Köprü sözcüğünün değişik anlamları var. Bilinen şekliyle çayları, ırmakları hatta kıtaların iki yakasını birbirine bağlar. Ağaç köprüler, taş köprüler ve nihayet asma köprüler. Teknoloji geliştikçe köprüler de değişiyor. Bugün yapılanlar sele dayanıksız ama eskiler yıllara meydan okuyor.
Güreşte köprüye getirmek diye bir söz kullanılır. Alta düşen güreşçi omuzlarını yere değdirmemek için alnını yere dayar ve karnını yukarıda tutmaya çalışır. Ancak köprüye gelen bir güreşçinin bundan kurtulması pek mümkün olmaz.
Diplomasi ve siyaset dilinde köprü kurmak ifadesi çok önemlidir. Karşı tarafla ilişki kurmak anlamına gelir. Köprüleri atmak da aynı şekilde ilişkileri bozmak demektir ki, sonuç ağır olur.
Bildiğim kadarıyla, çene ve diş sağlığı söz konusu olunca köprü kurmak, köprü yapmak gibi ifadeler tıp literatüründe de kullanılmaktadır.
En güzel köprü; aşkları, hasretleri, kalpleri birleştiren “gönül köprüsü”dür. Kurulması son derece zor, yıkılması çok daha vahimdir. Bildiğimiz köprülerin her zaman yenileri inşa edilebilir ama gönül köprüsü yıkılırsa mimarı da, ustası da yoktur.
Bütün bunların dışında; öğretmenlerle öğrenciler arasında kurulan başka bir köprü çeşidi daha vardır. İfadesi biraz zor olsa da buna ‘sevgi köprüsü’ demek lazım. Öğretmen ile öğrenci arasında kurulan bağ çok sağlamdır ve yıllar geçse bile kopmaz. İki taraf da günün birinde buluşmayı arzu eder. Her öğrencinin hayatında mutlaka örnek aldığı bir öğretmen idolü vardır.
İki hafta önce “Sevgili öğretmenim” başlıklı bir yazı yazdım. 1970/73 yılları araında Van Kız Öğretmen Okulu’nda görev yaptım. Zaman zaman söylüyorum, öğretmen okullarında çalışmak çok zordur ama çok da onurludur. Buralarda çalışanlar mesai kavramını asla düşünmez.
Van Kız Öğretmen Okulu mezunları yılda 2 kere buluşuyorlar. 7.buluşmalarını 20-25 Ocak tarihleri arasında İzmir/Menderes ilçesi Özdere mevkiindeki Aria Claros otelinde gerçekleştirdiler. Öğretmen ve öğrenci olarak 250 kişi katıldı. En son mezunların 1975/76 ders yılında olduğunu hesaplarsak katılım sayısının oldukça yüksek olduğunu söyleyebiliriz.
Yılların öğretmenleri eski öğrencilerimiz, biz öğretmenlerini görünce tekrar öğrencilik günlerine dönüyor. Aynı yatakhanede kalan öğrenciler, otelde de eski arkadaşlarıyla birlikte kalmayı tercih ediyor. Bu da yatılı okullarda kurulan sevgi köprüsünün ne kadar sağlam olduğunu ve yıllar geçtikçe daha da güçlendiğini gösteriyor.
Gündüzleri çevre gezileri düzenlendi, akşamları da eğlence. Artan zamanlarda çokça sohbet yapıldı, anılar tazelendi. Efes,Meryem Ana, Şirince, Çeşme, Alaçatı, Sığacık ve İzmir gezilerine katıldım. Geziler çok iyi geçti ama hava inanılmaz derecede soğuktu; Ilgaz’da bile böyle soğuk görmedim.
Beş günlük programın son gecesi güzel bir veda programı hazırlanmıştı. Başlamadan 10 dakika önce Elazığ depremi duyuldu ve program hemen iptal edildi. Gece boyunca televizyonların verdiği haberleri üzüntüyle ve merakla izledik. Toplantıda, deprem bölgesinden gelenler olduğu gibi, yakınları Elazığ ve Malatya ‘da yaşayanlar da vardı.
Eski öğrencilerimizin, biz öğretmenlere olan bağlılığı görülmeye değerdi. Aynı durum kendi aralarında da yaşandı. Beş gün boyunca yatılı okul günlerini yeniden yaşadık. Biliyorsunuz, her işin başlangıcı olduğu gibi, sonu da var. Cumartesi sabahı bir daha buluşmak arzusu ile vedalaştık.
Sosyal medyada beni izleyenler, gezi programında İzmir’in olduğunu biliyordu. Kastamonu Eğitim Yüksekokulu 1983 mezunu Mehmet Gürkanlı görüşmek istedi. Öğlen üç saatlik serbest zamanımız vardı. Mehmet sağlık sorunlarına rağmen eşi ile birlikte, 2 saatlik Tire’den tren yolculuğu yaparak beni görmeye geldi. Konak Meydanı’nda buluşup bir saate yakın konuştuk; hocalarını sordu, eski günleri andık, duygu dolu anlar yaşadım.
Bulunduğumuz yer, tren garına oldukça yakındı. Mehmet tekrar Tire’ye dönecekti; hareket saati yaklaşırken izin istedi, vedalaştık. Eşi ile birlikte gara doğru giderken çok hüzünlendiğimi söylemeliyim. Aradan bunca zaman geçmiş; zor şartlara rağmen, eski bir öğrenciniz sizi görmek isteyip geliyor. Bunu sadece vefa duygusuyla açıklayamazsınız; burada başka duygular var.
Otel günlerimiz bitince İzmir üzerinden uçakla İstanbul’a döndüm, bir gün sonra İznik gezisine katıldım. İznik, yeşil zeytin ağaçları içinde, göl kenarında sakin bir yer. Tarihi eserler çok fazla. Çini atölyelerini, çarşıyı gezdik, göl kenarında yemek yedik. Herkesin görmesini tavsiye ederim.
Çandarlı Halil Paşa ve ailesinin türbesi burada. Duvardaki levhada şunlar yazılı: “Çandarlı İbrahim Paşa’nın büyük oğlu, II.Murat ve Fatih Sultan Mehmet yıllarının sadrazamı meşhur Çandarlı Halil Paşa İstanbul’un fethinden sonra idam edilerek kendinden önce ölen oğullarının türbesine gömülmüştür.”
İznik, çinileriyle meşhur. Kapı numaraları bile çini üzerine yazılmış. Upuzun bir caddeyi trafiğe kapatmışlar, insanlar rahatça geziyor. Sağlı sollu hediyelik eşya satan yerler çok. Yüksek binalar yok, mahalle havası devam ediyor.
Caddeler düzgün ve bakımlı. Kenarlara bisiklet yolu yapılmış. İnsanı dinlendiren, sakin bir şehir. Tavsiye derim, emekliler buraya gelsin, yerleşsin.
İstanbul’daki son günümde Beyazıt Kütüphanesi’ne uğramadan dönmek istemedim. Doktora yaparken burada araştırma yapmıştım. Kütüphanenin çalışkan müdürü Abdülkadir Öztuğrul Bey çok sıcak ilgi gösterdi. Dost canlısı bir insan. Nostalji güzel bir duygu, çalıştığım masaları birlikte dolaştık. Yan taraftaki Yazma Eser Kütüphanesi’ne beraber gittik; Müdür Salih Şahin Bey’Ie tanıştım, güzel bir sohbet yaptık. Yeni dostlar kazandım, mutlu döndüm.
MUSTAFA ESKİ