Kastamonu-İnebolu yolu üzerinde bulunan Ecevit ormanlarının oksijen bakımından çok zengin olduğu söylenir. Cumhuriyetin ilk yıllarında burada sanatoryum yapılması dahi düşünülmüş. Yazları ve kışları apayrı bir niteliğe sahip. Havasını solumak gerekir, doğal güzelliği ise kelimelerle anlatılamaz; hele şu kış günlerinde.
Eskiden, İnebolu ile Kastamonu arasındaki yolculuk, yazın bile en az iki gün sürüyor. Bu nedenle Ecevit veya Küre’de konaklamak zorundaydı insanlar. Küre’de nitelikli otel olmadığı için Ecevit’teki hanlar tercih ediliyor.
Hanlar, giriş dahil iki katlı olur. Girişin bir bölümü avlu ve ahır, diğer tarafı kahvehane olarak kullanılır; üst kat tamamen otel hizmeti verir.
Hanlarda yatanlar kendi azıklarını yedikleri gibi, isteyenlere yemek hizmeti de sunuluyor. Tereyağlı nefis yayla çorbası ki, halk arasında “Ecevit Çorbası” diye bilinir. Et, bakliyat, yumurta ve yoğurt en fazla tüketilen gıdalar arasında.
Mütareke yıllarında gelip geçerken Ecevit’te konaklayan çok saygın asker, edebiyatçı, siyasetçi ve gazeteci var. Bunlardan İsmail Ağa’nın hanında yatan Yakup Kadri Karaosmanoğlu, en lüks otellerin burada olduğunu yazmış. Yine Fransız gazeteci Berthe G. Gaulisse de burada yatmış, İsmail Ağa ile sohbet etmiş. Giderken kartını vermiş ve burada kalacak yolcuların İsmail Ağa’nın otelde yatmalarını tavsiye etmiş.
En meşhur han İsmail Ağa’ya ait ama Safranbolu ile ilgili bir yazıda okumuştum, Kel Kâmil’in hanı da meşhurlar arasında. Ne var ki geçmişte hanlar ve hancılar konusunda yeterli araştırma yapılmamış. Bu ihmali insanların savaş yorgunu olmalarına bağlıyorum. Her ne ise fazla uzatmayalım; zaten bugünkü yazının amacı hanları anlatmak değil maksat yazıya giriş olsun.
Geçen haftaki yazımızda bir parça söz etmiştik; imparatorluğun muhtelif yerlerinde kimsesiz çocukları kısa yoldan meslek sahibi yapmak amacıyla 1869’da “ıslâhhâne” adıyla eğitim kurumları açılmış. Ancak yeteri kadar verimli olmadığı için Sanayi Mektebi’ne dönüştürülmüş. Kastamonu’daki Sanayi Mektebi de 1889 yılında faaliyete geçmiş.
Eskiden okul giderleri genel bütçeden karşılanmıyordu. Bu nedenle yerel kaynak yaratılmış. Söz gelimi çarşıda ve Ağlı pazarındaki bazı dükkânlar ile Gölveren’deki kendir havuzlarının geliri okula verilmiş. Buna Ecevit’teki bir hanın geliri de eklenmiş. Kuşkusuz bilmediğimiz başka kaynaklar da var.
Ecevit’teki hanı ve çevresindeki doğal güzelliği anlatan bir yazı okudum, umarım siz de beğenirsiniz. Gelip geçen yolculara hararetle tavsiye ediliyor. Bir çeşit motivasyon yani reklam. Amaç, ne kadar çok insan yatarsa o kadar fazla gelir sağlanacak okula.
Yazı 1900 yılı başında, bundan yüz on yedi yıl önce yazılmış, okuyalım:
“Evvelce mükerreren derc-i sütun-ı iftihar eylediğimiz veçhile, Mekteb-i Sanayie irat olmak üzere, İnebolu tarikinin Ecevit mevkiinde inşâ ve geçende gûşad edilmiş olan otel, mevkiinin letâfeti, otelin nezâfeti cihetiyle huzur ve rahatı arzu eden yolcuların câlib-i nazar-ı rağbeti olmakta idiğü maalmemnuniye rehin-i ikanımız olmuştu.
Filhakika otelin tarz-ı inşa ve tefrişinde pek ziyade iltizam olunan intizam meşâk-ı seferiyeden bizâr olan yolcuların istirahatını ezhercihet mütekeffildir.
Mevkii cidden gönülden çıkmayacak surette menkuş-ı hatırât-ı safâperverâne olacak bir manzara-i dilgûşâyı ihtiva eder ki nazar; ormandan, cesîm çam ağaçlarından, ezhâr-ı tabiiyeden hangisinde tevakkuf edeceğinde mütereddit kalır. Feyyâz-ı hakikinin o mevkiye bahş eylediği letâfet-i tabiiyeyi bihakkın takdir ve beyan böyle birkaç satırla değil bayağı bir risâle yazmakla da kabil olamayacak mertebededir. Otelin ve pişgâhındaki menâzır-ı letâfetin birkaç cihetten alınmış ve enzâr-ı âmeye vaz’ edilmiş olan fotoğrafları nazar-ı dikkatle muâyene olunur ise şu yazışlarda mübalağa olmadığı anlaşılıyor.
Zevk-i âşinây-ı tabiat olanların ba’de-zin bu otelde velev bir gece olsun beytûtet etmekle İnebolu yolculuğundan mütehassıl yorgunluğu çıkarmayı hatırdan ferâmuş buyurmayacakları bedihi olup ancak bizce asıl matlub olan şey, otele yalnız zevk-i âşinâyânın, istirahatperverânın rağbet etmelerinden ibaret olmayıp otel cümlenin mazhar-ı rağbeti olması kazıyyesidir. Çünkü bu otel himaye-i pederden, âgûş-ı şefkat-i mâderden mahrum, hâl-i garibâneleri herkesçe ma’lûm etfâl-i yetimeyi merâhim-i mâlânihâye-i hazret-i velinimet-i biminnet-i uzmadan hisseyâb eylemek âmâl-i hayr-ı iştimâliye tesis kılınmış olan Mekteb-i Sanayiin tezâyüd-i vâridâtını teminen saha zib-i vucût olmuş bir binâ-yı hayrdır.
Hal böyle olunca artık o bina-yı hayrın etraf ve cevânıbını teşkil eden mevkiin asnâ’-ı hâkim-i mutlakın bahşâyiş-i mahrusu olan letâfetinden âri olup olmadığında fark-ı taharrisi zâid kalır.
Artık buna zevkperverân-ı tabiat taraflarından değil sevk-i vicdanla cümle cânibinden rağbet ve itibar bittabi ziyadelenir. Mevkiin letâfeti ise buna bir kat daha sebep olur.
Şu cümleleri yazmaktan maksadımız, otelin güşâd olunduğunu ve bundan sonra İnebolu tarikinde icrâ-yı seyr ü sefer edeceklerin her suretle mükemmeliyet ve mevkien letâfeti derkâr olan mezkûr otele uğrayıp kemâl-i istirahatle beytûtet etmelerini beyandan ve etfâl-i yetimenin de bir kat daha husûl-i intizam-ı tâlim ve terbiyeleri için erbâb-ı himmet ve fütüvvetin mezkûr otele tezyid-i rağbet edecek surette teşvikat-ı hamiyetmendâne izharında bulunmaya himmet olunmak arzusundan ibarettir.”
Bugün Ecevit’te güzel bir otel, “Ecevit Hanı” var. Kış mı olur, bahar mı bilemem; bu yazının hatırına orada bir gece olsun ‘beytûtet’ etmek yani yatmak şart oldu.
MUSTAFA ESKİ