutay Ersöz / Socrates