Hani doğaya düşen üç cemre gibi, sayılı, sıralı ve zamanı da belli değildir. Her ne kadar bu üç cemreden, doğanın bir parçası olarak pay alsak da, insana düşen cemre zamansız, apansız ama doğa gibi içleri ısıtacaklayın olur.
Havaya, suya, toprağa ve hayata…
Havaya, suya, toprağa ve hayata desek de aslında tümü gönlümüze, ömrümüze ve umudumuza düşmüyor mu?
Eğer baharın kapısıysa cemreler ve doğanın uyanışı ise bizler de o doğanın parçası değil miyiz? Bizlerin de bahara yani umuda açılan kapımız değil mi cemreler?
Tek fark, insana cemre, dördüncü cemre zamansız ve apansız düşer.
***
Havaya düştü ilk. Suyu, çiçekleri, kuşları ve sıcaklığı yanına alarak. Sert, boğucu ve kasvetli gökyüzünden daha sevecen ve sıcak bir mavi aralanır önce.
Mağaralarından, kovuklarından, kuytularından esneyerek çıkan hayvanlar, tek başlarına yattıkları uykularından anne olup, aile olup çıkarlar daha sonra. Henüz derin ormanların erimemiş karları üzerindeki izlerden, yanı başınızdaki çalılıklardan gelen seslerden anlarsınız bunu. Tarlalara karışan tilkiler, heyecan dolu geyiklerin koşuşturmalarından ve daha nicesinden havaya düşen cemrenin aslında hayvanların hayata uyanışına düştüğünü anlarsınız.
***
Suya düşer sonra cemre. Durgun göletlerin erimeye yüz tutmuş buzları arasından titreterek iner suya.
Göçmen kuşlara davettir aslında suya düşen cemre. Kuytu sulara saklanmış ördeklere, denize yakın yerlerde balıkçıllara ve gökyüzünde güneyden kuzeye uçuşan ve ilahi güzellikteki turnalara davettir bu cemre. Ve hiçbiri de karşılıksız bırakmaz bu daveti. Cemre suya düştükten hemen sonra bir bakarsınız ki her yanda kuş cıvıltıları ilk cemredeki çiçeklerin renklerine karışır.
Ardından her yanda derecikler kendi özgürlüklerine akarken, durgun suya tül gibi bir esinti düşerek bu ikici cemre de tamamlanır.
***
Toprağa düşer sonra cemre. Kar henüz tam da kalkmamışken üzerinden. Cemrenin de habercisi olan o mağrur kardelenler güneşe uzattı ilk taç yapraklarını. Ve arkasından cemreye eş çiğdemler sardı ortalığı.
Mitolojide çok geniş yer bulur çiğdem. Oluşumuna dair de birçok söylencesi var. Ama en çok bilineni ise çok güzel bir dostluk hikâyesinin trajik biten sonu ile ilgilidir.
Krokus adında yakışıklı ama ölümlü bir delikanlının en yakın arkadaşı haberci tanrı Hermes’tir. Her dakikalarını birlikte geçirirler. Ama mitolojide olduğu gibi her güzel giden ilişki acı bir sonla biter ya, işte burada da aynısı olur. Çünkü Hermes, en yakın arkadaşı Krokus’u yanlışlıkla öldürür. Olayın gerçekleştiği o anda birden bire küçük, narin bir çiçek çıkar topraktan, Krokus’un ayakları altından. Ve bu çiçeğin üzerine de can vermekte olan Krokus’un üç damla kanı akar. O çiçek çiğdem olur, o çiğdem unutulamayacak acıların içinde yarına taşınacak umut olur.
Toprağa düşen cemrenin yoldaşıdır ya çiçekler. İşte bu cemrenin son günlerine doğru da sıklamenler, patılar ve çuhalar da boy gösterir, kara kışı alt etmenin erinciyle.
***
İnsanın gönlüne düşer dördüncü cemre de. Hayattan pay alan, umuttan pay alan cemredir.
Hani doğaya düşen üç cemre gibi, sayılı, sıralı ve zamanı da belli değildir. Her ne kadar bu üç cemreden, doğanın bir parçası olarak pay alsak da, insana düşen cemre zamansız, apansız ama doğa gibi içleri ısıtacaklayın olur.
Aslında doğanın dışında insanın ömrüne düşen dördüncü cemrenin adını da, kavramını da Siyami Özel yazıp da insanlığa sunmamış mı?
Dördüncü Cemre
Nasıl da kalbime düştü birdenbire
Öyle tatlı, öyle ılık
En güzel baharını yaşıyorum ömrümün
İçim dışım aydınlık
Ne üzerine laf katılacak, ne yorumlanacak bir şiir. Öylece içe sinen cemre gibi huzur veren tatlılığında okumak sadece bize düşen. Aynı doğaya düşen üç cemreyi huzur içinde algılayıp, ışığa uyanan doğayı saygıyla selamlamaktan başka.
MURAT KARASALİHOĞLU