Meyve vermeyen ağacı silkeler misiniz? Silkelemezsiniz… Çünkü öyle bir şeye kalkışmakla gülünç olursunuz. Görenler sizi “ti” ye, gırgıra alır. Haklıdırlar da… Bu neye benzer biliyor musunuz? Kızılağacın dibine oturup daldan olgunlaşmış armut düşmesini beklemeye…
Yaşamın hangi döneminde olursa olsun kişi, her yerde ve her zaman umutlarına sarılır. Hep beklentilerini sahiplenip gerçekleştirmek ister/arzular. Bu kimi zaman gerçekleşir, kimi zaman da hüsranla sonuçlanır.
Umutların/beklentilerin gerçekleşmesi; yaşamın renkleri olarak benliğimize/düşüncelerimize/davranışlarımıza birer güzellik olarak yansır. Yaşam bulur, kendimize gelir, dünyaya, insanlara daha sevecen duygularla yaklaşır, güzelliklere boyut kazandırmak isteriz.
Umudun başarıya dönüşmesi/gerçekleşmesi kişinin yaşamına bir madalya kazanmanın huzurunu getirir her zaman.
Peki, bu durumun tersi?..
Bunu düşünmeye gerek var mı? Dünyada nerede bir huzursuzluk/kavga varsa; umutların, birlikteliklerin yitirildiği, yaşamın paylaşılamadığı yerlerdir oralar…
Başarısızlığın getirdiği her verimsizlikte; kişinin iç güven duygusunun, beyinsel bilgi yetersizliğinin varlığını dikkate aldığımızda, bireysel anlamda kendisini illâ da “başarı noktası”nda görmek isteyen nicelerinin yaşadıkları topluma ne bedeller ödettiklerini böyleleri bir görebilseler/anlayabilseler… Hele de bireysel anlamdaki başarısızlıklarına; toplumsal bir boyut da kazandırmak için “kırk dereden su getirip” mazeretler üretme yeteneklerine sığınıp -kendileri için çıkış kapısı açmak isteyenler- bir büyük ahlaki krizi sergilerler o zaman.
Aklın hep bilim durağını “odak nokta” bilmesi, buradan güç alıp mesaj vermesi “toplumsal birlik”telik açısından umud/ların bütünlüğünü de sağlar böylece… Bu noktada “aklı akıl ile bileyerek” toplumsal umutlar yeşertilirken bireylerin/kişilerin de dünyalarında yeni-yeni yaşam alanları açılır, gönüllere ilkbaharın sevecen ılık yağmurları mutluluk olup yağar habire…
Uzun sözün özü: Toplumsal yaşamda “Bildiğim bildik…” ayaklarında inatlaşarak “akla yalnızlığı arkadaş edenler”in oldukları yerde dönüp durmalarındır “toplumsal kanser.” Bunun da devası/ilacı gönül-gönüle kucaklaşmalardan geçer.
Yalnızlık umutları kemiren güve ise, birliktelikleri çoğaltmak her kişinin omuzlarına yüktür toplumsal yaşamda… Bunu başaranların birbirlerine sarıldıklarını, birbirlerini anlayıp sevdiklerini bildiğimizden güzelim ülkemizde provokasyonlarla yaratılmak istenen “yalnızlık” ortamını “ortak aklımız”ı kullanarak –mutlaka- aşmak noktasındayız.
Toplumsal birlikteliklerin umut üzerinden meyvesi/ürünü, huzur olduğunu bilmek, bilincini kazanmak durumundayız bugün.
Ortak yol, birliktelikten/bütünleşmeden geçiyor. Hayal/umut ağacı beklediğimiz huzuru ancak böyle verir.
Diyarbakır Baro Başkanı Tahir Elçi’nin silahlı saldırı ile öldürülüşü bunları düşündürdü bana…