Kastamonu gazetemizdeki köşemizde 5 Temmuz 2017 tarihinde yayımlanan “İnebolu-Ankara istiklal Yolu’nda Yürüyenler-IX: Şair, Romancı, Hikâyeci Aka Gündüz” başlıklı yazımızda ünlü romancının bu seyahatinde gördüklerinden çok etkilenip bazı romanlarında işlediğini belirtmiştik. Bu romanlar içinde en önemlisi 1928 yılında Arap harfleriyle ilk baskısı yapılan Dikmen Yıldızı’ydı. Yeni harflerle düzgün bir baskısını bulmakta zorluk çektiğimizden yazımız da gecikti. Toker Yayınlarından bulduğumuz kitabın künyesi şöyle:
Aka Gündüz: Dikmen Yıldızı, 6.bs., İstanbul 2002, 269 s. Toker Yayınları:94.
Asıl adı Hüseyin Avni olan yazar 1885 yılında Manastır’da doğdu. Orta ve yüksek öğrenimini çeşitli okullarda yaptı. Galatasaray Lisesi, Edirne Askerî Lisesi, Kuleli Askerî Lisesi, Harbiye gibi. Harbiyeyi bitirmeden Paris’e gitti. Güzel sanatlar ve hukuk eğitimi aldı. İstanbul’a dönünce gazeteciliğe başladı. Taningazetesindeki millî duygu yüklü yazıları dolayısıyla Mondros Mütarekesi’nden sonra İngilizlerce tutuklanıp Malta’ya sürüldü. Malta sürgünleri 1 Kasım 1921 tarihinde İnebolu’da serbest bırakılınca 17 Kasım 1921 günü Kastamonu’ya geldi. Henüz bir şiir kitabı (Bozgun, 1918) ve bir romanı (Kurbağacık 1919) ve üç hikâye kitabı yayımlanmıştı. Ünlü değildi. Bu nedenle Kastamonu’ya gelişi gidişi Açıksöz gazetesinde haber olmadı. Şerefine Kastamonu Sultanîsinde müsamere de düzenlenmedi. Ancak, İnebolu-Ankara yolundaki kağnı kollarının akışını, yaşananları gözleriyle gördü. Ecevit hanında konakladı. Bu tecrübesini Dikmen Yıldızı romanına yansıtarak edebî ve ebedî hâle getirdi. 1932-1946 yılları arasında TBMM’de Ankara milletvekili olarak görev yapan Aka Gündüz, 7 Kasım 1958 tarihinde Ankara’da öldü. Mezarı Cebeci Asri Mezarlığı’ndadır.
Dikmen Yıldızı tam bir İstiklal Savaşı romanıdır. İzmir’in işgaliyle başlar ve İzmir’in geri alınmasıyla tamamlanan dönemde, Karşıyakalı varlıklı bir aile Kâmil Bey ailesinin yaşadıkları olaylar içinde roman kahramanı hâline gelen kızı Yıldız’ın başından geçenlere odaklanıyoruz. İzmir’de havacı teğmen Murat’la tanışan Yıldız, Salihli, Aydın cephesi, I. ve II. İnönü Savaşları ve Eskişehir’in düşmesiyle ailesiyle Ankara’ya gelir ve Dikmen Bağları’nda büyük bir bağevine yerleşir. Güzelliği ve yiğitliğiyle dikkatleri çekmiş, “Dikmen Yıldızı” lakabıyla anılmaya başlanmıştır. Ankara’da muharebelerde kahramanlıklar gösterip Yüzbaşılığa terfi eden Murat’la nişanlanırlar. Sakarya Meydan Savaşı sırasında Yzb. Murat’ın şehit olduğu haberi duyulunca Yıldız ağır bir ruhi bunalıma girer. Yzb. Murat’ı babası Kamil Bey’le karısının ve yanlarında büyüyen kimsesiz akrabaları Nedim’in öldürdüğüne inanır. Ayrıca, ikiz bebeğinin olduğuna, birini de yine anne babasının boğduğunu söylemeye başlar. Bir taş bebeği, kundağa sarıp kendi bebeği gibi davrandığı görülür. Anne, baba ve Nedim’i adliyeye şikâyet edip tutuklanmalarını ister. Savcı ve Dr. Ali Bey işbirliği yaparak Murat’ın babası emekli Miralay Osman Bey’i Kayseri’den Ankara’ya getirtirler. Jandarma Çavuşu Ahmet’i de görevlendirirler. Çünkü, Yzb. Murat şehit düşmemiştir. Gizli bir göreve tayin edilmiş, öldüğünün bilinmesi istenmiştir.
Yzb. Murat’ın babası, J. Çavuş Ahmet, Yıldız’ı yanlarına alıp Çankırı, Kastamonu üzerinden otomobille İnebolu’ya götürürler. 1921 yılı kışı yaklaşmaktadır. Yolda Ilgaz Dağları’nda yağmurda top mermilerini eteğiyle koruyan kadınlarla karşılaşırlar. Ecevit’teki manzaradan çok etkilenir Yıldız. Baharda burada bir süre yaşamaya karar verirler. İnebolu’da eşyalı bir ev tutarlar. Kocası Sakarya’da şehit düşen İnebolulu Fatma ve diğer kadınlarla konuşmaları Yıldız’ın iyileşmesini sağlar. Bahar gelince Ecevit’te İsmail Ağa’nın Hanı’na yerleşip köylü çocuklarla ilgilenen Yıldız artık tamamen iyileşmiştir. Ankara’da anne, babası ve Nedim’le görüşür. Büyük Taarruz’un kazanıldığı haberinin Ankara’da yaşattığı sevincin ardından aile İzmir’deki evlerine dönmek üzere yola çıkar. Yıldız’ın aklında, Murat’ın yaşadığına dair düşünce hiçbir zaman kaybolmamıştır. İzmir Karşıyaka’daki talan edilmiş köşklerine yerleşirler. Babası, Türk ordusunun komutanına gidip Yzb. Murat’ı sorar. Paşa, Yıldız’ı görmek ister. Yıldız’la gizli görevdeki tüccar rolündeki Murat’ı buluşturur. Düğün tarihlerini belirlemelerini ister.
Değerli araştırmacı Murat Karasalihoğlu’nunTarihin Konakladığı Han Ecevit (Kastamonu 2008, 80 s. Kastamonu Valiliği Yayını) kitabında yer almayan Dikmen Yıldız’ından İnebolu ve Ecevit’le ilgili üç küçük parçayı aktarmakta yarar görüyoruz:
“ – Ah ne güzel! Ne güzel! Burada kalalım beybaba. Buraya bin Büyükada feda olsun!
Ecevit, Yıldız’ın üzerinde bu kadar büyük bir tesir yapmıştı. Kış sonunda, keskin karakalem çizimlerini andıran ağaçların arkasında yemyeşil, ezelî ve ebedî yemyeşil çamları görünce, bu taşkın sevinci duymamak kabil miydi?” (s.154).
xxx
“ – Demek sen de dertlisin?
- Hangi Türk kadını kaldı ki dertsiz olsun hanımım? Dert bizim aslımız oldu. Derman bakalım kimden olacak?
Güzel İnebolu kızı bunları söylerken, yan gözle bir gazeteden kesilip duvara yapıştırılan Gazi’nin resmine uzun uzun baktı.” (s.161)
xxx
“İnebolu deresinin taşlıkları ve iki tarafı gece vakti başka bir dünya oluyordu. Kağnı halkaları içine toplanan köylü kadınları, kızları, çocuklar, ihtiyar erkekler uzun yollara karşı kuvvet biriktirmek için dinlenirlerdi.” (s.176).
Bu vesileyle İstiklal Savaşı’mızın büyük romancı ve hikâyecisi Aka Gündüz’ü saygıyla anıyoruz…
NAİL TAN