Şu mübârek günde küsmek olur mu?
Uzat ellerini bayramlaşalım.
Tanrı selâmını kesmek olur mu?
Uzat ellerini bayramlaşalım.
On bir ayın sultanı diye tanımladığımız Ramazan ayı bitiyor. Gelecek yıla kadar kim ölür, kim kalır, bilinmez. Onun için uzatalım ellerimizi; gelin,hep birlikte bayramlaşalım.
Ne güzel umutlarla karşılamıştık 2020 yılını. Değişik düşüncelerimiz vardı. Parlak nişanlar, düğünler yapacak, seyahatlere çıkacaktır. İnsanı geleceğe bağlayan iki güzel sözcük bilirim; umut ve hasret yani özlem. Bütün beklentilerimiz bir anda kâbusa dönüverdi. Bir şarkının güftesinde ifade edildiği gibi, “baharı beklerken ömrüm kış oldu” noktasına geliverdik. Korona virüsü insanları öyle bir çarptı ki, asırladır böyle bir felâket yaşanmadı dünyada.Nereden geleceği, kimi etkileyeceği hiç belli değil.
Genel kanaat, salgın hastalıkların, geri kalmış toplumlarda meydana geldiği ve oralardan yayıldığı şeklindedir. Neticede garibanlar, yoksullar ölüp gider. Ancak bu kez böyle olmadı; korona biraz sosyal adaletçi noktadan hareket ederek zengin, fakir ayrımı yapmadı. Devlet başkanları, başbakanlar bir yana,bilim dünyasını da dize getirdi. En gelişmiş ülkelerin tıb merkezlerinde binlerce bilim insanı çâre arıyor. Milyar Dolarla ifade edilen paralar ayrılmış. Aşı veya ilaç bulabilirler mi bilmem ama bilimin görevi de araştırma yapmaktır.
Şu an görünen tablo iç açıcı değil. Çâresi bulunmayan her dert insanları tedirgin eder, hatta korkutur.Vak’a sayısı artıyor mu, azalıyor mu? Ölenler, iyileşenler derken,her gün çetele tutar olduk. Bu durumu devamlı yaşamak insanların ruh sağlığını bozuyor. Ortada bir gerçek var ki, gripal enfeksiyonlarda olduğu gibi, korona konusunda da vücut direnci en büyük güç. Yaşlı kişilerin vücut direnci doğal olarak düşük olduğu için, birinci derecede risk teşkil ediyor. Bunun yadırganacak bir tarafı yok. Doğaya baktığımızda yaşlı varlıkların daha dayanıksız olduğu görülür. Doğa kanunları her yerde geçerliliğini koruyacaktır.
Son üç aydır, her türlü hareketimiz, ilişkilerimiz kısıtlandı. Alışmadığımız bir durumla karşılaştık. “Sosyal mesafe” adı altında, çevremizde iki metre çapında bir yalnızlık alanı meydana geldi. En çok sevdiğimiz kucaklaşma, kafa tokuşturma, el sıkışma gibi alışkanlıklarımız artık yok. Belki de uzun süre bunları hepten unutacağız.
Ramazan davetleri ne güzel olurdu. Dost, akraba bir araya gelir, birlikte oruç açmanın lezzetini tadardık. Câmilerimiz, ramazanla birlikte daha fazla şenlenir, terâvih namazları topluca kılınırdı. Hatta Yılanlı, Deveciler gibi câmilerimizde hatimle namaz kılma geleneği de vardı. Son yıllarda bunların sayısı artmıştı. İbadet anlayışıyla ve yemek kültürüyle ayrı bir özellik taşıyan ramazan, ne yazık ki bu yıl gereği gibi yaşanamadı. Herkes sessizce orucunu tuttu, kendi başına ibadetini yaptı.
İki gün sonra bayram; ortalıkta en küçük bir sevinç, kıpırdanış yok, üstelik sokağa çıkma yasağı gibi ağır bir yaptırım da var. Bu yasak gelmeli miydi? Çok doğru bir karar. Çünkü bayram trafiği mutlaka yoğun geçecekti. Geçen yılları hatırlayalım; günler öncesinden İstanbul boşalır, binlerce insan baba ocağını ziyarete çıkardı. Bu durum büyük sıkışıklıklara sebebiyet verir, yollarda olağanüstü önlemler alınırdı. Bu seyahatler iç turizmi, dolayısıyla ekonomiyi harekete geçirir, ramazan bereketi yaratırdı. Görüyoruz ki, bu yıl en küçük bir kıpırdama yok, hatta ekonomi diliyle konuşacak olursak yaprak kımıldamıyor.
Bugüne kadar dört binden fazla vatandaşımız virüse kurban gitti. Hastanelerimizdeki hasta sayıları çok şükür azalıyor. Sağlık personeli inanılmaz derece gayret gösteriyor. Ülke çapında ciddi önlemler alınıyor. Bunlardan ödün verilmiyor. Ama vatandaşlık bilincimiz asla yeterli değil. Hâlâ “bana bir şey olmaz”, lâübâliliği içindeyiz. Şu kaotik ortam geçsin, her alanda bazı köklü düzenlemeler mutlaka yapılacaktır. Her şeyden önce, okul sistemimiz ele alınacak, bilinçli ve duyarlı vatandaşlık eğitimi gündeme gelecektir. Şu an iş başında bulunanlar, yaşananları, devlet aklıyla not etmelidir. Yeni bir stratejiye ihtiyaç olduğu gayet açık.
Türkiye ve dünya, yeni olağanüstü durumları her zaman beklemeli, çeşitli senaryolarla geleceğe hazırlanmalıdır. Üstelik ülkemizin önünde büyük bir deprem beklentisi de var. Başta İstanbul olmak üzere, büyük şehirlerin imkânları mutlaka masaya yatırılmalıdır. Daha açık söylemek gerekirse, bu planlamalardan vatandaşın da bilgisi olmalıdır. Olağanüstü durumlarda kimler, hangi kurumlar, kuruluşlar, nerede, ne gibi işler yapacak? Bunu hem kurumlar, hem de vatandaşlar önceden bilecek. Bugüne kadar seferberlik dediğimizde daha ziyade askerî önlemler akla geliyordu. O yine yerinde kalsın ama bizim çok ciddi anlamda sivil bir seferberlik planına da ihtiyacımızın olduğu çok açık.
Ekonomi gittikçe daralıyor, işler iyi gitmiyordu. Salgın dolayısıyla her şey daha zor bir sürece girdi. Esnaf, dar gelirli, köylü perişan. Sanayide üretim kapasitesi düştü. Çarkı yeniden hızlandırmak lazım. Ramazan bayramı şöyle veya böyle geçecek. Önümüzde Kurban Bayramı var. İnsanlar kurban kesmez ise kıyamet kopmaz. Ancak hayvancılık sektörümüz büyük yara alır. Besicilikten ekmek yiyen milyonlarca insanımız, köylümüz perişan olur. İnşallah alınan önlemler başarıyla sonuçlanır; yine kurbanlarımızı keser, ağız tadıyla huzurlu bir bayram yaşarız.
Bayramınız kutlu olsun. Yüce Rabbim sağlık ve huzur içinde nice bayramlar geçirmeyi bizlere nasip etsin. Sevelim, sevilelim; sevgiden daha güçlü bir nesne yok.
MUSTAFA ESKİ