1917 yılında lise eğitimi için Almanya’da bulunurken Milli Mücadele’nin başlamasıyla Anadolu’ya dönen ve Kağnı Kolları Komutanları olarak görev yapan Enver Behnan Şapolyo(1900-1972) bir Türk Tarihçisi, eğitimci ve gazetecidir.
Enver Behnan Şapolyo 15 arkadaşı ile birlikte Anadolu’ya kaçmaya karar verir ve Milli Mücadele’nin gizli teşkilatı olan Mim Mim Grubu ile temasa geçmeyi başarır. Gizli bir göreve (İstanbul’da depolardan kaçırılan silahları İnebolu’ya götürmekle görevli) memur edilen Şapolyo, Hilali Ahmer’e ait malzemeleri götüren bir İtalyan Vapuru ile İnebolu’ya 1920 yılında gelir.
İnebolu’yu büyüleyici bulan Şapolyo, burayı Boğaziçi’nin bir parçası olarak tanımlar. Vapur İnebolu açıklarında demirleyince kayıklarla Milli Mücadele subayları gelir ve tüm yolcuların “itimatnamesini” kontrol ederler. Kendisinin itimatnamesi yoktur ama subaya “Nuh’un Selamı var” diyerek kendisinin Mim Mim grubunun bir üyesi olduğunu belli eder ve ilçeye giriş izni alır. “Nuh” Mim Mim Grubunda Mustafa Kemal Atatürk’ün gizli ismidir… Subaya vesikasını gösteren Şapolyo İstanbul’dan getirdiği silahları subaylara teslimeder.
Kayıkla SedBaşına (yar başına) çıkan Şapolyo, buradaki kahvede nargile içerek yolcuları seyreden ahaliden uzaklaşıp yüzbaşı tarafından önce Şükran Lokantasında karnı doyurulur daha sonra da Şeref Otele yerleştirilir. Otel, İslam Doruk ve Gavur Doruk denen iki tepeye yani günümüzdeki Geriş Tepesi ve İslam Tepeye bakmaktadır.
Damları arduvaz taşlarıyla örülü kagir evlerden oluşmuş İnebolu sokakları muntazam olmakla birlikte insan kalabalığından geçilmiyordur o tarihlerde. İnsanlar kahvehanelerde ya da meşhur Kebapçı Recep Ağanın kebabını yiyerek vakit geçiriyorlardır. Kalabalığın asıl nedeni ise İnebolu’ya inen herkes için Ankara’dan geçiş izni gelmesi beklenmesidir. İneboluların çok kahraman insanlar olduğunun üzerine basan Enver Şapolyo, Kılkış Zırhlısının ilçeyi bombaladığı zaman (9 Haziran 1921) yaşanan Hamamcı Kadı Salih Reis ile bölge kumandanı Muhidddin Paşa’nın diyologu ile yine bir gülleyi taşıyan çocuğun yanında bomba patlayıp yaralanmasına rağmen yine de yükünü bırakmayıp cephaneyi İkiçay Mevkiine götürmesini hatırlatır.
İnebolu’nun Şehzadeden Bolşeviklere Değişik Misafirleri:
İnebolu Milli Mücadele döneminde sadece silah ve lojistik malzemenin geçiş yolu değildir. Burası İstiklal’in tüm düşüncesinin, tüm emekçisinin ve tüm destekçilerinin geçiş yoludur. Bu nedenle ister yerli isterse yabancı tüm kişi ve gruplar buradan geçiyor, Anadolu’daki Milli Mücadele ruhuna dair ilk ateş kalplere burada düşüyordu. Tabi ki yol her ne kadar Milli Mücadeleye ömür vermiş ve destekleyenlerin güzergahı olduğu gibi bu ateşi sabote etmek isteyenlerin de kullanacağı ya da kullanmak istediği bir yol da olacak; bu nedenle yabancısından ajanına, haininden sabotajsına kadar kullanılacaktır.
İşte böylesi bir atmosferde İnebolu’nun çok değişik misafirleri de olacaktır. Bunlardan biri Sultan Abdülaziz’in torunu yani Abdülmecid’in oğlu Şehzade Ömer Faruk olacaktır. 1920 kışında İnebolu’ya yaveri kız kardeşi ile çıkan şehzade, kalabalık bir insan topluluğunca karşılanmış ardından Belediye Reisi Kara Güllezade’nin evinde misafir edilmiştir.
Bir hafta İnebolu’da kalıp hiç evden çıkmayan Şehzade, sivil polislerce takip edilmiş ve kısa bir sorguya çekilerek neden Anadolu’ya geçmek istediği sorulduğunda Mustafa Kemal’in ordusuna katılmak istediğini belirtmiştir. Kendisinin bu isteği Mustafa Kemal’e bildirilince Paşa da derhal İstanbul’a iade edilmesini emretmiş ve kış mevsiminden dolayı Ilgaz’dan geçişin mümkün olmadığı bahane edilerek Samsun’dan gelen bir vapur ile İstanbul’a geri gönderilmiştir.
***
Bilindiği üzere Milli Mücadele’nin dış destekçilerinden en önemlisi Rusya’da yeni bir devrim yapmış ve emperyal güçlerin yayılmasını durdurmak isteyen Bolşeviklerdir. Aynı tarihlerde 8 kişilik bir Bolşevik Heyeti Odessa’dan İnebolu’ya gelmiş burada iki gün misafir edildikten sonra Mustafa Kemal Paşa yanına gitmişlerdir. Bu tarihlerde Rusya’da büyük bir kıtlık yaşanmaktadır ve Ruslar Anadolu’dan buğday alıp karşılığında silah ve altın vermek üzere Anadolu Hükümeti ile anlaşmışlardır.
Ve bir casus Hintli Mustafa Sagir’de İnebolu’dan yolu geçen isimlerden biri olmuştur. Kendisinin henüz bir İngiliz casusu olduğu bilinmezken, güya İstanbul’da Mim Mim grubu ile iş yaptığı için tutuklanıp İğneada’ya gönderildiği ve daha sonra buradan kaçarak İnebolu’ya geldiği yalanıyla piyasaya çıkar. Çok iyi Türkçe bilmekte ve Hintli Müslümanların Milli Mücadele’ye yardımlarını getirdiğini söylemektedir. Kendisi oldukça fırtınalı bir havada Bahri Cedid vapuru ile İnebolu’ya gelir ve o fırtınada sadece İlyas Kaptan’ın dalgalarla mücadelesi ile karaya çıkartılır. Mustafa Sagir ilçenin tüccarlarından ve Müdafa-i Hukuk üyelerinden Dillizade Vehbi Beyin evinde misafir edilir. İnebolu’da kaldığı sürece Hintli Müslümanlardan para hatta asker yardımı getireceğini, Hindistan’da artık Müslümanların erkek çocuklarına Enver ismi yerine Mustafa ismini koydukları gibi yalanlar söyler ve Mustafa Kemal Paşa ile görüşeceğin bildirmektedir.
İnebolu’dan Ankara geçen Mustafa Sagir elbetteki takip ediliyordur ve burada casus olduğu kesinleşince İstiklal Mahkemesi kararıyla Karaoğlan Çarşısında asılarak idam edilecektir.
İnebolu’nun yaşadığı olağanüstülüklerden biri de Milli Mücadele Ordusu’nun ilk savaş tayyaresinin İnebolu’dan Anadolu’ya geçişidir. Erzurumlu Nafiz Bey’in (Nafiz Kotan 1885-1946, Milli Mücadele yıllarında ordunun birçok ihtiyacını görmüş çok önemli bir isimdir. Nafiz Bey orduya 3 uçak alıp hibe etmiştir.) kardeşi Necip Bey İtalyanlardan bir uçak satın almış ve bu uçak da İnebolu’ya getirilmiştir. Uçak buradan Bolu’ya götürülmüş ve ilk uçuşlarını burada yapmıştır. Uçağın İnebolu’ya getirildiği gün İnebolu’dan Mustafa Kemal’e şu telgraf çekilmiştir:
“İnebolu
30 Ocak 1921
Büyük Millet Meclisi Reisi Mustafa Kemal Paşa Hazretlerine;
İstanbul’dan satın aldığım ve buraya getirmeye muvaffak olduğum tayyare uçarak bugün geldi. Orduya namıma teberru ediyorum. Kabulünü istirham ile düşman üzerine ilk bombayı atacak zata iki yüz lira nakti mükafat takdim edeceğim. Milletimizin istikbalinin selamete visalini ve muvaffakiyetini Cenab-ı Hak’tan temenni eder, hürmetle ellerinizden öperim.
Erzurumlu Hacı Ahmedzade Nafiz”
***
Enver Şapolyo’nun ilk kağnı komutanlığı
KılkışZırhlısının İnebolu’yu bombalamasından sonra sahil kumandanının emri ile Şapolyo ilk kağnı kolu komutanlığı görevi verilir.
40 kağnı, bir nefer ve Şapolyo… Nefer, başında Laz başlığı, sırtında bir Rus mavzeri ve iki kolon fişek sahibi eski fırıncı İnebolulu Mustafa… Bu neferin bağlı olduğu bölük, hapishanelerden çıkarılan ve köy ve kasabalardaki kabadayılardan teşekkül etmiş gönüllü milis jandarma gücüdür.
Kağnı kolu akşam vakti yola çıkar ve karanlıkta yol alırken 1 saat sonra İnebolu’dan çıkanların vesikalarının kontrol edildiği bir karakola varırlar. İç Anadolu’ya geçmek o kadar kolay değildir… Karakolda asker Şapolyo’ya,“6 günde Kastamonu’ya varmaya çalış yoksa İstiklal Mahkemesine çıkarsın hem cephede asker cephane bekler” der…
Kağnılar ortak bir ses ile ilerlemektedir. Şapolyo bu ahenkli sesi hiçbir müzik aletinin çıkaramayacağını söyler. Köylülerin kendi yaptığı kağnılara kömüş ve öküz koşulur, ses çıkarmayan kağnılar uğursuz sayıldığından gıcırdasın diyeteker göbeklerine kömür tozu sürülür, tekerleri sabit tutan ezgen kısmına da yanmasın diye yoğurt sürülürmüş. Eğer kağnılar çok dik inişlere denk gelirlerse hemen ormandan bir ağaç kesilip kağnının arkasına bağlanıp fren vazifesi gördürülürmüş. Kağnıların başında ayakları çarıklı, sarı mintanlı, mor şalvarlı kırmızı kuşaklı delikanlılar ile üç etekli dallı şalvarlı başları örtülü kadınlar bulunmaktaymış.Kağnıcıdan ikisi 60’lı yaşlarda erkek, sekiz tanesi 15 yaşında delikanlı diğerleri bazıları çocuklu olmakla beraber genç kadınlarmış.
Gece karanlığında ilerleyen kağnı kolu Digüz Köyünden geçtikten sonra Soğuksu Hanına varır. Burada karınları doyurulur ve Enver Şapolyo burada bir ahırda geceler.
Sabah bölgenin “Tanrı Cenneti” denen Ecevit Bölgesine hareket başlar. Şapolyo’nun üzerinde kafasında siyah bir kalpak, ayaklarında getirler, bir avcı ceketi, kilot pantolon tiftik bir atkı ile tam bir KuvaıMilliyeci kıyafeti vardır. 12 saatlik bir yolculukla Küre-i Nühas’a varılır ve buradaki kahvede kısa bir sohbetten sonra kahve üstü bir odada gecelenir. Ertesi günü ilk durak Ecevit Bölgesi Kel İsmail’in Hanı olur ve burada yoğurtlu çorba (Ecevit Çorbası) ikramından sonra Şapolyo Kel İsmail ile sohbeti ardından bu yaşlı hancıya “Anadolu Filozofu” diyerek o geceyi de han da geçirirler.
Ertesi sabah Burlen, Karadere ve Çataldoruk köyleri geçildikten sonra cepheye giden askeri bir birlik ile karşılaşırlar. Bu birliğin tümünün birden ağzında “Ankara’nın taşına bak/Gözlerimin yaşına bak” türküsü hazince söylenmektedir. Tam o sırada iki atlı kağnıların birinin yanında durur. Bu atlılar milletvekilleridir ve Kezban Kadın’ın kağnısı yanında dururlar. Kezban Kadın ve bebeği soğuktan üşümüşler ve mosmor kesilmişler ama kağnı üzerindeki serili yorganı üzerlerine almamışlardır. Daha sonradan Tarım Bakanı olacak olan Sabri Bey Kezban Kadına:
“İkinizde pek üşümüşsünüz, bu yorganı al da bebeğini de kendini de muhafaza et” der. Kezban Kadın da yorganı kaldırır ve altındaki üç sandık cephaneyi göstererek:
“Bu cephanelerin üstüne yağmur yağan, su alırsa bozulur, fakat çocuğum soğuktan ölürse ben bir tane daha doğururum” diyerek bir kahramanlık menkıbesi yaratır. Milletvekilleri ise tek bir kelime söyleyemeden gözleri yaşlı atlarını sürüp uzaklaşırlar.
Benzer bir olay Seydiler civarında yaşanacak, tek başına bir mermi sırtlanmış bir kadınla karşılaşan Şapolyo bu kadının da kafilelerine katıldığını belirtir.
Daha sonra kağnıcılardan Cemil’in köyü olan Cislerik Köyü’ne gelirler ve burada kendilerine sahanda yumurta, bal ve yoğurt ikram edilir. Geçtikleri her köyün misafirperver olduğunu söyleyen Şapolyo, tüm dağların da tiftik keçileri ile dolu olduğunu söyledikten sonra Seydiler’de varıp burada konaklarlar. Ertesi günü Sırasöğütler Hanında on kuruşa kalan Şapolyo ve kağnılar, ertesi günü Şeker Köprü’yü geçip Kastamonu’ya varırlar.
Herkes kağnıları seyretmekte iken kağnı kolu il girişindeki kışlaya geçip bir ambarın önünde dururlar. Burası birinci menzildir. İkinci Menzil Kastamonu-Ankara üçüncü menzil ise Ankara-Eskişehir’dir…
Milli Mücadele’de Kastamonu
Enver BehnanŞapolyo, bu şekilde toplamda beş kez İnebolu-Kastamonu arası kağnı kolu komutanlığı yapar. Kendisi ilk kez Kastamonu’ya geldiğinde kenti şu şekilde betimler: “Eski bir Türk Kenti. Halkı iyi huylu ve sevimli ancak hacısı hocası çok bu yüzden oldukça muhafazakar bir yer. Evleri kerpiç olup konak denilen büyük evleri de var. Sokakları ise çamur deryası şeklinde, çamurdan ziyade bataklık gibi. Bolluk bir şehir ve ucuz. En kalabalık yer Nasrettin Köprüsü (Nasrullah Köprüsü) ve Tekkealtı’dır (Cumhuriyet Meydanı, günümüz Ziraat Bankası civarı). Şehrin ortasından geçen çaya Göksu (Kastamonu Çayı, Karasu gibi başka kaynaklarda da farklı isimlerle geçen Karaçomak Çayı) deniyor. Bakır ve gümüş işlerinde bir de urgancılıkta ileri gitmiş bir şehir. Elması, üryanı eriği ve pastırması ve pişmaniyesi (Çekme Helva) pek nefistir. Kastamonu’da Açıksöz adlı bir gazete Hamdi Çelen ve Hüsnü Bey adında iki hamiyetli zat tarafından çıkarılır ve İsmail Habib (evük) de başmakale yazardır. Bu gazete Milli Mücadele döneminin en değerli gazetesi olup koleksiyonu Milli Mücadele tarihidir.Hükümet Konağı oldukça büyük bir bina. Şehirde bir Sultani, kız ve erkek muallim Mektebi, Sanayi ve Ziraat Okulları var. Kız Muallim mektebinin talebeleri siyah çarşaflı idi. Hele Erkek Muallim mektebi bir taassup yuvası haline getirilmiş. Talebeler ayakkabılarını çıkarıp okulda çoraplarıyla geziniyorlar. Talebelere üç günde bir gusül abdesti aldırılıyor. Beş vakit mektebin içinde ezan okunup talebeler namaza götürülüyor. Müdürleri kara çember sakallı Remzi adında biri, kendisi haftaya bir öğrenci kovar. Talebeler çevreden gelen ilim aşığı, zeki ve çalışkan çocuklar fakat müstebit idarenin baskısı altında ezilmekteler. Kastamonu Sultanisi ise kuvvetlidir. Bu taassuba karşın halk uyanık insanlardan oluşur. En büyük yapı Nasrullah Cami olup mesire yerleri ise Ulubaşı Semtidir (Olukbaşı).”
Kastamonu’da İstiklal Mahkemesi ve Vatan Hainlerinin İdamı
Milli Mücadele Döneminde Kastamonu’da iki kez İstiklal Mahkemesi kurulmuştur. Bu mahkemelerin amacı vatan hainleri, isyancı ve asker kaçaklarını süratle cezalandırmaktır. Kastamonu İstiklal Mahkemesi Bolu, Sinop, Çankırı ve Zonguldak bölgelerinden sorumlu idi. İlk İstiklal Mahkemesi heyeti, Menteşe Mebusu Tevfik Rüştü, Kozan Mebusu Fikret ve Saruhan Mebusu Refik Şevket Beyler; ikinci İstiklal Mahkemesi ise Saruhan Mebusu Mustafa Necati, Trabzon Mebusu Nebizade Hamdi ve Çankırı Mebusu Neşet beylerden oluşmuştu.
Enver Şapolyo Kastamonu’dayken bir gün İstiklal Mahkemesi işleyişini görmek için davalara gider. Mahkeme bahçe içinde taş bir binadadır (Günümüz Arkeoloji Müzesi). Bina içinde davaların görüldüğü kısım ve iskemleler ile arka tarafta yemekhane sıraları dizilidir. Ana duvarda bir levha üzerinde “Mücadelesinde yalnız Allah’tan korkar” yazmaktadır ve altında Türk Bayrağı asılıdır. Bayrağın önünde de mahkeme heyetinin kürsüsü bulunur. Mahkeme Başkanı Mustafa Necati Bey salona girer ve polis komiserinden mazlunları (davalılar) içeriye göndermesi isteyerek davalar görülmeye başlar.
Ayaklarından prangaları sökülen biri Kayserili Ermeni, biri Zonguldaklı bir Rum ve İnebolulu bir Türk mahkum içeriye girer. Rum ve Ermeni titrerken mahkeme heyeti karşısında İnebolulu Türk bakışlarını mahkeme reisine dikmiş beklemektedir. Mahkeme gayet kısa ve net sorularla ilerleyip mahkumlara suçlamaları direkt iletilir.
Dava Kayserili Ermeni ile başlar. Kendisi 1. Dünya Savaşında asker kaçağı olmuş, cinayetler işlemiş ama yakalanamadan kaçmış, en sonunda da Kastamonu ormanlarında bir çobanı balta ile öldürüp sürüsünü çalmaya yeltenmiştir. Suçlamaları iletilen mahkum pişman olduğunu söyleyip affını dilemiş ama başka soru sorulmadan Zonguldaklı Rum kişinin davasına geçilmiştir. Bu kişinin Yunan Ordusu lehinde casusluk yaptığı kanıtlanmış, evinde çıkan belgeler sorulduğunda inkar etmeye çalışmış ve ihtiyar olduğundan affedilmesini istenmişse de başka soru sorulmadan İnebolulu Türk’ün davasına geçilmiştir.
Heyet Başkanı Mustafa Necati, ihtiyar sen asker kaçağı oğlunu evinde saklamışsın diyerek suçlamayı sunar.
İnebolu’nun Çatal Nahiyesinden bu köylü, cebinden birkaç parça kafa kağıdı çıkarmış ve “Reis Bey! Şu kafa kağıtlarının içini okursan bana dediğinden utanırsın” der.
Mustafa Necati, “Neden?” diye sorar.
Yaşlı köylü:
” Bu nüfus kağıtları Balkan ve Umumi Harbde şehit düşen oğullarıma ait. İki tane aslanımı bu millete şehit veren bir baba, üçüncü oğlunu bu ölüm dirim harbinde bir kahpe saklar gibi gizlemez Reis Bey” der ve mavi mintanını yırtıp göğsündeki kurşun yaralarını göstererek “Benim bağrım yaralıdır, çeşitli düşmanlardan aldım. Ben nasıl olurda son oğlumu asker kaçağı olarak saklarım. ben bunlar gibi vatan haini değilim diyerek” söylenir. İşte tam bu sırada bir polis komiseri içeri girer ve mahkeme heyetine bir kağıt uzatır. Kağıdı okuyan Mustafa Necati Bey ağlamaya başlar ve Türk Köylüye ” Baba, küçük oğlun da İnönü’de şehit düşmüştür. İlmi haberi bana şimdi geldi” der. Haberi duyan ihtiyarda metanetli bir şekilde “Millet sağolsun, siz aslanlarım sağolun” der. Mustafa Necati Bey, “Baba bizi affet, bir yanlışlık olmuş, Türk hain olmaz” der ve ihtiyarı serbest bırakır.
Diğer tutukların kararı okunmaz çünkü adet olduğu üzere eğer karar bildirilmezse bunların idam olacağı anlamı taşımaktaydı ve kararları idam sehpası önünde okunurdu.
Ertesi sabah gün ağarırken Nasrullah Köprüsü önünde idam sehpaları hazırlanmış, ibret almaları için tüm mahkumlarla birlikte asılacaklar da getirilmiştir. Halk bu olayı seyretmek için toplanmıştır. İdamlıklar şuursuz bir hal almış vaziyettedir. Şapolyo bu durum için “Demek insan ümitle yaşıyor, o söndü mü her şey de sönüyor” diyecektir. Sonra idam kararları yüksek sesle okunmuş, Çingene cellat idamlıkların boynuna suçlarının yazılı olduğu bir levha geçirmiş sonra da infaz gerçekleştirilmiştir…
***
İstiklal Mahkemesi Heyeti ile Ankara’ya Hareket
Aralık 15’i olduğunda Enver Şapolyo Mustafa Necati’nin izni ile İstiklal Mahkemesi Heyeti ile Ankara’ya gider. Atlı olarak yola çıkacaklardır ve kafileye 12 adet muhafız eşlik etmektedir. Mustafa Necati mahkeme başkanıyken ailesini de Kastamonu’ya getirmiş Olukbaşı’nda bir eve yerleşmiştir. Atlı süvari birliği ile Enver Şapolyo ilk olarak Olukbaşı’na gitmiş ve burada Mustafa Necati ile buluşmuş hatta Mustafa Necati’nin babasından helallik almıştır.
Zorlu bir yolculuk olacaktır bu. Enver BehnanŞapolyo bu yolculuğun başında bulunan Mustafa Necati’yi şu şekilde tasvir eder: “En önde İstiklal Mahkemesi reisi, bir kır at üzerinde, başında iri bir siyah kalpak, üzerinde ise bir kurt kürkü vardı. Bu hal ona bir heybet veriyordu…”
Yoğun kar örtüsü altında Kovalı, Bulacık, Umut ve Kayı ile akşam karanlığı çökmesine karşın Beşdeğirmenler Köyleri geçilir. Gülmezler, Gavurun Hanı ve Güngörmezler Köyleri de geçilir gecenin karanlığında Hacettepe’ye ulaşılır. Soğuktan donmamak için bacak arasına tuz torbaları konmuş, karanlıktan kaybolmamak için arasıra “Ha!” nidası ile mızraklar bir öndekinin sırtına vurularak ilerleniyordur. İnişte, Çomar Köyü, Yenice Köyü ve Kazancı Hanı da geçilir en sonunda Kale Hanında ilk mola verilir…
Bundan sonra Çankırı ve Ankara’ya ulaşan heyetten Enver Behnan Şapolyo Ankara günlerini anlatacaktır…
***
Bir Türk aydını olarak Enver BehnanŞapolyo’nun verdiği bilgiler hem Milli Mücadele yılları Kastamonusunu görebilmek hem de İstiklal Yolu’nun önemini kavramak ötesinde bu yolda ter akıtmış tüm insanların ruhlarını şad etmek açısından çok ama çok önemlidir. Elbette ki bu bilgiler Kastamonu ile sınırlı olmayıp tüm Milli Mücadele tarihi açısından da önem taşır. Türk Milli Mücadelesine ve İstiklal’e emek veren herkesin yüce ruhları anısına….
MURAT KARASALİHOĞLU