Osmanlı ve Cumhuriyet dönemleri Türk edebiyatının önemli yazarlarındandıEbubekir Hâzım Tepeyran (1864-1947). Şiir, roman, hikâye ve anı/hatıra türlerinde az fakat öz eser vermişti. Çünkü, onun hayatının odağında kâtiplikle başlayıp mutasarrıf, vali, Şûra-yı Devlet/Danıştay üyeliği gibi ağır devlet görevleri bulunuyordu. Osmanlı döneminde bu görevlerini başarıyla sürdürürken en önemli edebî eserlerini de yayımlamıştı: Eski Şeyler (Hikâyeler, 1910), Küçük Paşa (Roman, 1910). 1908, II. Meşrutiyet’ten sonra Sivas ve Ankara Valiliği, İstanbul Şehremini (Belediye Başkanı, Hicaz ve Bursa Valisi, iki kez de Dâhiliye Nâzırı (İçişleri Bakanı) oldu. Millî Mücadele döneminde, mücadeleye destek verdiği için yargılandı, idamına karar verildi. Padişah Vahdettin bu cezayı küreğe/ömür boyuhapse çevirdi. Askerî mahkeme kararı bozunca serbest kaldı. 1921 yılında gizlice Ankara’ya geldi. Sivas ve Trabzon’da valilik yaptı. TBMM’de II. Dönem Milletvekili olarak görev aldı (1923-1927). Daha sonra 1939-1946 yılları arasında iki dönem ddaha Niğde Milletvekili seçildi. 5 Haziran 1947 tarihinde öldü. Gazeteci, yazar, hikâyeci Oktay Akbal’ın da dedesiydi.
Tepeyran’ın hayatında Kastamonu’nun özel biir yeri vardır. 1938 yılında önce Son Posta gazetesinde yayımlanan, tefrika edilen; daha sonra 1944’te ilk 1998’de de ikinci baskısı yapılan hatıralarında/anılarında Kastamonu’dan sıkça söz etmiştir. Çünkü, o Vali Abdurrahman Nureddin Paşa döneminde (1883-1891) altı yıl (1885-1891) ilimiz valiliğinde kâtip olarak görev yapmış, İzmir’e vali atanan Paşa’yla birlikte ilimizden ayrılmıştır. Tepeyran, valilikteki kâtiplik görevinin yanında Kastamonu Vilayet Gazetesinde başyazarlık yapmış, Kastamonu İdadîsinde de ders vermiştir. Kastamonu gazetesi kalem dostlarından, aynı zamanda Araçlı hemşehrim Fahri Özbek, 20 Mart 2021 tarihinde yayımlanan “Hobuya Ciğer” başlıklı yazısında Tepeyran’ın Kastamonu’daki yıllarından söz edip bizi uyarmıştır. Kendisine şükran borçluyuz.
Pandemi döneminde Türkiye İş Bankası Yayınlarının Türk Edebiyatı Klasikleri dizisinde yayımlanan kitapları okuyorum öncelikle. Çünkü, bir edebiyat, Türkçe öğretmeni olarak bu kitapları okumam gerekiyordu. Ancak, çoğunun okul yıllarında sadece adını öğrenmiştik. Arap harfleriyle basılan bu kitapların bir bölümünün yeni Türk alfabesiyle, sadeleştirilerek basılmış şekilleri piyasada yoktu. Mart 1921 başında satın aldığım 7 klasikten biri Ebubekir Hâzım Tepeyran’ın Küçük Paşa’sıydı (Günümüz Türkçesine uyarlayan İsmail Kayapınar, İstanbul 2020, 174 s.)
Küçük Paşa’nın Türk edebiyatındaki yeri, önemini ifadeye arka kapaktaki şu cümle yetmektedir: “Tek romanı Küçük Paşa Nabizade Nâzım’ın Karabibik eserinden sonra Anadolu ve köy hayatını etraflıca işleyen ikinci kitaptır.”
Romanın Kastamonu’yla ilgisi, yazarının Kastamonu’da gördükleri ve yaşadıklarının bir bölümünün eserine yansıtılmış olmasıdır. Romanda ili belirtilmeyen köyün Kastamonu’yla ilgisi olmadığı kesindir. Büyükbaş hayvanların gübresinden tezek yapılığp ısınıldığı, çıplak taşlar ve kayalıklarla dolu bir İç Anadolu köyü, muhtemelen Niğde’nin köyü olma ihtimali çok yüksektir. XIX. yüzyıl başlarında köydeki hayat güçlüklerle doludur. Yol yok, okul yok olduğu gibi ağır vergiler vardır. Osmanlı tahsildarları vergisini veremeyenlerin hayvanlarını alıp götürmektedir. Genç, orta yaşlıların hepsi askere alınmaktadır. Yemen’e gidenler dönememektedir.
Romanın konusunu kısaca anlatıp asıl konumuz romana Kastamonu’nun yansımasını ele almak istiyoruz. İstanbul’da Suat Paşa’nın kardeşi Dilaver Paşa’nın yeni doğacak çocuğu (Haldun) için Anadolu’dan sağlıklı bir sütanne aranır. Yoksul, toprakları verimsiz, ormansız bir köyden yeni doğum yapmış, Salih’i doğurmuş Selime Kadın İstanbul’a yollanır. Selime’nin kocası Ali de İstanbul’da askerdir. Suat Paşa ve eşi Naime Hanım, Selime’yi beğenir. Kendi çocukları olmadığından oğlu Salih’i de Paşa evlat edindiğini söyler. Salih yedi yaşına kadar konakta Büyük Paşa’nın oğluymuş gibi “Küçük Paşa” diye çağrılarak, paşa elbiseleri giydirilerek büyütülür. Fransızca öğretilmeye çalışılır. Salih, üç yaşını doldurunca annesi Selime ve askerliği biten babası Ali köylerine dönerler. Salih, konakta el bebek gül bebek büyür. Yedi yaşında iken Suat Paşa hastalanır ve ölür. Eşi Naime Hanım, hiçbir zaman sevmediği Küçük Paşa’yı terhis olan iki askerle köyüne gönderir. Babası Ali, Selime’yi boşamış Hatice adlı başka bir kadınla evlenmiş, hatta biri erkek diğeri kız iki çocukları doğmuştur. Paşa kıyafetiyle yoksul köyde dolaşan Salih alay konusu olur. Yalnızlaşır. Üvey annesi onu hiç sevmemektedir. Üç beş ay sonra babası Ali, Yemen’e gönderilmek üzere tekrar askere alınır. Salih’in evdeki sefalet günleri başlar. Üvey anne ona her işi gördürdüğü gibi sık sık da döver. Hastalanan Salih’e eziyetini daha da artırır. Köyde iki kış geçiren Salih artık ölümü kurtuluş olarak görmeye başlar. Bu sırada Naime Hanım, genç bir adamla ikinci evliliğini yapmış, iki kez hamile kalıp düşük yapmıştır. Son düşüğü sırasında Salih’e yaptıklarından pişman olup konağa geri gönderilmesi için telgraf çektirmiştir. Telgrafa gelen cevap çok acıdır: Üvey annenin evden kovduğu Salih’i kurtlar parçalayıp öldürmüştür.
Romanda özellikle köydeki konuşmalar, halk ağzıyla verilmekte, güzel atasözü ve deyimler kullanılmaktadır.
Gelelim, romana yansıyan Kastamonu’ya… Romanın dört sayfasında Kastamonu’ya, kültürüne, tarihine, coğrafi özelliklerine yer verildiğini görmekteyiz. Özetlemekle yetinecek, gerisini okumaları için hemşehrileirmize bırakacağız:
“Mesela, Kastamonu köylerinden birinde 18 yaşında pek genç bir kadının kısırlığını gidermek için kızgın fırına sokarak zavallıyı kömür eden tedbirler hep bu ‘Faydası görülmezse zararı da olmayan’ kocakarı ilaçlarındandır.” (s.32).
“Kastamonu’da göz değmesiyle bir afete uğrayıp harap olmaktan korunan cephede bir odası eksik bırakılmış olduğu hâlde yine tamamı da, eksiği de aynı hâlde harap olan bazı adı sanı kalmamış evlerin üzerindeki ‘maşallah’ levhası gibi kendisini alaya alan ihtiyar cariyenin kalbini kırdı geçirdi.” (s.48).
Kastamonu Evleriyle İlgili Bazı Gelenek Görenek ve Halk İnanmaları (Ankara 2008, 40 s.) kitabımızda söz konusu ‘Maşallah’ levhalarıyla ilgili geniş bilgi ve fotoğraflar bulunmaktadır.
“Servet sahaca bütün Fransız topraklarındaki ormanlara denk sayılan Kastamonu vilayetinin benzeri nadir görülen ormanlarıyla…..” (s.133).
“Bu ormanlarda, özellikle Edirne vilayetinin Ahî Çelebi, Rubçuz ve Kastamonu’nun İnebolu kazaları içindeki ormanlarda seyahatim sırasında gördüğüm tahribattan, yangın zaiyatından çok müteessir olarak, yol işareti olmak üzere bazı yerlere yığılan taşların şekillerini biraz mezara benzetip yanındaki ağaçlara bezler, iplikler bağlamıştım. Bu fahrü sabit ve daima muhterem bekçilerin her halükârda maaşlı ve canlı orman memurlarından çok daha fazla işe yaramış olacaklarını ümit ederim.” (s. 134).
Romanı içtenlikle okumayı tavsiye ederim. Hiç pişman olmayacaksınız….
NAİL TAN