Merhaba dostlar. Her zamanki gibi itirazım var. Bu sefer de neye itiraz ediyorsun? Dediğinizi duyar gibiyim. Biliyorsunuz dün “Dünya Engelliler Günü”ydü. Ben de bunun hakkında yazacağımı söyleyince bir arkadaşım “Hah gene neye isyan edeceksin?” dedi. Yani itirazlarımın bir isyan olduğunu öneriyor. Yani itiraz etmeme itiraz edenlere itirazım var. Ne yapayım ben de böyleyim deyip geçip gidesim var ama bünyeme ters. Sonuçta bir defa itiraz etmeyi alışkanlık haline getirmişim.
O halde neden durmaksızın itiraz ettiğimi izah etmeye çalışayım. Öncelikle itiraz edenle isyanedenin arasında dağlar kadar fark olduğunu belirtmek isterim. İsyan doğası gereği kabul etmeme ve kavga hali içerir. Bir isyankâr ortaya koyulan düşünce, eylem her ne ise onun neden ve nasıl olamayacağını ispatlamaya uğraşır ve bu uğraşı da kavga içerir. Yani kabul etmediği şeyin daha iyisine dair bir fikir ortaya koymak gibi derdi yoktur, ortaya konulmuş olanı yıkmaları yeterlidir. Oysa itiraz etmek doğası gereği karşı olmayı değil o sunulan düşünce veya eylemi olduğu gibi kabul etmeme halidir. İtiraz eden kişi neye neden itiraz ettiğini açıklamakla yükümlüdür. Daha da önemli itiraz ettiği olguların daha iyi nasıl olabileceği hakkında bir karşı söylem getirmekle yükümlüdür. Yani bir muhalif sadece kabul etmese yeter, ama itiraz eden kişi bir karşı görüş oluşturmalıdır.
Şimdi “Engelliler Günü” hakkında yazacağımı söylediğimde “Gene neye isyan edeceksin?” diye soran arkadaşıma verdiğim cevaba geldi. Öncelikle isyan etmiyorum. Sadece bu “Engelli” tanımlaması kafama yatmıyor, çünkü “engelli” olgusunun çağrışımları üzerine sorguluyorum. Herhangi bir yetisini yitirmiş ya da eksikliği olan, bazı yeteneklerden mahrum bir bireye neden engelli dendiğini anlayamıyorum. O halde “sabit fikirli” herkes de engelli olmuyor mu diye soruyorum. Sonuçta sabit fikirliler de bir becerilerini yani alternatifli düşünme yetkinliklerini yitirmişler o halde engellidirler. Ya da şöyle anlatmaya çalışayım. Ben solağım. Hayatım boyunca girdiğim tüm sınavlarda herkesin tersi yönüne oturmak zorunda kaldım. Hele o kolçaklı sandalyelerde, yazı yazılacak yer hep sağ el içindi. Ve yaşamın günlük akışı içinde gerçekten zorluk çekiyordum. O halde kesinlikle engelliyim.
Yani şuna itiraz ediyorum bir bireyin bazı yetilerden ya da motor becerilerden mahrum kalması onu ötekileştirip “engelli” yaftasını yapıştırmamızı meşru kılmaz.
Ee ne diyelim peki? “Özel Gereksinimi Olan” demek bir yere kadar makul geliyor bana. Sonuçta “özel” ifadesi engeldeki olumsuzluktan ziyade bir farklılık, akla yatkın bir imtiyaz verme içeriyor. Daha makul bir yaklaşım oluyor.
Özel Gereksinim dendiğinde bir çözüm, bir uzlaşı bir kabul ediş var. Engelli dendiğinde ise çözümü en başından reddetmiş oluyoruz gibi geliyor. O engelli yapamaz zaten. O engelli dahil olamaz zaten.
Madem onlar engelli nasıl oluyor da ülkemizi girdikleri spor müsabakalarında sürekli şampiyon olarak gururlandırıyorlar da teknik olarak engelsiz olan sporcular yüzümüzü bir türlü güldürmüyorlar? Şimdi engelli kim diye sormaktan kendimi alamıyorum.
İşte bu yüzden de “engel” kelimesi içindeki olumsuzlukla dövüşüyorum. Örneğin neredeyse tüm başarı hikayelerine hep “Önüme çıkan engelleri tek tek aştım” diyerek başlarlar. Yani engel bir zorluğu, bir problematiği ifade ediyor.
Tamam işte Gürdal “Engelliler de bir zorlukla yaşamıyor mu?” Hayır efendim bir zorlukla yaşamıyorlar. Toplumların normal diye icat ettikleri şeylerden dolayı günlük yaşam akışına duhul olabilme güçlüğü çekiyorlar. Eğer tüm dünya mimari, sosyal, pratik yaşam kurgusunu hayatta olabilecek her türlü alternatifi hesaplayarak yapmış olsa engelli diye bir kavram olmazdı ki. Bir bireyin yürüme güçlüğünden dolayı birinci kata çıkamayışı onu engelli yapmaz. Öyle bir birey olduğu gerçeğini göz ardı edip birinci kata çıkma kurgusunu sadece merdiven olarak tasarlayan kişiyi hatalı yapar. Sabit fikirli yapar. Çünkü tüm olasılıkları hesaplayıp eyleme geçmemiştir.
Yani ben “muhalif” veya “isyankâr” bir adam değilim. Sadece her verileni olduğu gibi kabul etmiyorum. Genel kabul, genel ezber yaklaşımlarından bir adım geri durup düşünmeye çalışıyorum. Ve itiraz etmenin birtakım şartları olduğunu da biliyorum. Yani neye neden itiraz ettiğimin bilincindeyim. İtiraz ettiğim şeylerin sonucu ne olursa olsun kavga etmiyorum. İtiraz ettiğim her şeyi temellendirip sağlam bir dayanağa da oturtmaya ve bir çözüm de ortaya koymaya çalışıyorum. Ve hepsinden önemlisi itirazım kabul görse de görmese de “en azından denedim” demenin manevi huzuru ve mutluluğunu yaşıyorum.
Bugün de bu kadar dostlar. İşte 3 Aralık Dünya Engelliler günü bana böyle düşündürttü. O yüzden de kimseyi ayırmadan şuanda dünyayı işgal eden sekiz milyar insanlığımız için komple “engelsiz” bir yaşam dilerim.
ZEKİ GÜRDAL KARAOĞLU