İlk defa 21-27 Mayıs 2022 tarihleri arasında “Türk Mutfağı Haftası”nı kutladık, yaşadık. Kültür ve Turizm Bakanlığının girişimiyle başlatılan hafta kutlaması, mutlaka yararlı olmuştur. Beklediğimiz gibi, Türkiye ölçeğindeki kutlama, diğer gün ve haftalarda olduğu gibi protokola yönelik, yarışma ağırlıklı etkinliklerle yaşandı, bitti. Bol bol konuşuldu. Türk mutfağının zenginliğinden dem vuruldu. Tadımlar yapıldı ama sorunlar yine ortada kaldı. Hafta ile ilgili önerilerimizi Kastamonu gazetemizde aylar önce sekiz dizi yazıda dile getirdiğimiz temel etkinliklerin hiçbiri gündeme gelmedi diyebiliriz. Bağın yaprakları toplandı, olgun üzümler dalında kaldı. Korkarım, Türk Mutfağı Haftası da ileriki yıllarda, benzeri birçok hafta gibi, “kutlanmadı denmesin” etkinliklerine mahkum olacak.
“Yemek yarışması”, hafta kutlamalarında ilk akla gelen, kolay olduğu sanılan bir etkinliktir. Bilindiği gibi, yarışma bir özendirme/teşvik aracıdır. Bir kültürel unsurda, yok olma veya yozlaşma varsa o unsuru yaşatmak; doğru, usulüne uygun üretimini sağlamak amacıyla yarışma düzenlenebilir. Önceliğimiz; geliştirici yeni yemekler icat edici, mutfağımızı zenginleştirici yarışmalar olmamalı. İlerde bir haftanın teması bu olabilir, itirazımız yok. Ancak ilk yıllarda, amacımız tamamen Türk mutfağının coğrafi işaret almış, dünyaya açılmaya aday ürünlerini doğru dürüst pişirmeyi öğretmek olabilir. İşte bu noktada ciddi bir sorunla karşılaşıyoruz. Coğrafi işaretli, yemeği lezzetli pişirecek ham madde var mı pazarda? Etin tadı nasıl? Bu İsrail tohumlu patates, patlıcan, domatesten yemek olur mu? Tereyağı ve baharatla bu ürünlerdeki kalitesizliği ne kadar gizleyebilirsiniz? Bugün Türk mutfağının en önemli sorunları eğitim, tanıtım, pişirme araç ve gereçleri değil tamamen malzeme, ürünlerdeki kalite düşüklüğüdür.
Yarışma deyince, haftayla sınırlı kalmaksızın bir çarpık durum, olay daha karşımızdadır. İlk hafta haberlerinde (izleyebildiklerimiz kadarıyla) bu çarpıklığa, yani yemek yeme yarışmasına rastlamadık ama ileriki yıllarda karşılaşabiliriz. Genellikle Gastrofest veya büyük şehirlerdeki il kültür varlıklarını tanıtma günlerinde yemek yeme veya sıvı tüketme yarışmaları yapıldığını görüyoruz. Haziran 2022’in ilk günlerinde, bu konudaki iki örnek üzerinden konuyu ele alacağız.
Televizyonda bir görüntülü haber: İzmit’te börek yeme (kol böreği) yarışması. Erkek yarışmacılar, börek parçasından demet yapıp ha bire ısırıyorlar. Yedikleri börek mezro ile ölçülmüş. Çok iğrenç bir görüntüydü. Börek parçaları, içindekiler yerlerde sürünüyordu. Birinci olan galiba 5.mbörek yemiş. İkinci olayla ilgili yazılı haber,Hürriyet’in Ankara ekinden. Tarih: 4 Haziran 2022. Başlık: “Kadayıf Dolması Yeme Mücadelesi”. Özet başlık: “Ankara Millet Bahçesi’nde düzenlenen Erzurum Tanıtım Günleri’ne kadayıf dolması yeme yarışması damga vurdu. Yarışmacılar, birbirleriyle kıyasıya mücadele etti.” İç sayfadaki haberin ayrıntılarında dolma yiyenlerin fotoğrafları veriliyor ve Esat Bindesen’in birinci olduğu belirtiliyor.
Yemek yiyerek, hızlı yiyecek yiyerek ürün tanıtmanın dönemi çoktan geçti. Sağlığa son derece zararlı, vücutta kalıcı hasara, hatta ölüme yol açabilecek böyle bir etkinlik nasıl devlet desteği görebilir? Yiyip yiyip kusarak yarışmanın bu pahalılıkta kime faydası var? Diyeceksiniz ki, satan esnafa var. Esnaftan yarışmayı düzenleyen kuruluş (belediye başkanlığı, vakıf, dernek) yenenleri satın alıyor. Esnaf, kaliteli yiyecek üretirse kimsenin desteğine ihtiyaç duymaz. “Başkentte Kastamonu Günleri” etkinliklerinde her zaman görüyoruz. Pastırmacı, etli ekmekçilerin daima müşterileri fazla. Para almaya yetişemiyorlar âdeta.
Evet, eskiden yoğurt yeme yarışmaları yapılırdı. Amaç, yoğurt tepsisinin içindeki çeyrek altını bulmaktı. Yüzleri yoğurda bulanan yarışmacıların hâllerine bakıp bakıp gülünürdü. Amaç, yoğurtla karın doyurmak değildi hiçbir zaman.
Konya’da Konya Turizm ve Tanıtma Derneğince 1970’li yılların sonuna doğru başlatılan Konya Yemekleri Yarışmalarında çok defa protokolde yer aldık ama seçici kurulda bulunmadık. Amaç, Konya’nın eski, az bilinen yemeklerini ortaya çıkarmak, bilinenleri ise tanıtmak, iyi pişirilenleri ödüllendirmekti. Sağlık kurallarına çok dikkat ediliyor, israftan kaçınılıyordu.
Türkiye’de her saçma düşünce, mutlaka taraftar bulabilir. Diğer ülkelerde de bu durum farklı değildir. Almanlar bira içme yarışmaları düzenliyorlar biz niye ayran içirmeyelim diyenler olabilir. Gençliğinden beri her gün litrelerce bira tüketen, midesini/karnını bidonlaştıran bir Alman’ın yarışmaya girmesi onun sağlığını fazla etkilemeyebilir ama kilolarca, metrelerce kebap, börek, künefe, kadayıf dolması, hamsi tava yiyeni hastanelik eder.
Bir de şu Guinness Rekorlar Kitabı’na girme çılgınlığı var. Adana kebabı, cağa kebabı, Maraş dondurması, hamsi ızgara, ciğer tava vb. rekor denemeleri Türkiye’de yapıldı, yapılıyor. İsrafın bini bir para Yapılanın tamamı sağlığa uygun mu, tüketiliyor mu Allah bilir. Dünyada adımızın hayırla anılmasını istiyorsak Rekorlar Kitabı’yla değil, insanlığın yararına buluşlarla (Koronavirüs aşısında olduğu gibi) insanlık âleminin önüne çıkalım.
Dünyada obezite vakaları bakımından ilk başlarda yer almayı başaran değil başarısızlığı yaşayan Türkiye’de şu yemek yeme yarışmalarını azıcık düşününüz diyorum… Sadece sağlığınız ve yiyemeyenler için…
NAİL TAN