Koronavirüs salgını sırasında bolbol okuma şansını bulduk. Öğrencilik yıllarında ve orta yaşımızda Latin harflerine aktarılmış baskılarını genellikle bulamadığımız Türk edebiyatının 19. yüzyıl ve 20. yüzyılın ilk çeyreğine ait önemli eserlerini Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları sayesinde “sudan ucuz” denebilecek bir ücretle satın alarak okumaya başladık. Bu eserlerden biri de Türk Edebiyatı Klasikleri dizisinin 11. kitabı olan ilk kadın romancımız, hâlen 50 Tl kâğıt paramızın arkasında resmi bulunan Fatma Âliye (1862-1936)’nin Refet romanıydı. Bu diziden Levayih-ı Hayat/Hayattan Sahneler’i de iki ay önce okumuştuk.
Romana geçmeden önce Fatma Âliye Hanım hakkında çok kısa bilgi verelim. 1862 yılında İstanbul’da doğdu. Tarihçi Ahmet Cevdet Paşa ile Adviye Rabia Hanım’ın kızıdır. Kız kardeşi Emine Semiye de (1866-1944) Türk edebiyatının ilk kadın yazarlarından olup iki roman ve öyküler yazmıştır.
Özel öğretmenlerden, babasından ve Ahmet Mithat Efendi’den ders alarak yetişti. Arapça ve Fransızca dersleri aldı. İslam felsefesi okudu. 1878 yılında evlendi. Evlendikten sonra yazı hayatı başladı. Osmanlı toplum yapısının kadına tanıdığı statü dolayısıyla önce takma adlarla yazdı. 1890 yılından itibaren kendi adını kullanma cesaretini gösterdi. Hanımlara Mahsus Gazete, Tercüman-ı Hakikat, İkdam ve Sabah gazetelerinde yazıları yayımlandı. Cemiyet-i İmdadiye ve Hilal-i Ahmer (Kızılay) derneklerinde sosyal yardım çalışmalarına katıldı.
Başlangıçta Ahmet Mithat Efendi’nin romanlarının etkisi altında kaldı. İlk romanı Hayalve Hakikat’ı birlikte yazdılar (1891). Giderek olayların Osmanlı ailesi içinde yaşandığı daha gerçekçi romanlar yazmaya yöneldi. Sade bir dil kullandı. Bir yenilik olarak mektup şeklinde bir roman da kaleme aldı. Tarih, felsefe, hatıra/anı alanlarında da eserler verdi. Bazı eserleri Arapça ve Fransızcaya çevrildi. Kendisi de Fransızcadan bir roman çevirdi.
Romanları şunlardır: Hayal ve Hakikat (Ahmet Mithat’la, 1891), Muhazarât (1891), Refet (1897), Udi (1898), Enin (1912).
- Meşrutiyet’ten (1908) sonra yazı hayatından uzaklaştı. Sağlığı bozuldu. Cumhuriyet döneminde yazı hayatı tamamen sona erdi. 13 Temmuz 1936 tarihinde İstanbul’da öldü. Mezarı Feriköy Mezarlığı’ndadır.
Fatma Âliye, eserlerinde kızların iyi bir öğrenim görüp meslek sahibi olmalarını savunmasıyla da saygı uyandırmıştır.
Türkiye İş Bankası Kültür Yayınlarınca yayımlanan romanın künyesi şöyledir:
Fatma Âliye; Refet, Günümüz Türkçesine Uyarlayan: Senem Timuroğlu, İstanbul 2018, 138 s. Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları Türk Edebiyatı Klasikleri:11.
Romanın kahramanı Refet, Anadolu’da varlıklı bir tüccarın İstanbul’a mal almaya geldiği sırada tanıdğı bir cariyeyle evliliğinden doğdu. Anadolu’daki eş ve çocukları İstanbullu gelin Binnaz ve kızından hiç hoşlanmadılar. Üvey kardeşlerinden, annelerinden her vesileyle eziyet gördü, dayak yedi. Hastalıklı bir bünyeye sahipti. Vücudunun her yanı ağrıyordu. Bunun için de sık sık inliyor, bağırıyordu. Her bağırma annesi dışında dayakla karşılanıyordu. 4-5 yaşına geldiğinde babasını kaybedince, evdeki zulüm dayanılmaz bir hâl aldı. Binnaz kızıyla İstanbul’a geldi. Eşinin akrabalarından beklediği yardım yerine eziyetle karşılaştı. Kiraya çıkıtı. Tek göz odada yaşayıp çamaşır, bulaşık yıkadı. Ev temizledi. Hizmetçilik yaptı. Kızı Refet ilk mektep ve rüştiyeyi bitirdi. O da dikiş dikerek, işleme yaparak evin geçimine yardımcı oluyordu. Aç yattıkları, soğuktan çok üşüdükleri hâlde kimsenin sadakasını almadılar. Refet, okuyup bilim sahibi olmayı, öğretmenlik yapmayı amaç edinmişti. Bu sayede annesini rahata kavuşturabilecekti. İlk mektep ve rüştiyede sınıfın daima birincisi oldu. Darülmuallimâtta (Kız Öğretmen Okulu) da aynı başarıyı sürdürdü. Bazı zengin çocuklarla arkadaşlık yaptı, ders verdi onlara. Bu sayede tedavisi sağlandı. Annesi, öğretmen okulunu bitirmeye yakın günlerde hastalandı, çalışamazduruma geldi. Refet, ders verip para kazandı. Okulunu bırakmayıp birincilikle mezun oldu. Binnaz, kızının diplomasını gördükten sonra mutlu bir şekilde öldü. Refet, İstanbul’a 17-18 gün (yürüyerek) uzaklıkta ama babasının memleketine yakın bir kasabaya öğretmen tayin oldu. Amacına ulaştı ama yanında artık annesi yoktu…
Refet’in eğitim hayatı sırasında karşısına yardımsever iyi insanlar da çıkmıştı. Bunlardan biri Kastamonulu İnayet Hanım’dı. Romanda İnayet Hanım’la ilgili sayfalar üç sayfa kadar tutuyor. Biz, bu sayfalardan İnayet Hanım’ın kişiliğini ve romandaki rolünü ortaya koyan bazı cümleler aktarmakla yetineceğiz.
“Okul kızlarının içinde biri, ‘Halam sevabı pek sever, isterseniz rica edin o size biraz Hafız ve İhya’ü Ulûm okutur.’ demesin mi! Refet’in gözleri açıldı. Okumak, onun için hiç istenmez olur mu? Bir de Refet, o kızın halasının İstanbullu bile olmayıp Kastamonu kibarzadelerinden bir hanım olduğunu haber alınca bütün bütün şaşaladı.” (s.99).
“Hanım’ın huzuruna vardıklarında gördüler ki bu elli yaşlarında bir hanımdır. Nefti kadifeyle kaplı vaşak kürkü sırtında, oyalı yemeniden hotozu başında, şirin yüzlü tatlı bir kadın. İstanbul’da temelli oturmayıp bazı kışları geçirmek üzere buradaki dayısının evine gelir, misafir olurmuş. Memleketinde malı mülkü olup o mal mülkün sahibi ve müdürü de kendisiymiş. Hanımı, babası birçok öğretmenden tahsil ettirmiş, Arapça ve Farsçayı o kadar güzel okumuş ki eline aldığı Arapça ve Farsça kitapları hep anlar, Türkçe de güzel yazar; hatta şiirleri de vardır. Eski tarzda güzel şiir söyler. Refet ve Şule’yi güzel karşıladı. Niyetlerini anladığında ise ilmi talep edenlerden sakınanların ağzına ateşten gem vurulacağına dair hadîs-i şerîfi okudu. Altı ay kadar kendilerine ders verebileceğini söyledi. Refet ile Şule, ertesi günden itibaren derse başladılar. Okulun son sınıfında (Dârûlmuallimât) bulunduklarından Arapçadan İzhar’ın sonuna kadar gelmiş ve Farsçadan da Gülistan’ı bitirmiş olduklarından pek güçlük çekmiyorlardı. Fakat İhya’ü Ulûm’u ve Mesnevî ile Hafız’ı anlamak yalnız lisan bilmekle olmayıp o lisanın içinde bir diğer lisanı da anlamaya bağlıydı.” (s.100).
“Onlar bu derse devam ederken, Binnaz da bedence zayıfladığı için artık hizmete tahammül edemeyerek olduğu yerden çıktı geldi. Çamaşıra da gidemiyordu… Okul arkadaşlarından biri vasıtasıyla haftada üç defa çocuklara ders vermek üzere bir yer buldu Refet. Buna mukabil ayda dört mecidiye vereceklerdi. Bu yüzden İnayet Hanım’dan ders almaya sarf ettiği saatleri şimdi ders vermeye ayırması gerekiyordu.
Bu tarafa ilim almak için gidiyordu, şimdi öbür tarafa para almak için gidecekti. Refet’e kalsa ilmi bin kere paraya tercih ederdi. Lakin ihtiyaç onu istediğine bırakmıyordu. Dört ay kadar İnayet Hanım’da öğrenime devam edebildi, istifade edeceği daha iki ay olduğu hâlde onu kaybediyordu. İşte o zaman Refet zenginliğe ne kadar gıpta etti. Tatmış olduğu ilmin tahsilini böyle bırakmak ona ne güç geldi.” (s.101).
Buroman, Kastamonu’nun eski bir kültür merkezi olduğunu, Candaroğulları Beyliği’nden itibaren Osmanlı Beyliği/Devleti/İmparatorluğu ile ve başkent İstanbul’la kültürel bağını bir kez daha gösteriyor. Kastamonu’ya hiç adım atmamış Fatma Âliye Hanım, ilimizi İstanbul’daki Kastamonulular vasıtasıyla tanımış ve bu satırları yazabilmiştir. Hayal mahsulü şeyler olduğunu söylemeye bin şahit ister. İhtimal 19. yüzyıl kadın şairlerimizden Şeref Hanım ve Baharzade Feride Hanım’dan da haberdardı.
Osmanlı Türkçesinde erkeklere Rafet, kadınlara Refet adı veriliyordu. Akrabamız, büyük amcamız ilkokul öğretmeni Rafet Tan’dı. Refet romanını Kastamonululara hararetle tavsiye ederiz…
NAİL TAN