Yeryüzünün gelmiş geçmiş en büyük seyyahı kim diye sorsalar bunun bir tek cevabı vardır. O da 1300’lü yıllarda yaşamış olan Mağripli yani günümüz Fas sınırlarından olan Müslüman Ibn Batuta’dır.
Batuta seyyahların en büyüğü ve en ünlüsüdür çünkü onun çağında bilinen dünyanın 3’te 2’sini dolaşmış yani tam 120 Bin kilometre kat etmiştir. Ve bu gezilerinde Arabistan, Afrika, Hindistan, Çin, Orta Asya, Balkanlar ve elbette Anadolu’nun bir kısmıyla birlikte Kastamonu’da bulunmaktadır.
1304’de doğan Batuta, 1369 yılında vefat eder. Kendisi ilk seyahatini 1325 yılında 20 yaşında hacı olmak için gittiği Mekke yolculuğu ile başlar. Kendisi bu yolculuklarını not etmiş aynı zamanda aklında kalanları aktardığı İbn Cüzey isimli bir kişi tarafından derlenerek el yazmaları haline getirmiştir. 1355 yılında seyahatnamesi ortaya çıkan Batuta’nın bu orijinal el yazmaları ise günümü de Paris’te Bibliotheque Nationale’dedir.
1850’li yıllarda Batuta’nın bu çok ünlü eseri batı dillerine çevrilmeye başlar. Aynı zamanda 1900’lerle birlikte Osmanlı’da da tanınmaya. Günümüzde ülkemizde uzmanları dışında yeni yeni tanınıyor olsa da bilhassa Avrupa’nın çok yakındığı tanıdığı ve hala yoğun ilgin gösterdiği bu seyyah bize 14. yüzyılın dünyasını anlatmıştır.
***
Şöyle bir şey düşünün. 1330’lu yılların Anadolu’sunu aynı zamanda da Kastamonu’yu kelimelerle adeta bir resim gibi çizen biri. Kastamonu’da sultanı, sarayı, gelenek ve görenekleri, devletin ve dini törenlerini, rütüellerini 682 yıl önceden çok canlı bir şekilde aktaran birisi…
Tarih kitaplarının aksine, yaşayan sultanlar, şehzadeler, din adamları, ahiler; dağ başlarındaki dergâhlar, baştan sona Türkçe konuşan, şiirler yazan, edebiyat yapan insanlar…
Batuta 1332 yılında Anadolu’ya Lazkiye’den bindiği bir Cenova gemisi ile Alanya’dan girer. Bilad-i Rum dediği bu topraklar için eskiden Roma ve Yunanlılar otururken şimdi Müslüman Türkmenlerin yurdudur terimini kullanır.
Ve Batuta Anadolu genel anlamda şu şekilde tasvir eder: “Bilad-i Rum denilen bu ülke dünyanın en güzel memleketidir. Allah, güzellikleri öteki ülkelere ayrı ayrı dağıtılırken, burada hepsini bir araya getirmiştir. Burada dünyanın en güzel insanları, en temiz kıyafetli halkı yaşar ve en nefis yemekler pişirilir. Allah´ın yarattıkları içinde en şefkatli olanlar bunlardır ki, bundan ötürü “Bolluk, bereket Şam´da şefkat ise Anadolu’dadır.”
Alanya, Antalya, Denizli, İzmir, Manisa, Balıkesir, Bursa, İznik, Gerede ve Safranbolu üzerinden Kastamonu’ya ulaşan seyyah buradan Sinop yoluyla da Kuzey Karadeniz kıyılarına geçer.
Kastamonu’ya gelmeden önce Bursa hükümdarı dediği Osmanlı Beyliği’nden Orhan Gaziyi ziyaret eder. Orhan Gazi ve Osmanlılar için şunları söyler:
“Bursa’nın hâkimi Osmancık oğlu îhtiyaru’din Sultan Orhan Beğ’dir. Bu hükümdar Türk padişahlarının en ulusu olduğu kadar, toprak, asker ve varlık bakımından da onların en üstünü bulunmaktadır. Hâkimi olduğu yüz kadar kale vardır ki, çoğu zamanını bunları dolaşmakla geçirir ve her kalede bir müddet kalarak durumlarını anlamak, noksanlarını tamamlamakla meşgul olur. Hiçbir şehirde, hiçbir suretle bir aydan fazla oturmaz, aralıksız olarak kâfirlerle savaşı sürdürür, onların kalelerini bir bir kuşatarak fetheder.”
Kastamonu’yu anlatırken Osmanlılardan bahsetmemin nedeni ise şu. Batuta Kastamonu’ya 1332 yılının kış ayında gelir ve geldiği zaman Kastamonu Candaroğlu Beyliği elinde, başta I. Süleyman Bey (1309-1340) bulunmaktadır. İleride de görüleceği gibi, Kastamonu’ya da methiyeler düzen ve Anadolu’nun en büyük ve en ucuz kentlerinden biri olarak göstereceği Kastamonu o dönemde bir nevi Rum illerine gazadan çok, artık savaş politikalarından kısmen uzaklaşmış, her şeyi ile siyasi bir devlet olmuş durumdadır. Ki aynı zamanda Osmanlı Beyliği ile de bir noktada mücadele içerisindedir.
***
40 gün kaldığı Kastamonu’da, şehrin genel durumunu anlatarak başlar. “Bu şehir Anadolu’nun en büyük, en güzel beldelerinden biri. Yaşamak için pek çok kolaylıkları olan, eşya fiyatları ucuz olan bir yer.” İkişer dirheme besili koyun, ekmek, bal helvası, birer dirheme alınan ceviz ve kestane, kışın en şiddetlisinde alınan bir yük odun, o günlerde 12 kişiden oluşan Batuta’nın kafilesine yetmekle kalmıyor artıyor bile. Ve bunlar üzerine ekliyor Batuta, “Bugüne kadar dolaştığım bunca ülke içinde bu şehir kadar ucuzuna rastlamadım…”
Daha sonra Süleyman Padişahın huzuruna çıkar. 70 yaşını aşmış, güzel gözlü, uzun sakallı hebet sahibi bu padişah zamanını bilginlerle geçirir der, Batuta. Ve anlatmaya devam eder; sanki bin yıllık devlet geleneğini sürdürürcesine Candaroğulları sarayındaki günlük ve haftalık olarak gerçekleştirilen devlet divanın teşekkülünü…
Her sabah asıl divan kurulur, veliaht şehzade huzura gelir, arkasından devlet erkânı girer ve günlük meseleler konuşulur. Ayrıca halk için de bir divan vardır ki, İkindi Namazı sonrasında kapılar açılır, sofralar kurulur ve kim gelirse kendisi içeri davet edilir ve ikramlarda bulunulur.
Cuma günleri ise Padişah atı ile saraya biraz uzaktaki ahşap, üç katlı Ulu Camiye giderek burada Cuma Namazını kılar. (Burada bazı kafa karışıklıklarını da gidermek gerekiyor. Bazı yayınlarda burada bahse konu Ulu Caminin, üç mahfilli olması nedeniyle Kasaba Köyü Mahmud Bey Cami olduğu dile getirilmektedir. Ancak Batuta’nın ziyareti 1332 yılında olurken, Mahmud Bey 1366 yılında yaptırılır. Ki İbn Batuta bu tarihlerde vefat edeceği Tanca kentindedir ki zaten kitabının yazımı da 1355 yılında tamamlanmıştır. Maalesef kendisinin bahsettiği Ulu Cami günümüze ulaşamamıştır.)
Bu camiye yerleşme düzeni ve ayrılış düzeni de mükemmel bir ritüele sahiptir. Buna göre padişah, devlet erkânı, kadı, fakihler ve askerler birinci kata; padişahın kardeşi, muteber kişi ve diğer memurlar ikinci kata; üçüncü kata ise şehzadeler sırası ile yerleşilmekte ve aynı düzende tilavetler, sureler ve Türkçe şiirlerle ayrılınmakta; ve bu tören sarayda İkindi Namazı ile son bulmaktadır.
***
Din büyüklerinden ve dergâhlardan bolca bahseder Ibn Batuta Kastamonu’da. Kulağı çok az işittiğinden Utruş yani Sağır Şeyh olarak tanınan ama el işaretleri ile anlaşılan şeyhten, Eskişehirli alim Taceddin, Finikeli bilgin Sadreddin Süleyman, 163 yaşındaki Şeyh Dada Emir, Kastamonu’nun biraz uzağında Anadolu’da gördüğü en güzel en büyük zaviye olan ve Fahreddin Bey tarafından yaptırılan zaviye ve bir dağ başındaki Kastamonulu Ahi Nizameddin Tekkesine kadar oldukça ilginç bilgiler sunar Batuta.
Buradan sonrasında ise Sinop’a gelir ve Süleyman Padişahın oğlu İbrahim Bey’in yönettiği bu şehir üzerine de çok önemli bilgiler sunar.
***
Şimdi Batuta’nın anlattığı çağa biraz da tarihsel olarak bakalım. Kendisinin ziyaret ettiği I. Süleyman Bey, Candaroğlu Beyliği’nin ikinci padişahıdır. Kendisi önceleri Eflani’de bulunurken, 1309 yılındaki ani bir baskınla Çobanoğlu Beyliğini yok etmiş ve beylik merkezini Kastamonu’ya taşımıştır. Yani Batuta Kastamonu’ya geldiğinde burası Candaroğlu Beyliğinin başkentliğinin henüz 23’ncü yılındadır.
Süleyman Padişah 1322 yılında Sinop’u da fethetmesiyle kuzey Karadeniz kıyıları, Cenevizliler ile ticarete girişmiş, İç Anadolu’daki beyliklerin yanı sıra ve Kuzey Batıda da hem Osmanlı hem de Bizanslılarla çeşitli ilişkiler içindedir. Zaman zaman, çağdaşı Osmanlı Beyi Orhan Beyle sürtüşmeleri olsa da bir yandan da Bizans Kaleleri de muhasara edilmektedir.
Öte yandan Batuta’nın da gösterdiği gibi beyliğin ömrü henüz çok genç olsa da gelişkin bir siyasi mekanizma, devlet teşkilatı ve şehirciliğin ön plana çıktığı görülmektedir. Batuta’nın çağdaşlarından El-Ömeri’nin de Kastamonu üzerin aktarımlarında kent hayatının yerleşmişliği, sosyo-ekonomik gelişmişlik ve devlet düzeni görülebilir. “Süleyman Paşa’nın yurdu olan Kastamonu, Sinop yolu ile Azak topraklarına en kısa yoldur. Buradan Kıpçak, Hazar, Rus ve Bulgar topraklarına en kısa yolla bağlanılır. Kastamonu’nun kırk şehri ve kalesi vardır. Askeri 25 bin atlıdır. Kastamonu’da iyi cins atlar yetişir ve bunların seceresi bulunur. Güzel atmaca ve doğanları vardır. Kastamonu beyleri ile Mısır hükümdarlarının arasında dostluk bulunur. Paraları yarım dirhemlik gümüştür.”
***
Ibn Batuta ve El-Ömeri’nin anlattıkları bize Kastamonu’nun 7 asır öncesine dair canlı bir tabloyu sunuyor. Bunları bilmek tarihimizi görmek insanı heyecanlandırıyor. Ancak bunun yanında başka bir şey daha aklıma geliyor.
Ibn Batuta gerçekten de Avrupa’da ve dünyada çok tanınan bir gezgin. Özellikle kültür turizmi peşinde koşan turistler, Ibn Batua’nın gezdiği şehirlerde onun anlattığı yüzyıla ilişkin izler aramakta.
Ve açıkçası Kastamonu hala beylikler dönemine ilişkin birçok bakiyeyi bünyesinde barındırıyor. Belki de bu zenginliği, 7 asır ve elbette daha önceden günümüze kalan tarihsel miraslarımızı dünyaya sergileyebilmek adına yapacağımız yayınlarda ve özellikle de yabancı dilde yapılacak yayınlarda Batuta’nın ismi ve izlenimleriyle de aktarsak, tanıtım faaliyetlerinde ilgi çekici bir adımda atmış olabiliriz diye düşünüyorum.
MURAT KARASALİHOĞLU