Yeni yılın ilk yazısına barışla başlamak istedim. Yıllardan beri “Yurtta Barış, Cihanda Barış” diyerek büyüdük. Uzun yıllar savaş yaptık, üç kıtada dünyanın en büyük imparatorluğunu kurduk. Zaferlerimize sevindik, felaketlerimize üzüldük. Son birkaç asırda işler iyi gitmeyince çözüldük, eridik, yüzbinlerce evladımızı savaşlarda kaybettik. 1918’de mütareke imzalandığında bir de baktık ki koca imparatorluktan avuç içi kadar yer kalmış elimizde.
Bunca can ve toprak kaybından sonra savaş diyecek halimiz yoktu, elbette barış diyecektik. Cumhuriyeti kuranlar da barışı seçtiler. Bu dileği sadece ülkemiz için değil tüm dünya için ortaya koydular.
Cumhuriyet tarihi boyunca hep barış dedik ama ülkemizde doğru dürüst bir barışı sağladığımız pek söylenemez. Dünyayı derseniz ona hiç gücümüz yetmez. Büyük devletler, eskinin Düvel-i muazzamaları hep sahnede oldular. Diyelim ki I. Dünya Savaşı devlet adamlarının basiretsizliğinden çıktı; hiç kimse savaşın bu boyutlara geleceğini tahmin etmedi. Peki, II. Dünya Savaşı’nda akılları başlarında değil miydi? Ya sonrası; Kore, Vietnam, Orta Doğu savaşları, yerel çatışmalar, iç kargaşalar, ihtilaller, terör ve benzerleri.
Büyük devletler maç yapmak için semt sahalarını seçiyor artık. Terörle sonuca gitmek istiyorlar. Günümüzde “vekâlet savaşları” adıyla yeni bir kavram katıldı siyaset literatürüne. Kim kimin adına savaşıyor, vekil kim belli değil. Dünyada değişik örgüt adları geçiyor; hangi örgütü kimler, ne için destekliyor?
İşin ilginci mücadele, büyük devletlerin kendi topraklarının çok uzağında cereyan ediyor. Vekâlet savaşı yaptıkları için kendi insanlarını savaş sahasında kaybetmiyorlar.
Kim ne derse desin, mücadele daha uzun yıllar devam edecek. Dünyanın kaynakları sınırlı, küresel ısınma birçok stratejileri etkileyecek. Belki eski kavimler göçü gibi veya biz Türklerin Orta Asya’dan göç edişimiz gibi yeni dalgalar yaşanacak. Geri kalmış bölgelerin insanları, kendileri için daha uygun buldukları ülkelerin kapılarını zorlayacak, yeni çatışmalar yaşanacak.
Dünya nüfusu yedi buçuk milyara doğru hızla gidiyor; zaten konuşmalarda bu rakam net telaffuz ediliyor artık. Bu kadar insana iş, aş, su, gıda nereden bulunacak? 1950’li yıllarda, ilkokul sıralarında dünya nüfusunu iki milyar olarak ezberlemiştik. Nüfus bu rakamın altında iken dünya iki büyük savaş gördü. Bugün çok daha fazla nüfus olduğu halde kapsamlı bir savaş görülmüyor ama barış da yok.
İçinde bulunduğumuz Orta Doğu ve Arap coğrafyası kaynıyor. Yüz yıllardan beri devam eden mezhep ayrılıkları tahrik ediliyor, barış bozuluyor. Elbette dış güçler bölgeyi rahat bırakmıyorlar ama içerdekiler de emperyal güçlere çanak tutmaktan geri durmuyorlar. Bırakalım eskileri, en azından şu son otuz yılda yaşadıklarımız ibret dolu. Bu düşmanlıklar, boğuşmalar nerede duracak diye soruyoruz. Ancak bu mücadele hiçbir zaman bitmeyecek.
Savaşların bedelini maalesef yoksul halk çekiyor. Ülkelerin kaynakları savaş harcamalarına gidiyor. Bir hesap yapıldı mı bilmem; son yetmiş senede devletler askerî malzemeler için kaç trilyon dolar harcama yaptı acaba? Üstelik bu savaş araç ve gereçlerinin çoğu kullanılmadan demode oldu ve hangarlarda çürüyüp gitti. Barış peşinde koşan insanlık, bu kadar yüklü paranın bir kısmını eğitime, sağlığa, yoksullara ayırsaydı dünya şimdi daha farklı olmaz mıydı? Milyonlarca insanın işsizliğine, açlığına bir nebze olsun çözüm bulunmaz mıydı?
ABD başkanı Tramp seçimden kısa bir süre sonra çıktığı Orta Doğu gezisinde milyarlarca dolarlık silah satışı anlaşmaları yaptı. Bu ülkeler silahları kime karşı kullanacaklar? İşin garibi Müslüman ülkeler birbirleriyle kavgalı; vuruşmak için silahları Amerika’dan, Avrupa’dan alıyorlar. Vatandaşının eğitimine, sağlığına harcamaları gereken paralar silaha gidiyor. Mücadele şimdilik enerji bölgesinde, yani bizim mahallede yapılıyor. Sahada oyuncu muyuz, yoksa tribünde seyirci miyiz bilmiyoruz, ancak bize de bir rol biçmişlerdir mutlaka.
Orta Doğu için çare yine ülkelerin kendi iç dinamikleridir. Önce demokrasiye sarılacaklar, halk iktidara gelecek. Bizim 1920’de TBMM açarken söylediğimiz “Hakimiyet kayıtsız şartsız milletindir” ilkesini hayata geçirip aralarındaki birliği sağlayacaklar. Evet, zor ama başka çareleri de yok.
Hep dıştan örnek verdik, biraz da kendimize bakalım. Toplumda sıkıntı, gerilim, kutuplaşma var. Bunu görmezden gelmeyelim; birliğimizi, beraberliğimizi güçlendirelim. En büyük güç milli birliktir.
Toplum siyasi çekişmelerle, kavgalarla ve nihayet terörle çok yoruldu. Biz 1950-1960 arasında DP ile CHP çekişmesini; 1960-1980 arasında ideolojik sol-sağ kavgalarını gördük, yaşadık. Yüzlerce gencimiz öldü, sakat kaldı, okullarını bıraktı. Kime ne faydası oldu? 1980 sonrasında etnik tabanlı bölücü bir hareket yüzlerce insanımızın ölümüne, milyarlarca paramızın boşa harcanmasına sebep oldu. Hâlâ devam ediyor. Teröre harcanan paralar eğitim ve sağlık hizmetlerine, yeni iş sahalarına gitseydi bugün ülkemiz daha yüksek düzeylerde olmaz mıydı?
Belki ortada klasik bir cephe savaşı görülmüyor ama yaşananlar ondan kat kat beter. Dost kim, düşman kim, belli değil, çok karışık; zor bir coğrafyadayız. Her şeye rağmen barış diyelim, kardeşliğimizi güçlendirelim. Seçim ortamına da girdik; birbirimize karşı nezaketli dil kullanalım; saygılı ve en önemlisi de hoşgörülü olalım.
MUSTAFA ESKİ