Konuğumuz Nail Tan ile söyleşiye, Kastamonu’nuneski yıllarındaki sosyal yaşamı, aile, komşuluk ilişkilerinden konuşarak sürdürüyoruz. 50’li yıllardan bugüne doğru bir yolculuk yapıyoruz:
“Her şeyi bilinçli algıladığım 1950-1960 arası dönemden söz etmek istiyorum. Babam polis Remzi Tan, 1948 yılında memleketi Kastamonu’ya atanmıştı. Emniyet Müdürlüğünde yazışmaları yapmakla görevliydi. İncili Tepe eteklerinde Şazibey/Akmescit Mahallesi Çatlak Kapı Sokak’ta iki katlı, bahçeli bir evde kirada oturuyorduk (1948-1955). Sonra satın aldığımız yine bahçeli kendi evimize geçtik (Kaymak Çeşme Sok. Nu: 30). Şehir merkezinin nüfusu 10.000 civarındaydı. Neredeyse bütün evlerin bahçesi vardı. Bahçelerde su kuyuları, fırınlar göze çarpardı. Sokakların çoğunda çeşme bulunuyordu. Evlerin içme, yemek pişirme, çamaşır, yıkanma suları bu çeşmelerden temin edilirdi. Evlerde şebeke suyu yoktu. Galiba 1956-57’e kadar elektrikler geceleri belli bir saate kadar yanardı. Evinde radyosu olan nadir ailelerden biriydik.
Ailelerin çoğu ekmeklerini bahçedeki fırınlarda pişirirdi. Bahçelerde elma, armut, dut, erik çeşitleri yaygındı. Bahçenin bir bölümünde mutlaka sebze yetiştirilirdi. Meyve ve sebzeler bahçe kuyularından çekilen suyla sulanırdı. Her evin mutlaka kümesi bulunduğu gibi köyden şehre göç etmiş ailelerin inek beslediği de görülürdü.
Komşular arasında güçlü bir bağ vardı. Ayrıca, Şazibey Mahallesi’ndeki bütün aileler birbirlerini tanırlardı. Düğün ve cenazelerde komşuluğun önemi gözler önüne serilirdi. Mahalledeki çocukların tamamı Abdülhakhamit İlkokulunda okuduğundan çocuklar da birbiriyle oynardı. Sadece, kız erkek çocuklar birbirinden uzak tutulurdu. Komşu kadınlar evlerinin önünde, gölge bir yerde buluşur, çarşaf bağı yapar, oya örerdi. Biz üç erkek çocuktan biri (Özdemir, Nail, Nevzat) annemizin yanına gelince komşu kızlar evlerine yönelirlerdi. Ayda bir iki defa komşu kadınlar Arabapazarı Kadınlar Hamamı’nda buluşur hem yıkanır hem de eğlenirlerdi. Düğün evinde, kadınlar Utçu Behiye’nin çaldığı türkülerle oynarlardı (annemin anlattığına göre). İki sinemada kadınlar matinesi düzenlenirdi. Sinemalar, yazın gelen çadır tiyatroları büyük ilgi görürdü. Yazın Pazar günleri akın akın şehir dışındaki ormanlık alanlara gidilip yenip içilirdi. Açık Maslak en önemli mesire yeriydi. Biryan pişirilirdi. İki üç defa babam da bizi Açık Maslak’a götürmüştü. Sonraları Kadıdağı mesire alanı Açık Maslak’ın yerini aldı. İncili Tepe mahallemizin mesire yeriydi.
Çocukluğumun hatırladığım eğlencelerin biri de yazın Hırasan denilen yerde (Kuzeykentin yanındaki düzlük) düzenlenen at yarışlarıydı. Yağlı ve karakucak güreşler de yapılıyormuş, biz gidemedik. Çok eskiden atlarla birlikte Kastamonu’da eşeklerin de yarıştırıldığını biliyoruz.
Düğünlerin, millî bayramların en büyük eğlencesi Davulcu Karayılan’ı seyretmekti. Karayılan (Mahir Dağlı) Ramazan geceleri halkı sahura da kaldırır, Ramazan Bayramı’nda sokak sokak gezer, ekibinin bahşişini toplardı. Ramazanda aileler birbirlerine iftara giderlerdi. Karnımız güzel doyduğu için Ramazan’ın gelmesini dört gözle beklerdik.
Evimizin 300-400 metrelik çevresindeki komşularımızın, sonraları ünlü insanlar olan çocuklarından hatırlayabildiklerim şunlar: Terzi Abdülkadir Gömleksiz’in oğulları Ersen ve Salih Gömleksiz, Arabapazarı Karakolu Komiserinin oğlu İsmet Özel, Tekelci Çaman ailesinin oğlu Hadi Çaman, fanila dokuyucusu Emine Hanım’ın oğlu Ziyaettin Özkanlı, Polis Hüseyin Silahşörün oğlu Çetin Silahşör ilk aklıma gelenler. Ünlü tiyatro oyuncusu Melek Ökte ile DSİ Genel Müdürü İbrahim Deriner’in ailesi, eğitimci spor yöneticisi Hüsnü Tandoğan, öğretmen Şevket Kürkçüoğlu da aynı halka içindeydi. Akrabamız öğretmen Tahir Başat, Ballıkzade konağına 50 m. mesafede büyük bir evde oturuyordu. Mahallemizde az sayıda Rum ve Ermeni aile de vardı. Sınıfımızda Zarmuye adlı bir kız okuyordu. Gazeteci, şair Sabri Tümkor’u unutuyordum. Aynı sokaktaydık. Eşi öğretmen İclal Tümkor 3. ve 4. sınıfta öğretmenim olmuştu. Mutaf İsmail Aycan, köfteci Mustafa Sunan ayakkabıcı Mustafa Karameşe en samimi komşularımızdı.”
“Kastamonu’da ve ülke genelinde nüfus artışı ve yeni kentleşme sizi mutlu mu yoksa huzursuz mu ediyor, ya da hüzünlendiriyor mu?” diye soruyorum, halk bilimine gönül vermiş olan Nail Tan yanıtlıyor:
“Şüphesiz hüzünlendiriyor. Sözde üniversitede mimarlık, mühendislik, kentleşme okuyan teknik elemanlarımız ve mülkiyeli valilerimiz adına utandırıyor. Onlar da suçu politikacılara atıyorlar mutlaka. Politikacının isteğini yapmayan devlet görevlisinin hem eskide hem de yenide başına gelmeyen kalmıyor.
Başkent Ankara’nın şehirleşmesi güzel bir örnektir. Atatürk, yetişmiş eleman bulamadığından Jansen’e Ankara’nın planını yaptırmıştı. Jansen, Ankara’nın eski dokusunu korumuş, bitişiğinde iki katlı evlerden, Bakanlıklardan, elçiliklerden, okullardan, parklardan, spor alanlarından oluşan yeni bir Ankara planlamış ve bu plan uygulanmıştı. Geniş caddeler düzenlenmişti. Ne yazık ki daha sonra Sıhhiye ve Kızılay’daki bu iki katlı binalar yıkılıp yerlerine her biri ayrı planda çok katlı binalar yapıldı.
Eski sivil mimariyi, halk mimarisini araştırmak, miras olarak kalanları restore edip yaşatmak KTB Millî Folklor Araştırma Dairesinin görevleri arasındaydı. Bu sebeple konuyla yakından ilgiliydim. Ankara BB Başkanı Mansur Yavaş Bey, ilk Beypazarı Belediye Başkanı seçildiğinde tesadüfen Beypazarlı şair Hüseyin Yurdabak’ın düzenlediği bir şiir gecesi için ilçeye gitmiştik. Başkan 20 kişilik grubumuza bir yemek verdi. İlçeyi gezdirdi. Konakların çoğu terk edilmişti. Harap hâldeydi. Safranbolu da bu durumdayken ele alınmıştı. Bakanlığımızın Safranbolu çalışmalarına tanık olmuştum. “Belediye Başkanı seçileli üç ay oldu. Bu ilçeyi kalkındırmak için neler yapabilirim? Düşüncelerinizi söyler misiniz?” deyince kendisine üç dalda (konakların restore edilip işlev verilmesi, zengin mutfak kültürü ve el sanatlarının canlandırılması) yapılabilecekleri söyledim. Safranbolu’da da aynı şeyi yaptığımızı ilave ettim. Mansur Bey; akıllı, çalışkan biriydi. Beypazarı markasını yarattı. Her bayramda, yıl başında mesajlarını aldım. Değerli Vali Enis Yeter de Kastamonu’da aynı projeye benzer, daha geliştirilmişini uygulamaya çalıştı. Çok da başarılı oldu.
Kastamonu’nun kalkınması için düzenlenen çalıştay ve sempozyumlarda daima sanayi bölgesine, büyük fabrikalara karşı çıktım. ‘Yeşile Dayalı Kastamonu Kalkınma Modeli’ni geliştirip yayımladım. Kastamonu’nun nüfusunu artırmak isteyenlere şaşarım. Kastamonu’nun en büyük serveti orman ve temiz su kaynaklarıdır. Tarım ve hayvancılık ürünleridir. Nüfusu 500.000’e çıkarırsanız neleri kaybettiğinizi görürsünüz. Marmara Denizi’ndeki çevre felaketi, benim ne derecede haklı olduğumu bir kez daha gözler önüne serdi.
Türkiye’de şehirleşme; tarihî kimlik, geleneksel mimari, iklim ve doğal afetler paradigmaları çerçevesinde her yerleşim yeri için ayrı üslupta uygulanmalıydı. Tarım arazileri kullanılmamalıydı.”
“Değerlerin yitirildiğini, geleneklerin yok olduğunu düşünüyor musunuz?”
“Toplumsal değerleri, gelenek göreneklerle birlikte eğitim sistemi oluşturur. Gelenekler sabit değildir. Her yüzyılda geleneklerin bir kısmı korunmuş, bir kısmı terk edilmiş, bir kısmı da az çok değişikliğe uğramıştır. Eğitim sistemi yerel, ulusal değerleri çağdaş uluslararası değerlerle uzlaştırmak, uyumlaştırmak durumundadır. Bu gelişme sağlıklı yürüdüğü takdirde sorun yoktur. Zincirin bir halkasını koparıp yerine 9. yüzyıl geleneğini koymaya kalkarsanız o zaman sorunlar yaşanır.
Günümüz Türkiye’sinde insanların sosyal, kültürel, ekonomik hayatında büyük değişiklikler olmuştur. Bu insanların 19. yüzyıl gelenekleri, kıyafetleri, müzik ve eğlence kültürü içinde yaşamasını düşünemezsiniz. Korunması gerekenler; zaten hem kanunlar hem de dinî kuruluşlar yoluyla ele alınmıştır. İnsanlara ve canlılara saygı; dürüstlük; yaşlılara, hastalara saygı, muhtaç olanlara yardım, israftan kaçınma, doğal kaynakları kirletmeme, tüketmeme gibi. Düğün geleneklerinde gelin-damat kıyafetinin değişmesi, başlık parasının terk edilmesi, kuma alma alışkanlığının zayıflaması olumlu gelişmelerdir. Diğer yandan sadece dinî nikâhla evliliklerin çoğalması ise geleneklerin yaşatılması olarak yorumlanamaz, değerlendirilemez.”
Teknolojik gelişimden konuşarak söyleşi sürüyor. Nail Tan’dan teknolojik gelişmelerin mesleğini, iş yaşamını nasıl etkilediğini öğrenmek istiyorum.
“Keşke diyorum, bugünkü teknolojik gelişme benim KB/KTB’de halk bilimi/folklor biliminde görev yaptığım 1970-1998 yılları arasında yaşanmış olsaydı. O zaman, derlediğimiz Türk folklor hazinesini dijital materyale kaydedip yedi bölgede yedi arşiv oluşturabilirdik. Çünkü, bu bant, kaset, filmlerdeki malzemenin zamanla sesleri zayıflıyor, renkleri kayboluyor, ana madde bozuluyor. Doğal afetler sonucu arşiv bir anda yok olabiliyor. Yangın, deprem tehlikesi her an mevcut.
Bizim görev yaptığımız yıllarda ilkel bilgisayarlarla Bakan Tınaz Titiz’in zorlamasıyla 1988-1989 yılında tanıştık. İnternet yok. Ekranda yazı yazıp başka bir bilgisayara gönderiyoruz. En büyük hüneri bu. Gelişmiş daktilo olarak kullanılıyordu genellikle. Bazı listeleri de arşivleyebiliyorduk. Silinme tehlikesi her an vardı.
Derlemelerde kullandığımız ağır UHER teyp ve elektrikle/bataryalı çalışan kameraların, fotoğraf makinalarının yerini o kadar kolay kullanabilen teknik cihazlar aldı ki. Gelin görün ki bu defa derleme teknolojisi gelişirken bizim derlediğimiz halk kültürü ürünleri, kaynak kişilerin ölmesi dolayısıyla yok oldu.
Yazı hayatıma daktilo ile başladım (1961). 60 yılı geride bıraktık. Evimizdeki daktilo tıkırtısına eşim Mefharet sabırla dayandı. Ancak 70’i devirince rahatsızlığını belirtti. Bilgisayarla yazı yazmaya çalıştım. Ancak gözlerimin miyop derecesi iki ayda iki derece artınca bıraktım. Yazılarımı el yazısıyla yazıyor ve parayla gençlere bilgisayar ortamına aktartıyorum. Kastamonu gazetesindeki köşe yazılarım ve makalelerim bu sayede yayımlanıyor. Düzeltme, arşivden yazı bulma, fotoğraf ekleme bilgisayar teknolojisi ile çok kolay oluyor diye yanıtlıyor.
“Kültür/Kültür ve Turizm Bakanlığındaki yöneticilik göreviniz sırasında ilimize ne gibi hizmetlerde bulundunuz?”
“Bizim 1970’de MEB Millî Folklor Enstitüsünde Müdür Yardımcısı olarak göreve başladığımızda 73 il vardı. Görev arkadaşlarımla 73 ili 15 yılda taramak üzere bir derleme planı yaptık. Bakandan onay aldık. Kastamonu’yu ilk beş yıla alamazdım. Şikâyet konusu olurdu. Ancak, hazırladığımız bir yönetmelik gereği, illerdeki tanınmış halk kültürü derlemecilerinin derlemelerini parayla satın alabiliyorduk. 1971-1973 yılları arasında Âşık İhsan Ozanoğlu’nun iki çuval dolusu derlemesini satın aldık. 1975 yılında kendisini Ankara’da bir hafta misafir edip 325 türkü, oyun havası çaldırıp teyple kaydettik. Sırası gelince Kastamonu’da yüz yüze derlemeler de yapıldı. Bugün KTB Araştırma ve Eğitim Genel Müdürlüğü folklor arşivinde en zengin halk kültürü malzemesi bulunan illerden biri Kastamonu’dur. Bakanlık arşivindeki Ozanoğlu kaynaklı türkü kasetleri İTÜ Türk Musikisi Konservatuvarı Öğretim Görevlisi hemşehrimiz Süleyman Şenel tarafından değerlendirildi. Notaya alındı.
Kastamonu halk kültürü konusunda kendimiz de derleme ve araştırmalar yaptığımız gibi başta Ata Erdoğdu’nunki olmak üzere yapılanları da teşvik ettik. Sonraları bayrağı devrettiğimiz Prof. Dr. Özkul Çobanoğlu, Prof.Dr. Eyüp Akman, Prof.Dr. Naciye Yıldız, Prof. Dr. Orhan Söylemez, Prof. Dr. Refiye Şenesen, Dr. Mustafa Eski, Doç.Dr. Sagıp Atlı, Doç.Dr. Ali Osman Abdurrezzak, Dr. Hicran Karataş, Dr. Ebru Kipay gibi akademisyen, Kastamonulu halk bilimcilerde yetişti. Daha da yetişiyor.
Kastamonu genel kültür ve halk kültürü konularındaki çalışmalarımız 2019 yılında Kastamonu Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsünde bir yüksek lisans tezine vesile oldu. Prof.Dr. Eyüp Akman’ın danışmanlığında Serap Efeoğlu “Nail Tan’ın Kastamonu Kültürü Üzerine Çalışmaları” başlıklı tezini hazırladı. Tezi, 2019 yılında Ankara’da yayımlandı (Ankara 2019, 144 s., Kültür Ajans Yayınları:378). Bu kitapta; Kastamonu halk kültürü üzerine kitap, makale, bildiri ve gazete köşe yazılarım, kitabın yarısını oluşturmaktadır. Ağabeyim Özdemir Tan’la birlikte hazırlayıp yayımladığımız Gurur Kaynağımız Kastamonulular’da (on cilt) ilimizin halk kültürü alanında tanınmış kişilerin özgeçmişleri bulunmaktadır. Hâlen İnebolulu rahmetli bağlama sanatçısı Sarı Recep (Güray) üzerine bir kitap yazmaktayım.
1997-1998 yılındaki KTB Halk Kültürlerini Araştırma ve Geliştirme Genel Müdürlüğüm sırasında benden önce kamulaştırılmış olan Yücebıyıklar Konağı’nın restorasyon ödeneğini çıkarttırıp ilimiz kültürüne kazandırma konusunda da bir hizmetimiz (normal, rutin) olmuştur. Bu arada bir şey daha hatırladım. Âşık İhsan Ozanoğlu’nun bir yıl Konya Âşıklar Bayramı’na da katılmasını sağladım. Otomatik seçici kurul üyesiydim.
Bakanlıktaki görevlerim sırasında tanıştığım ressamlar sayesinde zengin bir resim koleksiyonu oluşturdum. 96 tablodan oluşan koleksiyonu Vali Enis Yeter’in isteği üzerine önce Valiliğe (2003), 2012 yılında da Kastamonu Üniversitesine bağışladım.
Öldüğümde arşivimin Prof.Dr. Eyüp Akman ve Dr. Süleyman Şenel’e verilmesini aileme vasiyet etmiş bulunuyorum.”
Halk bilimci, kültür sanat adamı, eğitimci, yazar Nail Tan’a son sorum, başarı ve gençlere öğütleri ile ilgili oluyor. “Size göre başarının sırrı nedir? Gençlere önerileriniz ne olur?
“İster isteğiniz doğrultusunda, isterse üniversite giriş sınavları sonucu kazandığınız bölüm dolayısıyla sahip olduğunuz mesleğe sımsıkı sarılmak şart. Mesleki öğrenim, eğitim sırasında bütün dikkati bilgi ve beceri kazanmaya sarf etmek gerek. Diploma alınca da doğu batı, kuzey güney demeden Türkiye’nin neresi olursa göreve gitmek lazım. Kapalı mekân, güzel oda peşinde koşan, memur olma amaçlı gençler ne yazık ki çoğunluğu oluşturuyor. Plansız üniversite öğretimi, işsizlerin sayısını artırıyor.
Bizim gençlerimizin beğenmediği işleri (çocuk ve hasta bakıcılığı, çobanlık, çiftlik işleri, sanayi bölgelerinde kirli paslı işler vb.) Afgan, Orta Asya Türk Cumhuriyetleri, Suriye, Iraklı göçmenler, Gürcistanlılar, Ermeniler yapıyor. Sonra da işsizlik var diyoruz. Ekilmeyen boş araziler, hayvan yetiştirilmeyen kırlar bayırlar dururken Ziraat Mühendisleri, Veterinerler devletten atanma bekliyor. Niçin 3-5’i bir araya gelip devlet kredisiyle tarım, hayvancılık işletmeleri kurmazlar?
Türk ailesinde artık babanın çalışıp 3-5 nüfusu beslemesi dönemi geride kalmıştır. 18 yaşını aşmış her birey çalışmak, üretmek zorundadır. Balkan, Kafkas göçmeni aileler, Türkiye’de ailece çalışıp mal mülk, meslek sahibi ve zengin olmuşlardır. Fındık, çay üreticileri imece yapıp ürünlerini dahi toplamayıp Güneydoğulu, Gürcistanlı, Afgan, Afrikalı işçileri çalıştırıp kazançlarını küçülterek, devletten ürünlerine yüksek ücret vermesi talebinde bulunabiliyorlar.
ABD’de okul kitaplarında Douglas Malloch’un “En İyisi” diye bir şiir bulunur. “Bir gemide kaptan da olabilirsin tayfa da. Şayet tayfa isen en iyi tayfa sen olmalısın.” der. Ben bu şiirden çok etkilendim. Hem öğrenciliğimde hem de öğretmenlik, yöneticilik, yazarlık mesleklerinde en iyisi olmak için çabaladım ve başarılı oldum diyebilirim…
Gençlere son bir tavsiyem var. Genel Ağ/İnternetten bilginizi geliştirmek için sonuna kadar yararlanabilirsiniz. Ancak; oyun, sosyal medya bağımlısı olursanız hayatınız kayar. İşinizde asla başarılı olamazsınız. Aklı cep telefonunda olan kişi, yaptığı işe odaklanamaz. Yanlış evlilik yapar. Ne işinde ne de aile hayatında başarılı olamaz. İstisnalar varsa kaideyi bozmaz.
Yeni başkan olduğum günlerde (1973) üç büyüğümün nasihatlarını tutmaya çalışmış ve yararını görmüştüm.
Müsteşar Dr. Mehmet Önder: ‘Evlat, sen sen ol, yazdığın yazılar, hazırladığın kitaplar için Dairenin bütçesinden telif hakkı alma. Makaleni okumaz, para için yazı yazıyor derler. Devlet malına, parasına sahip ol. Yeme, yedirme.’
Ord.Prof.Dr. A. Süheyl Ünver (annesi Devrekânili): ‘Daima not alarak çalış. Aklına, zekâna güvenme. Bizim beynimiz teyp değil. Öğle yemeği yeme veya çok çok az ye. Yemekten bir saat sonra sindirim sistemi çalışmaya başlayınca uykun gelir. Daireyi yönetmekte zorluk çekersin. İhtisas için ABD’ye gittiğimde gördüm ki Amerikalılar öğle yemeği yemiyorlar. Öğle yemeğinden kazandığın zamanı işine kat. Unutma eski Türklerde de iki öğün yemek vardı. Kuşluk yemeği ve kararmaya yakın.’
Cevdet Kudret: ‘Yazdığınız önemli resmî yazıları, bazı kimselere okutup ne anladığını, ne yapması gerektiğini sorunuz. Yazılar yalın, açık, anlaşılır olmalı. Gönderilen kişi veya makamlara göre üslup ayarlanmalı.’
Gençler, ben çok çalıştım, ilkeli çalıştım ve başardım. Siz de başarabilirsiniz!”
MİNE ÖZGÜR