Kültürel mirasın korunması ve gelenekselin sürdürülebilirliği konularına kadın bakış açısı
Bir mimar olan Dr. Nurderen Özbek, Kastamonu ile dolu dolu bir insan. Bu doluluk sadece kendisinin Kastamonulu olması, kökleri derin bir aileden geliyor olması ile açıklanabilecek bir durum değil. O görgüsü, bilgisi ve dokunuşu ile Kastamonu’yu pek de kimsenin görmediği bir açıdan bakarak, açıklayarak ve tanımlayarak doluluğunu yaşıyor. Yaşamının büyük bir kısmını İstanbul’da geçirmiş olsa da Kastamonu ile bağı sıkı sıkıya bağlı olan Dr. Özbek’in profesyonel mesleği olan mimarlık ve kültürel mirasa yönelik en göze çarpan çalışmaları hep Kastamonu özelinde olmuş.
Dr. Nurderen Özbek bu çalışmalarında özellikle de Kastamonu’da belki de es geçilen kent biçimlenmesi, meydan-mahalle-sokak ve mimari unsurlardaki “insan”ı ortaya koyuyor. Her ne kadar çalışmaları mimarlık alanında olsa da Kastamonu’nun yakın tarihi, sosyal tarihini de insanın yarattığı mimari uygulamalardan yola çıkarak hikâyelerle ortaya koyuyor. Yani bir bakıma Dr. Özbek’in elinde yeniden tanımlanan mimari doku ve unsurlar onu yaratan ve yaşayan insanın diliyle konuşmaya başlıyor. Hem mimarinin insanla olan etkileşimi hem de Kastamonu’nun kültürel katmanlaşmasındaki sentezini Dr. Özbek’in “Geçmişten Geleceğe Yaşam Dünyaları ve Mekanlar: Kastamonu Deneyimi” isimli kitabında olduğu gibi aile vasiyeti olarak projesini çizip ve uygulayarak vakfettiğiEligüzel Camisi’nde de görmek mümkün.
Dr. Nurderen Özbek ile söyleşimiz “Kastamonu ve Kadın” özelinde olsa da sorularımıza verdiği yanıtlar, birer yanıttan çok Kastamonu’nun mimari dokusunun bir röntgeni, yapı-yerleşim ve insanın birlikte oluşturduğu hikâyelerin anlatımı olarak hiç görmediğimiz belki de duyumsamadığımız bir Kastamonu’nun bilgisi olduğu için ben gibi tüm okuyucuları da hem aydınlatacak hem de yaşadığımız kente bakışımıza yeni bir katman sağlayacağına eminim. Tabii bu söyleşimizde Dr. Özbek kentimizin kültürel ve mimari katmanlaşmasını geçmişten bugüne anlatmakla yetinmeyip, bu kenti nasıl korumamız gerektiğine dair de nokta atışlarla bizlere gösteriyor.
Kent yaşamının daha kaliteli olması için kadına yönelik eşitlikçi yaklaşımlarla hak ettiği statüye getirilmesini düşünen Dr. Özbek, kadının çağdaş kimliği ile evinden başlayarak sokak, mahalle ve bütün bir kentin kültürel kimliğinin korunmasında sürdürülebilir ve ekolojik katkısının ve gelecek nesillere sağlıklı bir şekilde aktarılmasındaki işlevinin çok önemli olacağını düşünüyor.
Doyurucu, bilgilendirici ve ufuk açıcı bu söyleşimizin Kastamonu kültür tarihinde yeni bir düşünce ve ses olacağını umuyorum.
- ••
- Nurderen Hanım sizi kısaca tanıyabilir miyiz?
– Kastamonu’da doğdum. Anadolu’nun ilk devlet lisesi olan Abdurrahmanpaşa Lisesi’ni bitirdikten sonra İTÜ Mimarlık Fakültesi’nde lisans, yüksek lisans ve doktoramı tamamladım.Bu sırada hocalarımın yürüttüğü çeşitli proje çalışmalarında yer aldım. 2004- 2016 yılları arasında, kurucusu olduğum mimarlık ofisindemimari, iç mimari proje tasarımı ve uygulamalarım devam etti. Yaptığım çalışmalardan bir tanesi, Kastamonu’da 2017 yılında inşası tamamlanan ve ibadete açılan Eligüzel Camisi oldu.
2019 yılında “Geçmişten Geleceğe Yaşam Dünyaları ve Mekanlar: Kastamonu Deneyimi” isimli kitabım yayınlandı. Bu kitapta geleneksel kentlerdeki konut dokusunu sürdürmek için geliştirmeye çalıştığım bir yol önerisini Kastamonu örneğiyle anlatıyorum. Bülten İstanbul Gazetesi’nde İstanbul Köşesi adı altında yazılarım yayınlanıyor ve Kastamonu ile ilgili araştırmalarım devam ediyor.
Şu an İstanbul’da yaşıyorum. Evliyim, iki oğlum var. Eşim Turgay Özbek profesyonel yaşantısından sonra şimdi Marmara Üniversitesi’nde ekonomi dersleri veriyor. Büyük oğlum Ali, ETH Zürih Üniversitesi Elektrik Mühendisliği’nde doktorasını tamamlamak üzere. Küçük oğlum Mert Ünsal, Münih Teknik Üniversitesi İşletme Mühendisliği’nde yüksek lisansını yapıyor.
- İstanbul’da ikamet ediyorsunuz ancak Kastamonu ile de bağlantınızın hiç kopmadığı aşikâr. Hem aile bağları ve sosyal hem de profesyonel olarak bu bağlantınızı öğrenebilir miyiz?
– Annem Yüksel Eligüzel Özkendirci, babam Ünsal Özkendirci. İkisi de Kastamonu’da doğup büyümüşler. Ablam Nadire Esen, yeğenim Elif Nuhoğlu aileleriyle Kastamonu’da yaşıyorlar. Başka yakınlarım, arkadaşlarım var. Fırsat buldukça onlarla bir arada olmak, Kastamonu’nun güzelliklerini yaşamak için ailemle ya da arkadaşlarımla gidiyorum. Ayrıca İstanbul’da da hemşerilerimle sürekli irtibat halindeyim. Buradaki etkinliklere mümkün olduğunca katılmaya çalışıyorum.
Kastamonu’da köklerim oldukça eskiye dayanıyor. Eligüzel (Osmanlı kayıtlarında geçen ismiyle Dest-i Şirin) Ailesi’nden olan büyük dedelerimle ilgili Osmanlı ve Cumhuriyet Arşivleri’nde yaptığımız araştırmalarda şimdilik 1700’lü yılların ilk yarısına kadar izlerini takip edebildik. Altı nesil öncesinde ulaştığımız Dest-i Şirinzade Mehmet Emin Bey (Ö:1233/1818) Kastamonu Mütesellimi yani sancakbeyi vekili. 1228/1813 yılında Küre-i Nühas Emini olarak Küre bakır madenlerini işletiyor; oğlu Mehmet Bey (D:1222/1807-Ö:1287/1870) Kastamonu Mütesellimi, Kastamonu Meclis Üyesi, Küre-i Nühas Emini ve Fizan Kaymakamlığı yapıyor. Ailenin bir kolu Reisülküttab Hacı Mustafa Efendi’ye uzanıyor.
Eligüzel Ailesi’nin şehir dışındaki yaşam alanı Kozlu Köyü’ndeki çiftlik olmuş. Bu dönemde ailenin 10 bin askerini iaşesi ile birlikte padişah için hazır etme yükümlüğü varmış. Yine bu dönemde şehir merkezindeİbn-i Neccar Camisi’nin yanında yaptırdıkları konakta yaşarlarmış. Cami 14. yüzyılda inşa edilmiş ancakEligüzel ailesi 19. yüzyılda bakımsız kalan caminin restorasyonunu ve yanındaki Eligüzel çeşmesini yaptırmış. Bu nedenle Eligüzel Camisi olarak da biliniyor. Caminin hemen yanında yer alan konak, Kastamonu’nun geleneksel konutları için değerli bir örnekken zamanla el değiştirdi ve yakın tarihte yıkıldı.
Sevgili Şebnem Yüce’yle Eligüzel Ailesini anlatan “Dest-i Şirin” isimli bir kitap oluşturduk. Ailenin diğer fertleri ve hayat hikayeleri ile ilgili daha geniş bilgi, bu kitabımızda var.
***
Kastamonu ile profesyonel anlamda en önemli bağım Eligüzel Camisi oldu. Yapı, dedelerimizin yaşam alanlarından bir diğeri olanHırasan Köyü’ndeki çiftlik arazisi üzerinde yer alıyor. Şimdi burası Eligüzel Mevkii olarak adlandırılıyor. İmar planında ibadet yeri olarak belirlendikten sonra aile büyüklerimin adının yaşatılması amacıyla inşasına başlanan cami, 2017 yılında kullanıma açıldı. Mimari ve iç mimari projelerini çizdiğim caminin mimarisi ile ilgili birkaç söz söylemek isterim.
İslam dini ibadet mekânı için bir tanımlama getirmiyor. Camilerin formu bölgelere, döneme ve yerel kültüre göre biçimlenip kabul görerek zamanla geleneksel kabul ediliyor. Eligüzel Camisi’ni tasarlarken geçmişi kopyalamak yerine Kastamonu’daki geleneksel camileri sentezleyerek şekilden çok anlama yönelmeye çalıştım. “İbadet mekânı, insanın sadece inancı ve kendisiyle baş başa kalması gereken bir huzur ortamı olmalı” düşüncesiyle hareket ettim. Camide konsantre olmayı sağlayacak sadeliğin, aydınlık ve ferahlığı sağlayacak açık rengin esas alınmasının amacı bu ortamı yaratabilmekti. Namazda sıkça okunan surelerden örnekler Türkçe anlamlarıyla iç mekân duvarlarında yer aldı. Ana namaz alanından ahşap rahlelerle ayrılan oturarak namaz kılma bölümleri, aynı zamanda içinde bulunan kitap dolaplarıyla okuma alanına dönüştürüldü.
Artık büyük açıklık geçmek için ihtiyaç olmadığı halde neden kubbeli tasarladığım ya da neden geleneksel camilerde olan şerefeyi kullanmadığım gibi sorular geldi. Bazı elemanlar fonksiyonel olarak değil, sembolik olarak tasarımda yer aldı. Eligüzel Camisi’nin yükseklik, derinlik, ferahlık hissi için kullanılan bir kubbesi, modern formda bir minaresi mevcut. Mihrapta kullanılan figür, Selçuklu sanatının vazgeçilmez öğelerinden biri olan mukarnasın stilize edilmesiyle oluşturuldu.
Camiler etimolojik kökeninden de anlaşılacağı gibi geçmişten günümüze bir araya getirici, birleştirici rol oynamıştır. Geçmişte yeni bir yerleşim alanının oluşturulabilmesi için önce gündelik yaşamda çok kullanılan kamu yapıları inşa edilir, insanların buraya toplanması sağlanır, zamanla çevresinde yerleşim gelişmeye başlardı. Bu kamu yapılarının başında camiler yer almaktaydı. Eligüzel Camisi de çevreden soyutlanmadan, sınırlandırılmadan, aksine çevreyle kaynaştırılarak, bütünleştirici bir alan olarak tasarlandı. Bahçesinin hemen yanında yer alan parkın devamı olarak çocuklar için bir oyun alanı, yetişkinler için sosyalleşme alanı olarak kullanılması amaçlandı. Ancak yoğun taşıt trafiğinden uzakta, sakin bir bölgede yer alan bu çocuk parkı her nedense yüksek beton duvarlarla çevrelenerek Cami’den soyutlandırıldı.
Bu düşüncelerle ortaya çıkan Eligüzel Camisi, 2019 Lions Fark Yaratan Kadın Girişimciler Yarışması’nda tasarım alanında en başarılı proje olarak seçildi.
- Kastamonu üzerine çok değerli bir doktora çalışması yaptınız ve sonrasında da bu çalışmanız bir kitap halinde okuyucu ile buluştu. Bu çalışmanız hakkında bize bilgi verebilir misiniz?
– Kastamonu’nun tarihi kent dokusunda bozulmalar, eksilmeler, eklemlenmeler yoğun olarak hissediliyor. Günümüzdeki yeni yapılaşmalarla da aynılaşmış kent görüntüleri ortaya çıkıyor. Kalabalık, iç içe geçmiş ama birbirine yabancı çevreler oluşuyor. Artık apartman komşularımızı tanımıyoruz. Bu duruma gelmemizin çok çeşitli sebepleri var elbette. Değişim sadece Kastamonu’ya özgü değil.Endüstri Devrimi bir kırılma noktasıydı. Eskiden durağan denecek kadar yavaş ilerleyen değişim, bu dönemde çok hızlandı ve dalga dalga bütün dünyayı etkisi altına aldı. Osmanlı Devleti’ne ve dolayısıyla Kastamonu’ya yansımaları da Tanzimat Dönemi’ndeki modernleşme hareketleriyle oldu.
Kaçınılmaz olan değişim devam ettiği sürece yeni sebepler de doğacaktır. Ben bu çalışmayla elimizde kalanı da kaybetmemek adına izlenecek bir yol önerisi getirmek istedim. Koruma çalışmalarına çoğu zaman fiziksel koruma olarak yaklaşılıyor. Yapıları sadece kabuk olarak korumak, içindeki yaşantıları yok saymak orayı orası olmaktan çıkarıyor, başka bir yere dönüştürüyor. Diğer yandan burada bir ikilem var. Modern yaşayalım ama geçmişi kaybetmeyelim diyoruz. Bugün geçmişteki gibi yaşamamız mümkün değil. Bu noktada geçmişin bugüne kadar damıtılarak gelmiş tecrübelerinden yararlanmak bir çözüm olabilir.İnsanların belki yüz belki binyıllardır uzun deneme yanılmalarla elde ettiği bilgileringünümüzde kullanılabilirliğini düşünmemiz gerekiyor. Buradan yola çıkıp çalışmamda geleneksel konut yerleşimlerini yapı-yaşantı birlikteliğiyle araştırdım. Sürdürülebilir bir çevre için evleri, bahçeleri, sokakları var eden yaşantıları, yani “insan”ı dahil eden bir yaklaşım izledim. Geçmişte nasıl yaşanmış, günümüzde dokuyu bozmadan neleri kullanabiliriz sorusuna cevap bulmaya çalıştım.
Tez aşamasında Kastamonu’yu yakından tanıyandeğerli hocalarla çalıştım. Danışman hocam kendisi de Kastamonulu olan Prof. Dr. Belkıs Uluoğlu idi. Doktora boyunca çalışmalarımı takip eden tez izleme hocalarımdan biri Kastamonu için önemli çalışmaları olan Prof. Dr. KutgünEyüpgiller’di.
Bu süreçte önce dünyadan çeşitli örnekleri inceledim. Örneğin Bolonya 13. yüzyıldan itibaren kentin karakteristiği haline gelmiş revaklı yapılarınıİkinci Dünya Savaşı’nda yıkıldıktan sonra bile terketmemiş. Kölelik kaldırınca tarım işçileri kent merkezine akın edince konut açığı ortaya çıkmış. Metrekare arttırmak için evlerin üst katlarına kolonlarla desteklenen çıkmalar yapmaya başlamışlar. Bu çıkmalar konutların zemin katında üstü kapalı yollar oluşturmuş. Revaklı yapılar ilerleyen zamanda da benimsenip devam ettirilmiş ve bugün 40 kilometreye ulaşmış. Şimdi revaklar kent imajı için sembolik anlam taşırken, işlevsel olarak da üstü kapalı yaya yollarının avantajından faydalanıyorlar. Yürüyenleri güneşten, yağmurdan, trafikten koruyor, aynı zamanda kafeler, dükkanlar için yarı kapalı kullanım alanları oluşturuyor.
Kastamonu’da da yer yer üstü kapalı yürüme yolları var. Bizdeki sorun yapıların hepsinin tek tek ele alınması, estetik kaygının olmaması. Bitişik nizam yapılar arasında kot farkları, tabela kirliliği, malzeme çeşitliliği gibi birçok etken avantajlarının da görünürlüğünü engelliyor. Kasaplar Çarşısı (Hal) da aynı şekilde kendi dönemi içinde değerlendirilmeyi bekleyen, dokusunu ve işlevselliğini bozmayacak bir restorasyon projesiyle ele alındığında çok turist çekebilecek farklı bir kent katmanı bana göre.
Kastamonu konut yerleşmeleri ile ilgili detaylı araştırmalara başladığımda kenti çok az tanıdığımı farkettim. Yazılı kayıtlarda hemen hemen hiç rastlanmayan sokakların, evlerin, bahçelerin hikayelerine yöneldim. Onların nasıl var olduğunu, nasıl bir araya geldiklerini, dizilişlerini, işlevlerini ortaya çıkarmak istedim. Sözlü tarih araştırması kapsamında yaklaşık kırk kişiyle sohbetlerim oldu. Her sokağın, her bahçenin, her evin kendi hikayesi var. Bu hikayeler katman katman bugünkü Kastamonu’yu oluşturmuş. Kenti tek bir döneme, tekil yapı korumalarına saplanıp kalmadan sürdürmek, bunun için de tek boyutlu değil çok boyutlu araştırmak, farklı ölçeklerden bakmak gerekiyor. Yaşantıların/insanların bıraktığı izleri takip ettiğinizde geleneksel dokuyu oluşturan, farklı dönemlere ait karakteristik elemanlara ulaşabiliyorsunuz.Bu bazen antik dönemden kalan bir kaya mezarı, bazen sokakların kesişimindeki Selçuklu Camisi, bazen Osmanlı döneminden bir evin cihannüması ya da o evin bahçe duvarında geçmişin su sisteminin izlerini taşıyan bir çeşme olabiliyor. Kimi zaman bir Birinci Milli Mimari yapısı ileyirminci yüzyılın ikinci yarısında inşa edilmiş modernist bir yapı uyum içinde yan yana olabiliyor. Bunların her birini kendi dönemi içinde ele almak gerekiyor. Cephe giydirmeyle hepsini birbirine benzetmeye çalışmak ya da yeni inşa edileceklerde eski dönemleri birebir taklit etmek gerekmiyor dokuyu korumak için.
Tezimdebelirlediğim yöntemle dört sokak üzerinde sürdürülebilirlik analizi yaptım.Bu sokaklarda doku karakterini oluşturan etkenlerin neler olduğunutespit edip doku bütünlüğünü sağlayacak ana hatlarıçizmeye çalıştım. Ancak geride Kastamonu’yu Kastamonu yapan, yazılı kayıtlarda olmayan, ortaya çıkarılması gereken çok bilgi var.
Araştırdığım sokaklardan bir örnek vereyim… 93 Harbi olarak bilinen (1877-1878) Osmanlı-Rus Savaşı sonrasında yaşanan toprak kayıpları yeni bir göç dalgası yaratmış, Kafkas ve Kırım göçmenleri Anadolu’nun birçok kentine olduğu gibi Kastamonu’ya da yerleştirilmiş. Sözlü tarih çalışmasıyla elde ettiğim bilgilere göre bu dönemde Kırım’dan İnebolu’ya gelen iki gemiden bir tanesi bozuluyor. Diğer gemi yoluna devam ederken bozulan gemiden inen aileler Kastamonu’ya kadar geliyorlar. Bu ailelere evlerini inşa etmeleri için kentin doğu sınırında arsalar tahsis ediliyor. İncelediğim sokaklardan bir tanesi bu göçmenlerin yerleştiği, Muhacir Mahallesi olarak da bilinen bölgedeki Baba Sokak oldu. Bu sokakta Kırım göçmenlerinin inşa ettiği ve günümüze gelen üç adet ev var restore edilmeyi bekleyen. Hatta aile evlerden bir tanesini müzeye dönüştürmek istiyor. Sokakların kesiştiği küçük meydanda o dönemde inşa edilen Hamidiye Camisi var. Kentteki nüfus artışıyla birlikte, sokaktaki yapılaşma zamanla güneye büyüyor. Bu tarafa yöneldiğimizde Kastamonu’daki farklı bir katmana ulaşıyoruz ve bir dönemin önemli gelir kaynağı olan ip ve halat yapımının izleri olan, “işlik” adı verilen atölyeler karşımıza çıkıyor.
Uzun soluklu çalışmalar sonucunda elde ettiğim bilgileri Tarihsel Çevre ve Yapı Korumacıları Derneği, Marmara Üniversitesi Bilim Kültür Günleri, Tarihi Kentler Birliği’nin kuruluş yıldönümü söyleşisi ya da doktora dersleri gibi ilgili çevrelere ulaştıracak sunumlarda ya da çeşitli dergilerdeki makalelerle anlatmaya çalışıyorum. Doktora tezlerine ulaşmak kolay olmuyor. Bu bilgileri ilgilenenlerin daha kolay erişimini sağlamak için kitaba dönüştürmek istedim. 2019 yılında “Geçmişten Geleceğe Yaşam Dünyaları ve Mekanlar: Kastamonu Deneyimi” ismiyle kitabım yayınlandı.
- Deneyimli bir mimar olarak Kastamonu geleneksel kent dokusunun korunması hakkında bize neler söyleyebilirsiniz?
– Kastamonu dünyadaki değişimin etkilerine maruz kalmakla birlikte hâlâ geleneksel dokusuokunabilen bir kent. Ancak farklı ölçeklerde değerlendirildiği zaman farklı algılarla karşılaşıyoruz. Sokak aralarında gezinirken farkına vardığımız yok olmalar ve tezatlar, bütüne baktığımızda daha az hissediliyor. Kaleden Cumhuriyet Meydanı ve çevresinin görüntüsü ya da Cumhuriyet Meydanı’nın arkasındaki tepelerden bakınca Kale’nin çevresindeki yerleşim bize hâlâ Osmanlı kent dokusunu hissettiriyor. Uzaktan baktığımızda iki eski merkezin çevresine yerleşmiş kıvrımlı sokaklarıyla, azalmış olsa da bahçelerinin yeşiliyle, kiremit çatılı evleriyle Osmanlı kentinin dağınık düzenini hissediyoruz.
Kastamonu’da geleneksel kent dokusunun sürdürülebilmesi için bütüne yönelik uygulama yok maalesef. Mevcut dokunun sürdürülmesi için yapılan en kapsamlı çalışmasokak sağlıklaştırma çalışmaları. Bu da sadece cephe iyileştirmeye yönelik. Genellikle tekil koruma çalışmaları var. Yani seçilen tescilli yapılar restore ediliyor, aralarında uyumsuz yapılar yükselmeye devam ediyor. Restore edilen konutlar genellikle farklı işlevler için kullanılıyor. Çoğu zaman koruma uygulamaları mal sahiplerine bırakılıyor ki bu da zor bir süreç. Biz de bir ahşap evi kendi çabalarımızla ayakta tutmaya çalışıyoruz. Sık bakım isteyen evlerin özel çabalarla ayakta kalması zor.Devlet desteği almak için ev sahiplerinin bilgilendirilmesi, başvuru aşamasından başlayarak takibi gerekiyor. Eğer alınabilirse de destek genellikle yeterli olmuyor.
Tarihi bir kentin bütününe bakmak için referans noktalarından yola çıkılabilir. Bunlar kent ve kentli için anlam ve önem taşıyan, doku bütünlüğü içinde kolayca hatırlanır noktalardır. Bunlar işlevsel ya da sembolik anıtsal bir yapı, doğal bir oluşum, bir meydan, ya da bir ağaç bile olabilir. Örneğin dışarıdan gelen biri size yol sormuşsa bu noktaları ya da alanları baz alarak tarif edersiniz. Kastamonu’nun tarihi merkezindeki en temel referans noktaları da bana göre Kale, Saat Kulesi, Nasrullah Meydanı, Cumhuriyet Meydanı ve KaraçomakÇayı’dır. Bunların her birini çevreleyen yerleşmeler de onların görünürlüğü açısından önemlidir.
Kastamonu’da geleneksel konut yerleşmelerine yönelik belgeleme ya da koruma çalışmaları genellikle kale eteklerinde ve Nasrullah Meydanı çevresindeki yapılarda yoğunlaşmış durumda. Cumhuriyet Meydanı ve diğer referans noktaları çevresi yerleşmeleri yeteri kadar ele alınmıyor. Halbuki Osmanlı İmparatorluğu’nun son dönemleri ve Cumhuriyet’in ilk yıllarına aitfarklı mimari özellikler barındıran yapılarla çevrelenen bu meydan, kentin modernizasyon sürecini ifade ediyor. Bu alanın çevresindeki konut dokusuyla birlikte düşünülmesi ve ele alınması gerekir.
Ayrıca az önceki sorunuzda bahsettiğim gibi fiziksel yapılaşmanın arkasındaki varoluş nedenlerini bulmak, katman katman Kastamonu’yu oluşturan izleri bulmak demek.Geleneksel konut yerleşmelerinin sağlıklı sürdürülebilirliği için geçmişte kullanılan, günümüzde de yarar getirecek bazı uygulamalardan örnekler verebilirim.
Ekolojik sürdürülebilirlik anlamında bir yarar için Arnavut kaldırımları bunlardan bir tanesi. Bugün bütün yolları asfaltla, toprak gördüğümüz yeri betonla kaplamak çok yaygın. Halbuki Kastamonu gibi bol yağış alan bir kentte suyun toprağa geçmesine izin veren, günümüz koşullarına uygun malzemelerle üretilecek parçalı kaplamalar, su baskınlarını önlemeye yardımcı olduğu gibi, alttaki toprağın ve içindeki canlıların da yaşamasını sağlayacaktır. Bir başka örnek konut bahçeleri. Geçmişte birçok faaliyetin gerçekleştirildiği bahçeler ya yerini betonarme binalara terk ediyor ya da kullanılmayan bakımsız depo alanlarına dönüşüyor. Halbuki günümüzde ekolojik tarım, kaynakların verimli kullanılması, gıda israfı, nakliye sorunu ve sera gazı salınımı problemleri üzerine yoğun çalışmalar yapılıyor. Geleneksel evlerin bahçelerinin eskiden olduğu gibi gündelik kullanıma uygun hale getirilmesive ailenin kendine yetecek ürünü yetiştirmesi için teşvik edici uygulamalar olabilir.Böylelikle küçük de olsa bir katkı sağlanabilir.
Kastamonu’da otopark önemli bir sorun. Geleneksel bölgede yıkılan evlerin yerini yeni bir bina almazsa (ki bu genellikle uyumsuz betonarme bir yapı oluyor) burası otoparka dönüşüyor. Bu alan otoparka dönüştürülecekse, zemini tamamen beton ya da asfalt kaplamak yerinegözenekli kaplama malzemeleriyle işlevine uygun hale getirilebilir. Bu şekilde yeşili tamamen yok etmeden, bütün ağaçları kesmeden, çevreye duyarlı kullanım mümkün.
Geçmişte kullanılan elemanların ya da alanların,geleneksel dokuyu bozmadan bugünün koşullarına uygun hale getirilmesi için daha birçok örnek verilebilir.
- Kastamonulu birçok kadın meslektaşınız var ve bunların bir kısmı da kültürel koruma ve miras üzerine çalışıyor. Bu alanda kadınların varlığını yeterli görüyor musunuz?
Restorasyon alanında kadın meslektaşlarım değerli çalışmalar yapıyorlar. Sayılarının artması ve diğer meslek kollarında uzmanlaşmış kadın-erkek karma kadrolarla koordineli çalışmaları, tarihi çevrenin sürdürülmesindekiverimliliği arttıracaktır diye düşünüyorum. Geleneksel dokunun sürdürülebilirliğinin sağlanması için kente bütüncül bakmak, mimarlara ilave olarak şehir planlamacılar, restorasyon uzmanları, kent tarihçileri, arkeologlar ve sosyologların yer aldığı uzman kadrolarla çalışmak çok önemli.Kadının bu uzmanlık dallarında yer alması, yaşam kalitesininiyileştirilmesine katkı sağlayacaktır.
- Hem mimari hem desosyal yaşamda profesyonel kadın bakış açısı kültürel koruma, çağdaş kentleşme ve yerleşim anlayışında ne gibi şeyleri değiştirir?
– Geçmişte kadının yaşam alanı toplumun ona yüklediği görevler çerçevesinde en fazla mahalle ölçeğinde olmuş. Bugün kadın kamusal mekânda da etkin. Toplum hayatına katılımda kadın ve erkeğin farklı ihtiyaçları oluyor. Kadın için hâlâ eksikler var. Çağdaş kentlerin toplumun her kesiminin ihtiyacına cevap verecek şekilde düzenlenmesi gerekiyor. Profesyonel kadın bakışı bu alandaki eksiklerin giderilmesine yardımcı olabilir.Ayrıca mesleğinde uzmanlaşmış kadınların çocuklarını bilinçlendirmesi bu konuda geleceğe yatırımdır. Kültürel aktarımda, çocukların kültürel mirası koruma, sahiplenme ve sürdürme bilinci edinmesindeannelere çok görev düşüyor. Geçmişin mirasının önemini kavrayan çocuk, geleceğini de onun üzerine kuracaktır.
- Mesleğinizden de yola çıkarak Kastamonu’da kadının hem profesyonel yaşam hem de sosyal konumunu nasıl görüyorsunuz ve size göre bir eksiklik varsa bu nasıl değiştirilebilir?
– Milli Mücadele döneminde Kastamonu kadınınıncephede, cephe gerisinde veşehirdeki örgütlenmedemücadeleci yapısını ve fedakârlıklarınıbiliyoruz. İnebolu’dan Ankara’ya cephane taşıyan, 1919 yılında üçbin kişiyle ilk kadın mitingini yapan, 1920 yılında Kadınları Çalıştırma Derneği’ni, 1921 yılında Hilal-i Ahmer (Kızılay) Cemiyeti Kadınlar Şubesi’ni, aynı yılda Hanımlar Musiki Dershanesi’ni kuran bir kentin kadınlarından söz ediyoruz. Günümüzde de kadınlarımız birçok meslek dalında aktif. Üretime katkıda bulunuyorlar. Kadının profesyonel ve sosyal yaşama geçişini destekleyen kadın kuruluşları, dernekler var. Bunlara rağmen bugün hala kadının içe dönük yaşam sürdüğü kesimler var. Profesyonel ve sosyal olarak toplum hayatında erkeklerle birlikte yer almasınıdesteklemek için en başta kadın erkek gözetmeksizin küçük yaştan itibaren eğitime önem verilmesi gerekir diye düşünüyorum. Bu şekildeeşitlikçi katılım sağlanacak,ardından herkes için kaliteli yaşam koşulları oluşacaktır.
- Uzun zamandır İstanbul’da yaşayan birisi olarak İstanbul’daki Kastamonulu ve Kastamonu Kadını imgesi üzerine neler söylenebilir?
– Kastamonu çok göç veren bir kent. İstanbul’daki Kastamonuluların sayısı da oldukça fazla. Hemen her alanda, her meslek dalında başarılı kadın hemşehrilerimize rastlıyoruz. Sevgili kuzenim Prof. Dr. Sakine Eruz, çok yönlü çalışmaları, yayınları ve çeşitli platformlardaki paylaşımlarıyla bunaen güzel örnek.İstanbul’da Kastamonu’yla ilgili önemli etkinlikler düzenleniyor ve kadınlarımız buetkinliklerde aktif olarak görev alıyor. DMKİ’ninİstanbul’da düzenlediği Kastamonu Kadın Mitingi kutlamaları, kadınlarımızı temsil eden önemli bir etkinlik.Hem tarihimizde iz bırakmış kadınlarımız, hem günümüzdeki Kastamonu kadınıburada başarıyla temsil ediliyor.
- Kastamonu’da mimari, kentleşme ve koruma kültürü ile birlikte hangi alanlara kadın dokunuşu gelse daha kaliteli yaşam koşulları oluşabilir?
Kadının ihtiyaç duyduğu her alanda yapacağı çalışma yaşam kalitesini de arttıracaktır.Ayrıcaonların gündelik yaşam çevrelerindeki dokunuşlarını da hiç yabana atmamak gerekir. Yani evine, yuvasına sahip çıkan kadının dokunuşunu.
Mimarlık alanında önemli bir ödül var: PritzkerMimarlık Ödülü. 2022 yılında Diébédo Francis Kéré kazandı. Şöyle bir sözü var: “Paradigmayı değiştirmeyi, insanları hayal kurmaya ve risk almaya zorlamayı umuyorum. Zengin olduğunuz için malzeme israf etmeniz, fakir olmanız kaliteye ihtiyaç duymadığınız anlamına gelmez. Herkes kaliteyi, lüksü ve konforu hak eder. Birbirimize bağlıyız, iklim, demokrasi ve kıtlık endişeleri hepimizi ilgilendiriyor.”
Kastamonu gibi geleneksel dokusu hissedilen bir kentte, tarihe sahip çıkılması için olsun, tarihi dokuya yapılacak eklemelerde olsun, kadınlara çok iş düşüyor diye düşünüyorum. Geleneksel yaşamda ev, özellikle kadının hâkim olduğu bir alandı ve yönetimi ondaydı. Günümüzde de,ince detaylara hâkim olan kadınların, sahip olunanimkânlardâhilinde,kendi evlerine ve çevresine yapacakları küçük dokunuşlarla kaliteli yaşam koşullarını geliştirmeleri mümkün. İdari yapıların desteği çok önemli tabii ama bilinçli bir yaklaşımla, yapılacakbilgilendirmeler ve yönlendirmelerle, büyük meblağlar gerektirmeden,onlarınyapacağı küçük müdahalelerfiziksel, sosyal, psikolojik, ekolojik veestetik yarar sağlayacak, aynı zamanda sürdürülebilir mimariyi de destekleyecektir.
Eklemek istedikleriniz var mı?
– Yaptığım çalışmada Kastamonu’ya olabildiğince çok boyutlu bakmaya çalıştım. Kenti uzaktan gözlemledim, sokak aralarında gezinipyakından deneyimledim, yaşantıları araştırdım. Bir şey eksik kalmış… kültürel mirasın korunması ya da gelenekselin sürdürülebilirliği konularına kadın gözünden bakmak.Onu da bu röportajda ele alma fırsatı yarattığınız için teşekkür ederim.
Teşekkür ederiz.
MURAT KARASALİHOĞLU