Bıkmadan usanmadan ve öğrencileri bıktırmadan öğretmek zor iş. Öğretirken eğitmek, becerilerini geliştirilerek toplum yararı için kullanılmasına yöneltmek çok önemli. Bunu başaran öğretmenlerimizin, aradan yıllar geçse de belleklerde yeri, başarılarda izi kalıyor. İyi bir vatandaş, ancak iyi bir eğitim sayesinde yetiştirilebilir.
Ailelerimizden başlayarak uzun bir yolculuğun süreci olan eğitim ve öğretim; toplumsal düzenin korunması, insanların huzurlu bir şekilde toplumlarda yaşamaları ve toplum refahını üst düzeyle çıkartabilmek için olması gereken en önemli etken olarak dikkat çekiyor.
24 Kasım Öğretmenler Günü’nü kutladığımız bu haftada yaşamını eğitime adamış Yard. Doç. Dr. Mustafa Eski hocamızla söyleşi yaptık.
Yayınlanmış 21 kitabı olan Yard. Doç. Dr. Mustafa Eski, halen Kastamonu Üniversitesi Eğitim Fakültesi’nde görev yapıyor ve 1981 yılından itibaren haftalık olarak köşe yazısı yazmayı sürdürüyor.
Türk Basın Birliği Kastamonu Şubesi başkanlığını 4 yıl yürüten Dr. Mustafa Eski’nin çeşitli dergi ve kitaplarda yayınlanmış makaleleri ile sempozyumlarda, farklı eserlerde bildirileri yer alıyor.
6 Haziran 1945 tarihinde Kastamonu’da dünyaya gelen Yard. Doç. Dr. Eski, Gazipaşa İlkokulu’nda başladığı öğrenimini, Kastamonu Lisesi’nde sürdürdüğünü ifade ediyor. İlköğretmen Okulu’nu da dışardan bitirip, Bozkurt ilçesi Şenmahalle İlkokulu’nda bir yıl öğretmenlik yapan Mustafa Eski, 1967’de İstanbul Eğitim Enstitüsü Edebiyat bölümünden mezun olup, öğretmen okullarında görev yapmış. 1982-1991 tarihleri arasında Eğitim Yüksekokulu, 1993-2004 yılları arasında Gazi Üniversitesi Kastamonu Sağlık Yüksekokulu’nun kurucu müdürlüğünü yapan Yard. Doç. Dr. Mustafa Eski özgeçmişini şu sözlerle özetliyor:
“1988-1995 yılları arasında Gazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü’nde master ve doktora çalışmasını yaptım. 4 Aralık 1995 tarihinde atandığım Kastamonu Eğitim Fakültesi’nde Yardımcı Doçent kadrosunda halen görevimi sürdürmekteyim.
Ayrıca 2003-2012 yıları arasında Kastamonu Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünde lisans ve yüksek lisan dersleri verdim, tez danışmanlığı yaptım.
Bazı derneklerin kuruluşunda bulundum. 1981 yılında Kastamonu Eğitim Enstitüsü ve Muhtaç Öğrencileri Koruma Derneği’ni, 1993’de Kastamonu Sağlık Yüksekokulu ve Muhtaç Öğrencileri Koruma Derneği’nin kurulmasına öncülük ettim. 1985-2000 yılları arasında Türk Basın Birliği Kastamonu Şubesi yönetim kurulu üyeliği ve 2000-2004 yılları arasında da dört yıl süreyle başkanlık görevini yürüttüm.
Gazi Eğitim Fakültesi ve Kastamonu Eğitim Yüksekokulu işbirliği ile 1984 yılında Kastamonu El Sanatları Sempozyumu, 1988’de Türk Tarihinde ve Kültüründe Kastamonu Sempozyumu, 1991’de Mustafa Necati Sempozyumunun düzenlenmesinde görev aldım.
Halk kültürünü yaşatmak bakımından 1983-1985-1988 yıllarında Eğitim Yüksekokulu’nda Aşıklar Günü düzenlemiştir. Kastamonu Valiliği tarafından 2008 yılında Basın Sempozyumu ve İhsan Ozanoğlu Sempozyumları düzenlenmiştir; her iki sempozyumun Düzenleme Kurulu’nda görev aldım.
Millî Eğitim Bakanlığı’nca düzenlenen 1981’deki 10. Millî Eğitim Şûrası’na ve 1982’deki 11. Millî Eğitim Şûrası’na öğretmen yetiştiren kurumlar adına katılıp, 1994 yılında İstanbul’da yapılan Uluslar arası ICET 41. Öğretmen Yetiştirme Kongresi’ne davet edildim.
10 Aralık 1919 günü Kastamonu’da düzenlenen ilk kadın mitinginin, 1994’de yapılan 75. yıl dönümü organizasyon komitesinde görev aldım.
1963 yılında Fikriye Eski ile evlendim. Kızım Yard. Doç. Dr. Necla Tuzcuoğlu Marmara Üniversitesi Atatürk Eğitim Fakültesi’nde, oğlum Mak. Yük. Müh. Yard. Doç. Dr. Özkan Eski Kastamonu Üniversitesi Mühendislik-Mimarlık Fakültesi’nde öğretim üyesi olarak görev yapmaktadırlar.”
Özgeçmişin ardından öğretmenlik mesleğinin 50 yılda geçirdiği değişimden konuşmaya başlıyoruz. Yard. Doç. Dr. Mustafa Eski şöyle anlatıyor:
“Hem kendi yaşadığım yılları hatırlıyorum. Hem de çok gazete karıştıran, arşiv inceleyen biri olarak öğretmenliğin geçmişten daha geride olduğunu görüyorum. Mesleki yönden geri gittiğimiz kanaatindeyim.
Mesela günümüzde öğretmenler yazı yazmıyorlar. Eski yıllarda, öğretmen sayısı az olduğu halde bir çok makale, araştırma gazetelerde yer alıyor. O dönemlerde öğretmenlerin çoğunluğunun yazdığını görüyoruz. Mesleki konularda olduğu gibi memleket meseleleri konusunda da yazıyorlarmış. 1950 lilerde yazma azalmaya başlamış ve her geçen gün azalarak geliyor.
Lise yıllarında bile çok gazete okurduk. 1933-1936 yıllarında ortaokulu Kastamonu’da okuyan Hüseyin öğretmenin anılarından öğrendiğimize göre okulun müzik odasında 1 piyano ve 20 keman varmış. Geçmişte okulların güzel sanatlara ne kadar önem verdiğini gösteren bu örnekte Hüseyin Öğretmen Kastamonu’da ortaokulda keman çalmayı öğrendiğini de ifade ediyor.
Günümüzde ise; öğrencileri koleje, üniversiteye sokmak için yarış var. Bunun için de beden ve müzik dersinde test çözdürülüyor. Güzel sanat sadece resim müzikten de ibaret değil. Edebiyatı nereye koyacaksınız, şiir, roman önemli. Sosyal yaşam, güzel sanatlar ve spor çalışmalarına eski okullarda önem veriliyordu. Şimdi bunlar yok.
Güzel Sanat Lisesi var ama genel eğitimde buna yer vermek daha önemli. Sanat liseleri farklı olunca, o çocuklar izole oluyor, diğerleri de bunların sanat anlayışından yararlanamıyor, kopuyorlar.”
Kastamonu’daki değişim hakkındaki görüşlerini sorduğum Yard. Doç. Dr. Mustafa Eski;
“2. meşrutiyet sonrasında 1908 ile 1950 yılları arasında Kastamonu’nun kültür ve sosyal faaliyet bakımından en iyi yılları olduğunu görüyoruz” dedikten sonra kentteki fiziki değişimi cadde cadde sıralayarak açıklıyor :
“Şehirde fiziki bir büyüme var. Bizim ilkokul hatta orta okul yıllarımızda Çengeller Köprüsü’nden aşağıda bina yoktu. Taşköprü yolu bugünkü Rehabilatasyon Hastanesi’nin önünden devam ederdi. İnebolu yolu da İsmailbey Cami’nin önünden giderdi.
Şimdiki cadde ve çay yatağı ise çayla sıfırdı. Sağı solu bahçeydi ve en çok elma olmak üzere meyve ağaçları vardı. At arabaları geçiyordu Bir de bol bol mısır ekilirdi. Olukbaşı tarafında da aynı şekilde bahçeler vardı.
Sanat okulunun altında, benzinliklerin olduğu yerler bomboştu. Yenises Gazetesi’nin sahibi Ahmet Kral Bey’in geniş bir bahçe içinde villa tipinde evi vardı.
Sanırım 40 lı yıllarda yapılmış olan stad aynı yerdeydi. İçinde futbol sahasının yanı sıra tenis kortları, güreş idmanı için bir bina, büyük bir açık yüzme havuzu ve atış poligonu yer alıyordu. 1974 yılında yıkıldı, yeniden yapılırken onlar konulmadı.
Eski Ankara Yolu, Şehitler Anıtı’nın arkasından gidiyordu. Orada hala duran Müderris’in Konağı’nın önünden gidip, Şehitler Anıtı’nın alt kısmından yukarı doğru kıvrılıyordu. İstanbul yolu ise Sanat Okulu’nun altından, Hastane’nin yanından gidiyordu.
Gazipaşa Okulu’nun önünden Atatürk Okulu’na kadar eski Kastamonu evleri vardı. Yol genişletmesiyle yıkıldı. Karşı tarafta da Dede Sultan Hamamı’na kadar yol genişletmesiyle bazıları yıkıldı, bazılarının da ön kısmı kesildi. Örneğin Aşiyan Konağı’nın ön kısmı kesildi. Bir tek Sirkeli Konağı orijıinal halini korudu. Çünkü o, az içerde kalıyordu. Zaman içinde ana yollar böyle değişime uğradı.”
“Bu sözünü ettiğiniz değişim sizi mutlu mu ediyor, yoksa hüzünlendiriyor mu?”
“Şehirlerdeki değişim kaçınılmaz. Kültür değişimi de mutlaka olur. Ancak imar faaliyetleri insanı sıkmamalı. Yani caddeler, sokaklar düzgün, yeşil alan, çocuk oyun parkı, otoparkların olduğu ferah şehirler olmalı. Binalar yüksek olmamalı ve dış yüzeyleri birbiriyle uyumlu olarak inşa edilmeli.
Kastamonu bu konuda berbat bir şekilde. Şehrin arabesk bir yapısı var. Cadde kenarları düzgün değil. Dükkan önleri uygun değil. Cadde kenarındaki yüksek binalar şehri boğuyor. Zaten derenin kenarında inşa edilmiş. Bir de yüksek binalarla çevrelenince boğucu hale geldi.
Şehrin eski kısmı kendi kaderine terk edilmiş. Topçuoğlu, Beyçelebi, Saraçlar mahallerinde, dokuya uymayan yeni yapılmış uyumsuz betonarme binalar yıkılmasa da dış cephe onlara benzetilebilir. Önce yapılan beton binalar bakımsız, sokaklar dar. İnsanlar bu bölgeyi terk eder. O zaman da gelir seviyesi düşük, problemli insanlar ancak kalır. Bu tarihi şehir varoş haline gelir, bazı sosyal problemler olur.
Bu eski Kastamonu mahalleri modernize edilmeli. Yeni binalar satılıyor. Eski kültür yok oluyor. Şehrin sosyolojik yapısını da düşünmek lazım. Kültür seviyesi yüksek ve Kastamonu kültürünü yaşatan insanların buralarda kalması sağlanmalı.”
Bir takım değerlerin kaybolmasının, bir kültür değişiminin normal olduğunu ifade eden Yard. Doç. Dr. Mustafa Eski, ancak geleneklerin, yerleşmiş kültürün tümüyle terk edilmemesi gerektiğini de sözlerine ekliyor.
“Moderne karşı çıkamazsınız, yeniliklere açık olmak lazım. Gelenekçilikle modernizmi birleştirmek gerekir. Modernliği yakalayamamış, kaybolanların yerine yeni değerler konmamış bir durum söz konusu. Bu Kastamonu’da da, Türkiye’de de var” diyor.
Yard. Doç. Eski ile Kastamonu’nun yarım asırlık serüvenindeki gözlemlediklerinden söz etmeyi sürdürüyoruz. Mustafa Eski;
“Eskiden mahalle kültürü vardı. Uzun süre birlikte yaşamaktan komşuluk hukuku gelişmişti. Birbirinin dertleriyle ilgilenilir, sevinçli günler paylaşılırdı. Dayanışma, yardımlaşma, çocukların korunması güzel adetlerdir. Apartman hayatı başlayınca mahalle kültürü ve komşuluk kayboldu. Bugün artık eski mahallelerde de komşuluk kültürü yaşanmıyor. Çünkü farklı zamanlarda oraya gelen, giden, farklı farklı insanlar yaşıyor ve birbirleriyle uyumlu olamıyorlar. Dedesi, ninesi orada büyüyen insanlardan oluşan komşuluklar başkaydı.
Mahalleyi sindireceksiniz. Bu olmadığı için de komşuluk anlayışı artık maya tutmuyor” diye saptama yapıyor.
Yaşantılar, anılarla beslenir düşüncesiyle, Yard. Doç. Mustafa Eski’ye;
“Yaşadığınız ilginç olayları okuyucularımızla paylaşır mısınız?” diye soruyorum. Yanıtlıyor:
“1964 yılının Eylül ayından, 1965 yılı Eylül’üne kadar Bozkurt İlçesi’ndeki Şenmahalle İlkokunda öğretmenlik yaptım. Orası resmen mahalleydi ama fiilen köydü. Merkeze ancak patika yoldan yürüyerek gidiliyordu. Benden daha yukarıda ise 7 tane daha köy vardı.
Bir tarafa doğru hafif yatmış, ahşap bir okulumuz vardı. Yıkılmasın diye okula bir direk dayamışlar, öyle ayakta kalabiliyordu. Tek derslik vardı ve 55 öğrenci tek sınıfta öğrenim görüyordu. Bitişiğindeki tek oda da bizim lojmanımızdı. Tahta duvardan dışarının ışığı görünüyordu. Rüzgar girmesin diye gazete kağıdının arkasına hamur sıvayıp kapatmıştım.
Çocukların çoğunun babaları İstanbul’daydı. Yılda birkaç sefer ancak gelirlerdi. Ama çocuklar okumaya karşı ilgiliydi. Elektrik yok,n suyu köy meydanındaki çeşmeden alıyorduk. Gazetelerimiz haftada 2 gün toptan gelirdi. Ben yine iyiydim, 1 saat yürüyordum. Daha yukardaki köylerden 6-7 saatte gelenler vardı. Onlar ayda 1 kez maaş almaya gelirlerdi. Burada yaşanmaz, çalışılmaz demedim. Öğretmenliği seviyordum.
1965 yılında Şubat tatilinde Kastamonu dönüşü Devrekani yolu kapalıydı. Biz de mecburen Kastamonu’dan önce İnebolu’ya gittik. İnebolu Abana yolu yoktu, ham yoldu. Bir tek jeep yalnızca yazın çalışıyor, kışın o da çalışmıyordu. İnebolu’dan deniz motoruna bindik. Abana’ya gittik ama dalgadan sahile yanaşamadık. 2 motordan biri dalganın içindeyken diğeri dalganın üstündeydi. Birbirimizi bir görüyor, bir kaybediyorduk. O gün hayatımda korktuğum gündür. Sandalcılar bizi tek tek kıyıya taşıdılar.. Sonra da Abana’dan Bozkurt’a yürüyerek gittik.
O yıllarda ulaşım zorluğu hat safhadaydı. Şimdi her yere saat başı minibüsler var.”
“İşiniz için neleri feda ettiniz?” sorusunu;
“Hayır, fedakarlık değil, hayatımdan memnunum. Mesleğimi severek yaptım. Dünya’ya yeniden gelsem aynı şeyi yaparım” diye cevaplayan Yard. Doç. Eski’den yazmaya nasıl başladığını öğrenmek istiyorum.
Usta gazeteci Siyami Özel’in bir sözü ile gazeteciliğe adım attığını öğreniyorum. Mustafa Eski o anı şöyle anlatıyor:
“Gazetede yazmaya 1981 yılında başladım. O tarihte Eğitim Enstitüsü Müdürüydüm. Orada çevreyle ilgili sorunlar vardı. Siyami Özel Bey’e; bunları dile getirever dedim. O da bana; ‘Aziz hemşehrim, sen al-i mektep mezunusun. Elin kalem tutuyor. Niye sen yazmıyorsun’ dedi. Siyami Özel’in bu sözü üzerine onun gazetesine bu konuyu yazdım. Sonra fırsat buldukça yazmayı sürdürdüm. 7- 8 senedir de düzenli olarak Pazartesi günleri yazıyorum.
Lisede okurken, ‘Köyde Akşamlar’ adlı hikayem ‘Öğrenci Sesi Dergisi’nde çıkmıştı. İlk kitabım ise Aşık Yorgansız ile ilgiliydi. Bizim mahalledeydi. Şiirleri gazetelerde çıkıyordu. Askerdeyken araştırmaya başladım. Araştırma sonucu 87 parça şiirini buldum. Askerliğimin bittiği 1970 yılında kitap baskıya hazırdı. Ancak 1975’te yayınlatabildim”
Başarısının sırrını ve gençlere öğütlerini sorduğum Yardımcı Doçent Doktor Mustafa Eski;
“Kahve, lokal hayatım yok. Ev, okul, kütüphane üçgenindeyim. Bu üç noktadan birinde değilsem mutlaka yoldayım. Kısaca boşa geçen zaman yok.
Gençler çok okuyacaklar. Cumhuriyet’in değerlerin sahip çıkarak, yüksek vatanseverlik paydasında birleşecekler. Birbirlerini sevecekler. Herşeyi tartışacaklar ama kavga etmeyecekler” diye cevap veriyor.
24 Kasım haftasında, çok değerli, sevgi dolu İlkokul öğretmenim Hüseyin Avni Dinçel’i rahmetle anarken, Yard. Doç. Dr. Mustafa Eski Hoca’mızın ve tüm eğitimcilerimizin öğretmenler gününü kutluyorum.