30 Ağustos’a beş gün kala Ilgaz Yazı Köy’den merhabalar. Bugün sizlerleKurtuluş Savaşımıza dair düşüncelerimi, duygularımı paylaşmak istedim. Böyle günlerdeki yazılarda hep savaşı şöyle kazandık, böyle başardık şeklinde tarih dersleri okudum çoğunlukla. Sonra da dedim ki tamam tarih kısmını ben de okuyup öğrenirim de sen ne hissediyorsun? Bu yazıyı yazıp bize ne demek istedin? Doğal olarak kişi kendi eleştirdiği şeyi yapmamalı felsefesinden yola çıkarak ben ne hissediyorum yazısı olacak bu. Belki fazla kişisel gelecek size. Orasını bilemem. Öyle de düşünürseniz elbette saygı duyarım. Ancak bana göre artık öfke dışında hiçbir duygusunu ifade etmeyen bir topluma dönüştük. O yüzden de ben kişisel olarak öfke harici duygularımı paylaşmak için elimden gelen her şeyi yapıyorum. Sonuçta öfkeden bağımsız pek çok olumlu duygu var ve onlar öfke gibi yormuyor, bilakis insanı dinlendiriyorlar. Örneğin gurur çok güzel bir duygudur. Abartmadığı sürece insanın kendi ile gururlanması yüksek motive edicidir. Keza kişinin çevresindeki gurur özneleri de ayrıca motive eder. Ilgaz’ın Kurtuluş Savaşımızda önemli bir sevkiyat güzergahının, İstiklal Yolu’nun parçası olduğunu bilmek beni gururlandırır. Belki bir Sakarya, Dumlupınar veya Kocatepe değil ama sonuçta Ilgaz da bu destanın bir parçası olabilmeyi başarmış.
Küçüklüğümden beri Kurtuluş Savaşı ile ilgili konuşulduğunda “Benim dedem oradaymış” “Atatürk bizim köyde kalmış” gibişeyler dinlediğimde hep özenirim. Maalesef ne baba tarafım ne de anne tarafım geçmişe dair kayıt tutma konusunda başarılı değiller. Biraz kayıtları kurcaladım ama sanırım belki benim beceriksizliğimden oralarda da bir şey bulamadım. O yüzden de Kurtuluş Savaşında ailelerimizin büyükleri ne yapmış bilmiyorum. İstiklal Madalyası almış olan olsaydı kesin bilirdik. Ama o da yok.
Sırf bu yüzden Ilgaz’ın İstiklal Yolunun bir parçası olduğunu bilmek gururlandırır beni.Yürüyüş yapan kağnı kollarının köyümün çok yakınındaki Kale Hanında konakladığını, yine İn Dağların başlangıcındaki İn Köyü’nde de mola verdiklerini bilmekde öyle. Her Ilgaz Dağı’na gidişimde hayran olurum ve dehşete kapılırım. Bu insanlar o yoklukta, o imkansızlıkların içinde o kışın göbeğinde burayı nasıl geçmeyi başarmışlar diye. O güzergâh öyle kolay değil. Mevcut zorluklarının yanı sıra Küre Dağları, Ilgaz Dağı ve oradan da İn Dağlarını inip çıkıyorlar.
Kara kışın ortasında İnebolu’dan Ankara’ya ulaşan 344 kilometreyi, saatte beş kilometre hız yapabilen kağnılarlagünde yaklaşık 20 kilometre yol kat ederek 18 günde aç, üşümüş, yorgun bir halde tamamlamış olmaları ve bunu yüzlerce kez tekrar etmiş olmaları neden bu Cumhuriyete sahip çıkmak zorunda olduğumuzuyeterince anlatıyor bence.
İstiklal Yolu’nun Kastamonu ve Çankırı ayaklarının bir kısmını yürüme şansım oldu. Afyon’un Çakırözü Köyünden başlayıp Kocatepe’de biten 14 kilometrelik Zafer Yolu’nu da yürüyebildim. Ayağımdayürüyüş ayakkabılarım, elimde yürüyüş bastonum veüstümde soğuya dayanıklı kıyafetlerimle. Bunlara rağmen çok yoruldum, çok üşüdüm. Sonra da utandım…Hem de çok utandım ve kızdım kendime… Yorulmak da üşümek de ağrıma gitti. Bir de bu yürüyüşükarnın aç, sırtında bilmem ne kadar yük, ayağında bırak postalı çarık varsa şanslıyken, üniforma diyebileceğin şey zaten yok üstünde hasbelkader birkaç parça bir şeyler varken yürüsene Gürdal dedim kendime.
Kağnıyı çeken kadın olduğunu düşün Gürdal dedim. Kocan ya şehit ya da yakında olacak. Aklıma Kastamonu’nun “Ersizler Köyü” düştü doğal olarak. Köyün adı “Ersiz” çünkü erlerinin bir kısmını Çanakkale’de kalanlarını da İstiklal Savaşında şehit veriyorlar. Köyde bir tane bile er kalmıyor. Yine de bu kadınlar kağnıları ile Ilgaz Dağı’nı aşıyorlar.
Sonra kendimi 1921’in 25’ini 26’sına bağlayan Ağustos gecesinde Çakırözü’nde hayal ediyorum.O kendini belli etmeyen ama çok yorucu olan bayırı çıkıyorum. Sabaha karşı eğer verilen üzüm hoşafından, sıcak kalıp kalmadığı şüpheli çorbadan biraz içebilirsen şanslısın diyorum. Ve 26’sı sabahı gün ağarırken ilk topun ateşlenmesi ile dikenli tellerle ekstra güçlendirilmiş Yunan saflarına süngü saldırısına geç hadi diyorum kendime. Ölüm garanti koşu…
Bunları hayal edince yorgunluğumun, üşümemin utancı içimi dağlarken bir yandan da gururlanıyorum, duygulanıyorum şu koca dünyada kaç millet böyle bir mirasa sahip diye.Bana göre Kurtuluş Savaşımız bir mücadele olmanın ötesinde bir varoluş haliydi. Öyle küllerinden yeniden doğmak falan değil. Orta Asya bozkırlarındaki öze dönüştü.Bence tesadüf olmayan bir kesişmeyle 1071’in 26 Ağustos’unda Malazgirt Ovası’ndaki cengaverlerin Afyon Ovasına gelişiydi. Kendimize yeniden Türk dediğimiz bir dövüştü.
Yıllar önce kendime bir söz vermiştim. Hala da tutmak için elimden geleni yapmaya gayret ederim. “Nefes aldığım sürece bu büyük cengin bir mirasçısı olarak bana emanet edilene kendi elimin, sözümün, gönlümün ulaştığı her yerde tartışmasız sahip çıkacağım.”
Bu günlük de bu kadar. Hepinize güzellikler diliyorum.
ZEKİ GÜRDAL KARAOĞLU