MİNE AKÇAKOCA ÖZGÜR
“İnsanların geçmişlerine ilişkin duyarlılıkları, uygarlık ölçütlerinin başında gelir.” diyor, Doğan Kuban.
Kültürel miras değerleri; turizminin de en önemli unsurlarından biridir. Tarihi yaşatır, geçmişi anlatır, geleceğe ışık tutar ve şehri tanıtırlar.
Kastamonu tarihine katkı sunmuş, yok olmaya yüz tutmuş bir eseri adeta iğne ile kuyu kazarak ortaya çıkarmış olan Cemal Baharoğlu ile söyleşiyoruz.
Kastamonu’ya henüz Vakıflar Bölge Müdürlüğü gelmemişken, dedelerinden kalan vakfiyenin peşine takılıp, Candaroğulları Beyliği Döneminde yapılmış olan eseri gün yüzüne çıkarmak için uğraş verip, bunu başarmış.
Ecdat yadigarlarının korunması konusunda kültürel bir sorumluluğa ve etik değerlere sahip olan Cemal Baharoğlu, yaptıklarıyla övünmeyi sevmeyen, aile geçmişiyle gösteriş yapmayan alçak gönüllü bir optisyen olarak yaşamını sürdürüyor.
Cemal Baharoğlu, 1954 yılında Kastamonu’da dünyaya gelmiş. Gazipaşa İlkokulu, Merkez Ortaokulu ve Abdurrahmanpaşa Lisesi’nde eğitim görmüş. Annesi ev hanımı Saliha Baharoğlu ile babası ilkokul öğretmeni Abdülhakhamit Baharoğlu hakkında şunları anlatıyor:
“Dedemin babası Baharzade Cemalettin Bey, Sinop Valisi olarak görev yapmış.
Babam Göl Köy Enstitüsü mezunuydu ve keman üstadıydı. Öğretmen olarak çalışıp, emekli olmasının ardından babama Kabataş Tekel Müdürlüğü teklif ediliyor. Samatya’da zaten ev var, kabul ediyor. Bu arada İstanbul Musiki Cemiyeti’ne devam etmeye başlıyor, konserlere katılıyor. Sonra memleket hasreti ağır basınca, Kastamonu’ya dönmüşüz.
Kuddusi Bey, Kastamonu Belediye Başkanı, babam da Başkan Vekili oluyor. Nasrullah Meydanı’nın düzenlenmesi, Kasaplar Hali ve yanındaki dükkanlar için fikir veriyor, ilgileniyor.
Daha sonra, çocuklara müziği sevdirmek amacıyla mandolin, flüt, gitar, keman sattığı bir müzik dükkanı açıyor. 1957 yılında erken yaşta rahmetli oluyor.
Ben 20 – 25 yıl tuhafiyecilik yaptım. Daha önceden optisyenlik diploması almıştım. Tuhafiyeciliğin bitmekte olduğunu görünce gözlük dükkanı açıp, optik işi yapmaya başladım.”
– “Frenkşah Sultan Hamamı’nın tarihinden ve sizinle olan ilgisinden söz eder misiniz?”
– “Babamı kaybettiğimde henüz 3 yaşındaydım. O yıllarda Frenkşah Hamamı ortada yok. Yıllar içinde şehir yükseldikçe, hamam aşağıda kalmış. Üstünde gecekondu gibi ahşap dükkanlar var. Bu dükkanların kirasını biz alıyorduk. Hamamın kubbelerinden açık olan kısımlardan içeriye esnaf çöplerini atıyor. Öyle ki uzun yıllar içinde, çöpler aşağıdaki hamamı tümüyle doldurmuş.
Çocukluktan ergenliğe geçtiğim yaşlarda annem bana hamamın olduğu yeri gösterip, buranın bizim vakfımıza ait olduğunu söyledi, evdeki evrakları da verdi.
Anadolu Selçuklu Devleti’nin hükümdarı Alâeddin Keykubad, Kumandanı Emir Frenkşah Cemaleddin’e, ‘Kastamonu’ya git. Orayı hakimiyetimiz altına al’ diye emir vermiş. Frenkşah Cemaleddin Bey, 30 bin askerle Ilgaz’dan doğru Kastamonu’ya geliyor. Müslüman olmayan azınlıkları dini yaşamlarında, ibadetlerinde serbest bırakıyor, baskı yapmıyor.
Ancak İslamiyet’te gusül önemli olduğu için ilk iş olarak, Kastamonu’ya bir tanesi kadınlar, diğeri de erkekler için olmak üzere iki adet hamam yaptırıyor. Ardından da bir türbe ve bir mescit inşa ettiriyor.
Babamın rahmetli olmasından sonra annem, babası ile birlikte o zamanki Kastamonu Valisi Necdet Yalçın’a gidip, vakıftan ve yer altında kalmış olan tarihi eserlerden söz ediyor.
Sayın Vali evrakları bırakmalarını istiyor. Yazışmalar, izinler tamamlanınca, karşı çıkanlar olmasına rağmen Vali Bey, kanunlara göre ne gerekiyorsa yapıp, üstündeki gecekondu dükkanları da yıktırıyor.
Ben 18 yaşıma geldiğimde Anıtlar Kurulu’na müracaat ettim. Hamam görünmüştü ama yıkık, dökük, içi tümüyle çöp dolu bir harabe halindeydi. Kentler her yıl 2 cm yükselir, 800 yıl içinde Hamamlar da kubbeleri dahil olmak üzere zemin seviyesinin altına inmiş
Aile Vakfı olduğu için bundan sonrası bize düşüyordu. Evraklar, yazışmalar sonunda proje çizdirip, restorasyona başladık.
Hamamlardan birini ortaya çıkartıp, restore ettik. Ancak diğer hamamın üstüne 400 yıl sonra Kurşunlu Han inşa edilmiş. O da tarihi bir eser olduğu için ikinci hamam için bir şey yapmak mümkün değil, neresinde kaldığı da tam olarak bilinmiyor.”
Nasrullah Camii’nin kuzeybatı köşesinde yer alan Frenkşah Hamamı, Kastamonu’nun en eski yapılarından birisi olarak dikkat çekiyor.
Cemal Baharoğlu, geçmişle gelecek arasında köprü oluşturan tarihi Frenkşah Sultan Hamamı’nı ortaya çıkarıp, restore ettirdikten sonra restoran olarak işletmişti.
Güneş ışığının kubbelerinden içeriye incecik süzüldüğü Frenkşah Sultan Sofrası, yöresel yemekler yapan otantik bir restoran olmasının yanı sıra el sanatlarının sergilendiği, satıldığı tarihi bir mekan olarak dikkat çekiyordu.
Frenkşah Sultan Sofrası; dönemin İçişleri Bakanı Sadettin Tantan, Çalışma ve Sosyal Güvenlik, İçişleri bakanlığı dönemlerinde Murat Başesgioğlu, Dışişleri Bakanı Erdal İnönü, Erzincan Valisi Recep Yazıcıoğlu, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Nurettin Sözen ve bir çok devlet adamını, politikacıyı konuk etmiş.
Yine o dönem A.B.D.’nin Türkiye Büyükelçisi Marc Grossman, Prof. Dr Hüseyin Hatemi ve Avukat Kezban Hatemi, gazeteci yazar Ahmet Kabaklı, Turhan Günay, sinema oyuncusu, yönetmen Türkan Şoray, tiyatro sanatçısı Süheyl ve Behzat Uygur, komedyen aktör Ercan Akışık da fotoğraflarda yer alan ünlüler olarak dikkat çekiyor.
Frenkşah Cemalettin Vakfı Mütevellisi Cemal Baharoğlu, 10 yıl aralıksız çalıştırdığı mekanı, diğer işleriyle birlikte yürütmenin zorluğu nedeniyle kapattığını, şu anda orada kiracı olduğunu ifade ediyor.
Baharzade Feride Hanım ile ilgili konuşarak söyleşiyi sürdürüyoruz. Kastamonu ulemasından Baharzade Hammami Mehmet Reşit Efendi’nin kızı olan Feride Hanım, babası vasıtasıyla Arapça, Farsça ile hat sanatını öğrenmiş ve 7 yaşında hafız olmuş.
Baharzade Feride Hanım, Kastamonu Valisi Sırrı Paşa’nın eşi Leylâ Hanım’la ortak bir gazel de kaleme almış.
Muhammediye’leri ile tanınan Divan Şairi Baharzade Feride Hanım ile akrabalık bağını soruyorum. Cemal Baharoğlu yanıtlıyor:
– “Feride Hanım, babamın dedesinin babaannesidir. Bildiğiniz gibi Leylâ Hanım, Ferîde Hanım ile ilgili şöyle demiştir:
‘Anadolu’da öyle bir kır çiçeği gördüm ki kokusu beni mest etti. Bu kadın, Kastamonu’da tanıdığım Bahar-zâde Ferîde Hanım’dır. O dar çevrede öylesine kültürlü bir kadının yetişmiş olması göğüs kabartıcıdır. O, benim görüşüme göre Anadolu’nun sessiz bir tepesinde nefis kokusu ile bir vadiyi dolduran kır çiçeği gibidir.’
Feride Hanım ve diğer aile büyüklerinden kalan antikalarla, evimizin bahçe katında yer alan salonu doldurdum. Kaftan, el yapımı saat, gramofon, örtü, kılıç, silah, değnek, kar ayakkabısı (leken) gibi sayısız antika yer alıyor. Antika merakım var. Seviyorum, mutlu ediyor beni.”
-“Aklınızda yer etmiş bir anınızı paylaşmak ister misiniz?”
– “Frenkşah Sultan Sofrası’nı çalıştırdığım tarihte Kastamonu Valisi olan Enis Yeter bize her konuda destek oldu ama özellikle bir anıyı unutamam. O yıllarda gerçekleşen sel felaketinde sular restoranda yarım metreyi geçmişti. Ve o gün Sayın Vali, ayağında çizmelerle suyun içine girip, sade vatandaş gibi bizlerle birlikte suları boşaltmaya fiilen yardım etti.”
– “Kastamonu’nun değişen çehresi ve insan ilişkileri hakkında ne düşünüyorsunuz? ”
– “Kastamonu’nun eski halini özlüyorum. Çok daha ferah ve huzur verici bir şehirdi. Şimdi her yer çok kalabalık, rahatsız ediyor.
Komşuluk da öldü. Aynı apartmanda yıllarca yaşıyor, birbirimizi tanımıyoruz. Ancak ‘çocuk gürültüsü var’ diye şikayet için kapıya gelince komşular tanışıyor. Bizim de öyle bir hikayemiz olmuştu, sonra da komşular birbirimizi tanıyınca iyi dost olduk.
Bir de saygısız tavırlar hoşuma gitmiyor. Büyüklerini sayan az. Bazen bu meydandan çocuklar, genç kızlar küfürlü konuşarak geçiyorlar, bunlar beni üzüyor.”
– “Tam da burada, sizin gençlere önerileriniz nedir diye, sormak istiyorum”
– “Önce aile içinde saygı olmalı. O olmazsa dışarıda da olmaz. Üç yaşımdayken babam rahmetli oldu. Babasız büyüdüm ama kötü bir şeye alışmadım, kötü bir yola sapmadım.
Çocuklar, gençler saygıyı, sevgiyi, iyi kalpli olmayı bırakmasınlar. Aileler de onlara iyi örnek olsunlar.”