Geçen yıl tam da bu zamanlar “Kimliğimi kaybettim, hükümsüzdür” diye bir yazı yazmış Horma Kanyonu çevresinde oluşan turizm mekânlarında dikkatimi çekenlerden bahsetmiştim. Bu yıl da yine ara ara ziyaret ettiğim kanyonda geçen yıl bahsettiğim “Adanalı kimlik sorununun” devam ederken başka açılardan da yine “kimlik sorunsalının” daha büyüdüğünü gördüm.
Horma’da, Horma yazısından bile büyük tabelası ile Adanalı restorana bir de “Q….” ile başlayan ve Türkçesi de “sessizlik” anlamına genel İngilizce isimli bir firmanın reklamları basmış ki ortamı “kimlik sorunu” artık bir “kimlik bunalıma” ulaşmış dedirtti.
Öncelikle Horma Kanyonu girişinde Milli Parklara ait ahşap takın önüne o takı da kapatıp, taktan daha büyük bir tabela yapılmış. Böylelikle Horma Kanyonuna değil de “Q….” diye bir yere girdiğinizi anlıyorsunuz. Ardından kanyon girişindeki tesislere geldiğinizde başında kalp olan Pınarbaşı yazılı bir totemde o kalbin kaldırılıp başına” Q….” firmasının kurumsal renkleri olan yeşil ve beyaza boyanmış ve yine başında firmanın isminin yazdığı totemle değiştirilmiş olduğunu görüyorsunuz. Böylelikle Pınarbaşı Horma Kanyonuna değil “Q…. Pınarbaşı”ya gelmiş oluyorsunuz; tabi arkadaki “Adana” dekoru da hala olağanca heybetiyle orada duruyor. Bir de bunun üzerine oradaki köprünün yanına konan firma bayrakları arasından bir geçiyorsunuz ki “welcome the herhangi” programı yüklenmiş oluyor ve anlıyorsunuz ki aslında artık “Şirketler Çağı’nın” başlamış olduğunu da anlıyorsunuz!
***
Belediye Caddesinin neredeyse hemen girişinde Yapı Kredi Bankası’nın bir şubesi var. O kadar sade ve sade olduğu kadar nezaketli ki. Nezaketli diyorum çünkü şubenin dış cephe tasarımını yapanlar nasıl da önemli, mimari kimliği olan bir caddeye konumlandıklarının farkındalar ki çevrelerini saran o kadar asaletli binanın yanında sade kalarak o görkemi öne çıkarmaya çalışmışlar. Ama tabi ki eski belediye binasına kadar çıkan ve tüm ara sokaklarıyla aynı görkemi taşıyan caddedeki diğer işletmeler için de aynı hassasiyet ve ince düşünceye sahipler diyebilsek.
***
Pazarlama ve reklamın neredeyse üründen daha önemli olduğu bir çağdayız artık. Ürünü nasıl pazarladığınız, nasıl bir kitleyi hedeflediğiniz, onlara nasıl sunduğunuz ürünün bir değer hatta artı değer olması açısından kaçınılmaz haline gelmiştir.
Bu konuda güzel bir örnek “tarhana cipsi” olsa gerek. Bir süredir Anadolu’nun birçok yerinde olduğu gibi Kastamonu’da yaş tarhanadan üretilen cips sağlıklı, leziz ve her ortamda tüketilebilecek bir ürün olarak sunuluyor. Kastamonu’da son zamanlarda turistik bir ürün haline gelen bu ürünü daha çok kadın kooperatifleri üretip pazarlamaya çalışıyorlar. Ancak tabii ki de imkânlar doğrultusunda basit bir ambalaj içerisinde yapılan bu uygulamanın yanında geçenlerde Mado Mağazasından gelen bir hediye ile kıyaslamadan da edemedim. Mado’da Kahramanmaraş’ın tarhana öyle bir ürün haline getirilmiş, öyle bir ambalaja ve kutulamaya tabi tutulmuş ki bildiğin pahalı bir ev hediyesi kategorisine sokulmuş. Atıştırmalık çerez sınıfındaki tarhana cipsi bu atıştırmalıktan çıkarılmış bildiğiniz oldukça değerli hatta pahalı bir ürün haline getirilmiş.
Sonuçta bir çeşit “tarhana var tarahana var” olayı olmuş yani.
***
Kısadan da yazmış olsak olumsuz bir havada oldu her bir satır. O nedenle biraz da güzellik diyelim şimdi. İnebolu pazarının güzelliğinden, renklerinden bahsedelim. Üreten kendileri, satan kendileri. Bir de insanlarının güzelliği var ki o pazarın renklerini ebemkuşağına çeviriyor. İnebolu Pazarında neredeyse hangi tezgâha gitseniz illa ki bir “buyur ve ikramla” karşılaşıyorsunuz. Hele ki biraz da sizi yabancı gördüler mi ikram etmek için o buyurlar oldukça ısrarcı oluyor. Meraklı meraklı pazar gezen tüketici iken bir anda tezgâhın arkasında pazarcılar azıklarının ortağı olup, samimi bir ortamın içinde kendinizi bulmakla kalmayıp pazarın en tatlı rengine bürünüyorsunuz.
MURAT KARASALİHOĞLU