Sınıftaki sıraların üstü dopdolu, kiminde ayakkabılar, bazılarında kazaklar, spor malzemeleri, envai oyuncak, ders malzemeleri, kolilerin açılmasıyla odayı buhar halinde tıka basa dolduran sevgi, şefkat, dayanışma, iyilik duygusu…
İstanbul’daki Ahtapot Gönüllüleri’nden şehrimizdeki bir ilkokula uzanan sosyal dayanışma köprüsünün ilk kaldırım taşları.
Fotoğraf bile insanın içini ısıtmaya yetiyor…
Dayanışmanın ilahi sıcaklığı.
“Yardım” değil yapılan eylemin ismi “Dayanışma”…
Altını özellikle çiziyorum, “yardım” kavramından hazzetmiyorum, “dayanışma, imece, işbirliği” çok daha anlamlı ve etik.
Kişinin ihtiyacından fazla parasını, malını, mülkünü, emeğini ihtiyacı olanla paylaşması…
Kolektif, planlı ve p0rogramlı sivil bir kuruluş çatısı altında yapıldığında elbette hem daha etkin hem de usturuplu oluyor.
Ahtapot Gönüllüleri Sosyal Dayanışma ve Sportif Faaliyetler Derneği iş insanları tarafından “Şikayet Etme, Harekete Geç” sloganıyla 2017’de İstanbul’da kuruldu…
Ülkemizdeki ciddi kurumsal firmalardan destekçileri ve bağışçıları olan güvenirliği yüksek olan bir sivil toplum kuruluşu.
“Sosyal problemlerin çözümü için fikirler ve projeler üretmek, projelerimize katılımı sağlayarak sivil toplum bilincini yaymak, dezavantajlı grupların sorunlarına ve fırsat eşitsizliklerine dikkat çekmek” hedefindeler…
“Ahtapot Gönüllüleri Sosyal Dayanışma ve Sportif Faaliyetler Derneği (“AG”) olarak, kimsesiz çocuklardan sokağa atılan köpeklere, evsizlerden engelli bireylere kadar sınır tanımadan, ihtiyaç duyulan her alanda proje geliştiriyor ve diğer sivil toplum kuruluşlarının projelerini de destekliyoruz” diyerek kendilerini tarif ediyorlar.
Gönülleri ilimize düştü, “Kastamonu ile bir dayanışma projesinde bir arada olalım” dediler, sağ olsun bir okul müdürümüzün gayreti ile dakikasında planlama yapıldı, öğrencilerin ihtiyaç listesi fakslandı, kapı teslim 11 koli geldi, sessiz sedasız, reklamsız…
Kimse duymayacaktı, “sosyal habercilik” damarım ağır bastı, kendimi tutamadım.
Yardım değil…
Dayanışma.
Teşekkürler Ahtapot Gönüllüleri…
Çocuklar adına.
•••
Not:
Kenevir mevzusunun ülke ve hatta dünya gündemine oturduğu bugünlerde, bir kaç yıl önce yayımladığımız yazımın bir pasajını hatırlamakta fayda var…
“TBMM’nin 1966 yılına dair bir tutanağını okudum Taşköprü Kendir Fabrikası ile ilgili, devletin Taşköprü’de ne diye kendir fabrikası kurduğu o kadar net anlatılıyor ki. “a- En kesif kendir üretim bölgesi, b- Kendirden kanaviçe dokumak suretiyle jüt kanaviçe ithalini azaltmak ve dolayısıyla döviz tasarruf etmek, c- Nüfus kesafeti fazla olmasına rağmen arazisi dar olan bu bölgede geçim şartlarının da zorluğunu dikkate alarak bir işyeri kurmak suretiyle kendir müstahsilinin hammaddesini kıymetlendirerek bölgenin sosyal ve ekonomik kalkınmasını sağlamak.”
1947 yılında Taşköprü’de kurulan kendir fabrikası işlemedi ne hazindir ki, var olmasına rağmen yeterince kendir hammaddesi bulamadı, jüt ithalatının önünü kesmek amacıyla kurulan fabrika Bangladeş ve Hindistan’dan jüt ithal etmeye başladı…
Sarmal başa döndü.
“Kenevir merkezi Kastamonu”…
Tarihsel süreç böyle çünkü.
Kenevirin Kastamonu’daki hikayesi bitti mi?..
Elbette hayır.
Güzel haberlere gebe önümüzdeki günler…
Hem kenevir tarımı, hem de sanayisi namına.