Selamlar, geçtiğimiz birkaç gün yazdıklarımdan buz gibi soğudum. Okuyorum ve hiçbirini beğenemiyorum. Yazıyorum, okuyorum ve siliyorum… Elbette her zaman yazdıklarımı beğeneceğim diye bir kural yok ama neredeyse hepsinden buz gibi soğuyunca bu işte bir tuhaflık var dedim.
Tuhaflık benim parolam gibi bir şey. Eğer bir konuda tuhaflık sezersem direkt kurcalamaya başlıyorum. Neden böyle? Ne olmuş olabilir? Çözünceye kadar da içim rahat etmiyor.
Elbette sorgulamak iyidir ama bir dur noktasını da bulmak lazım. Çünkü kurcaladıkça olanı da bozma ihtimalimiz var. Kimi zaman bunu espri olarak da ekip arkadaşlarıma da söylerim. Onlar da benim gibi ayarsız kurcalamaya başladığında “Kurcalamayın bozarsınız.” dediğim çok olmuştur. Fakat ben kurcalamaya başladığımda bozarsın diyerek uyaracak kimse olmadığı için kurcalama işi bozmaya kadar varıyor.
Bu köşede sizlerle paylaştığım düşüncelerimi kimi zaman okuyup beğenisini veya karşı görüşünü dile getiren dostlarım oluyor. Buna da bayılıyorum. Özellikle de karşı görüşe çünkü kendime göre iddia ettiğim bir konuya bir itiraz geldiğinde bir başka bakış açısını görebilmiş oluyorum.
Geçtiğimiz birkaç aydır bir dostum da sağ olsun bana bu minvalde geri bildirimlerde bulunuyordu. Hatta üzerine tartışıyorduk. Geçmiş zaman kullanıyorum çünkü artık tartışmıyorum. Sonuçta yazılarımı beğenmeme sebebimin ve beni üretimde tıkanıklığa yöneltenin kök nedeninin bu dostumun geri bildirimleri olduğunu keşfettim.
Başta iyi niyetli bir şekilde başlayan bu sohbetin süreç içinde aslında dostumun benden daha fazla bildiğini ispatlama ve bir çeşit kendi kişisel tatminin peşine düşmesi olduğunu keşfettim. Başta yazılara nazik geri bildirimler verirken ben onu ciddiye aldıkça “ben olsam şöyle” yapardım demeye kadar ilerledi.
Öncelikle “iyi de sen ben değilsin” diyemediğimi fark ettim. Çünkü nazik bir geri bildirim ve makul bir eleştiri çerçevesinin içinde kalıyordu her zaman. Daha doğrusu bunların arkasına saklanıyormuş.
Onunla sohbetlerimin sonunda ne zaman yazmaya otursam sanki ben değil de sahiden o yazmaya başlamış gibi oluyormuş. Doğal olarak kendi düşüncemi yazamadığımda da yazdıklarımı beğenemem. Eğrisi ile doğrusu ve hataları ile kendi düşüncelerimi ifade etmem gerekiyor.
Bu noktada şöyle dönüp baktığımda genel olarak kendi toplumumuzda da eleştiri kültürü olmadığını iyice fark ediyorum. Eleştiri özünde bir geri bildirimdir. Neyi nasıl yapacağımızı söylemek yerine neyi genel olarak yanlış ya da eksik yaptığımıza dair bir geri bildirimdir. Bizde ise mekanizma şöyle işliyor; önce makul ve masum bir geri bildirimle başlayan süreç uzadıkça karşımızdaki kişinin olay hakkında ne kadar donanımlı olduğuna ve onun gibi davranırsak hiç hata yapmayacağımıza kadar uzuyor. Yani eleştiren kişi de işi kişiselleştiriyor. Bu bitmeyen döngü yüzünden de genel olarak eleştiri dinlemez, kabul etmez ama her fırsatta başkalarını eleştirdiğimiz bir sürece dönüşüyor. Çünkü dinlersek eksiliğimizi yüzümüze vuracaklar. Tamam vursunlar bence gayet güzel bir şey ama eksiğimi yüzüme vururken neden kişisel tatmin yaşama telaşına girip de kendilerini bizden üstün bir yere koyuyorlar?
Eleştirmeyi ve eleştirilmeyi bilmediğimiz içinde ne kişisel olarak ne de toplum olarak ilerleyebiliyoruz. Oysa eleştiri gelişmenin en temel dinamiklerinden biri. Keşke bu kültürü sağlıklı olarak edinebilsek…
Geçenlerde bir sohbette Ilgaz hakkında birkaç geri bildirimde bulundum. Direkt olarak aldığım cevap beğenmiyorsan gidersin oldu. Süper çözüm. Bence eksik olanı söyledim. Karşı tarafta keşke neden öyle olduğunu ya da olamadığını söylese bir tartışma ortamı oluşsa ve bir çıktı üretsek. Bunun yerine aldığım cevap “beğenmiyorsan git” Elbette gitmeyeceğim. Elbette beğenmediklerim var. Ben konuşmaya ve anlatmaya devam edeceğim. Eleştirmeden, yermeden daha iyi nasıl olabiliriz diye sormaya da devam edeceğim. Sonuçta eleştirmek de eleştirilmek de medeni gelişimin özneleridir.
Ama eleştirirken kendi sübjektif dünyamdan ne kadar üstün olduğumu anlatmayacağım. Ve doğal olarak da bana ne kadar üstün olduğunu anlatanları dinleyemeyeceğim.
O dostum yine bir yazıma ben olsam diye başladığında ona sadece şunu dedim; “Artık yaptığın nezaket sınırını da eleştiri sınırını da aşıyor. Bence biz başka şeyler hakkında konuşalım. Elbette yazdıklarım mutlak doğru değil. Onları geliştirmek için elimden gelen her şeyi yapıyorum ama sonuçta onlar benim dünyam bu yüzden de bir daha ‘ben olsam deme lütfen’ çünkü artık bana katkı koymuyorsun sadece geriyorsun.” Doğal olarak arkadaşım bana küstü. Şaka gibi ama gerçek. O bana istediği gibi konuşurken ben bozulamam, rahatsız olamam ama onun yaptığına itiraz edecek olursam elimde sadece küskünlük kalır…
İşte böyle dostlar. Toplum olarak gelişmeyi hep eğitime bağlıyorum bildiğiniz gibi. Eleştiri ve eleştirilmek de eğitimle ilgili elbette.
Eleştirmek yermek değildir. Olumlu katkı sağlamak için yapılan bir geri bildirimdir.
Tartışmak kavga etmek değildir. Tartışmak daha iyi fikir bulmak için fikir jimnastiğidir. Münakaşa ise kavgadır.
Bugünlük de bu kadar sevgili dostlar. Sağlıcakla kalın…
ZEKİ GÜRDAL KARAOĞLU