10 Ocak tarihi dünyadaki gazeteciler için değil ama Türkiye Cumhuriyet’inde çalışan gazeteciler için çok önemli bir gündür. Bugünün önemini tarihsel boyutunun yanında “özgürlük” çerçevesinde de vurgulamak istiyorum. Akademik tanımlardan bağımsız olarak kendi özgürlük algımı ifade etmek isterim.Benim için özgürlük genel hukuk ve toplum normları çerçevesinde ne istiyorsam ifade edebilmek, öğrenebilmek ve tartışabilmektir. Çünkü kendi düşüncelerimi şekillendirebildiğim sürece ben benimdir. Düşüncelerim dikte veya dayatma ile değil merak ve ihtiyaçlarım doğrultusunda şekillendiği sürece kendimi, özgürümdür.
İşte bireylerin özgürleşmesini sağlayan toplumsal bilgilerin akışını sağlayan gazeteciler de bu bağlamda çok özel bir meslek grubunu oluşturmaktadırlar. Çünkü özünde onlar ne kadar özgürse biz de o denli sağlıklı bilgiye ulaşabiliriz. İşte bu yüzden tarih boyunca tüm ülkelerin neredeyse tüm yönetme gücüne sahip olanları ister gazete ister başka bir haber enstrümanı olsun hep ellerinde tutmaya, sadece o enstrümanları değil aynı zamanda üreticilerini de ellerinde tutmaya çabalamışlardır. Kimi zaman başarılı kimi zaman başarısız olmuşlardır. Kimi zaman kiralık kalemler bulmuşlar, kimi zaman kiralayamadıklarını havaya uçurmuşlar. Çünkü bilgiyi ellerinde tuttukları sürece güçlüdürler. Ve eğer toplum bilgi edinme yolu ile özgürleşirse şapkaları düşüp kelleri görünecektir.
“212 Sayılı Basın İş Yasası Basın Mesleğinde Çalışanlarla Çalıştıranlar Arasındaki Münasebetlerin Tanzimi Hakkında Kanun Kanun Numarası: 5953 Kabul Tarihi: 13.6.1952 Değişiklik: 4.1.1961”
Gazetecilere yönelikiş kanunu çerçevesinde sahiden düzgün haklar verilince küçük çaplı bir kıyamet kopuvermiş. Çünkü bu kanun tam olarak uygulanırsa gazetelerin patronlarının hem kârları hem de kârdan elde edecekleri kârlar düşecekti. Ha bir de 212 ile çıkan 195 sayılı kanun da patronların ayarını bozuyor elbette. 195 sayılı kanun da reklam-ilan dağıtımında var olan adaletsizliği çözmek için yürürlüğe konulmuştur. Onu da unutmamak lazım…
Ve efendim gazete patronları bir şekilde çok da şaşırtmayan bir şey yapıyor ve bu kanunu protesto etmek için üç gün boyunca gazete çıkartmayacaklarını söylüyorlar. Neden? Çünkü bahsi geçen yasalar patronların konfor alanını bozuyor.Aslında bu yasalar yine 1961 Anayasası’nın 22 maddesi de eklenince (Madde 22. Basın hürdür; sansür edilemez.)Sadece gazeteciyi değil, son çözümlemede gerçek haberi ve bilgiyi, yani okuru ve yurttaşı görece güvenceye alıyor, koruyor. İşte bir nevi lokavt uygulaması yapan bu dokuz gazetenin patronu sadece kendi çalışanlarını değil, kanunu çıkartanları ve kendilerinden haber bekleyen okuru da cezalandırabileceğine dair aba altından sopa gösteriyor. Yani yazının başında itiraz ettiğim “bilgi güç olmamalı” dediğim noktaya geliyoruz. Çünkü güç ve otorite özgürlüğün en büyük düşmanıdır.
Bu dokuz gazetenin(Akşam, Hürriyet, Yeni İstanbul, Tercüman, Vatan, Cumhuriyet, Yeni Sabah, Milliyet ve Dünya Gazeteleri) üç gün yayın yapmama kararı bizi çok şaşırtmıyor dedim, ama genel olarak Türk Basın Tarihinin bir gurur hikayesi, “asıl güç para ya da otoritede de değil bilgiyi özgürce kullanmaktadır” diyen gazetecilerimizden geliyor.
Gazete patronlarının bu boykot kararına çalışanların tepkisi de aynı ölçüde sert ve fakat son derece şaşırtıcı ve soylu oluyor. İstanbul Gazeteciler Sendikası yaptığı toplantıda, gazetelerin yayımlanmadığı üç gün boyunca “Basın” isimli bir gazete çıkarmayı kararlaştırıyor.
“Daima Halkın Hizmetindeyiz” manşetiyle yayına başlayan gazetede söz konusu direniş vurgulanmış ve kamu yararının önemine ve yurttaşların haber alma hakkının kutsallığına işaret edilmiştir. İkinci sayıda “Ankara Gazetecileri Sessiz Yürüyüş Yaptı” manşetiyle çıkarılan gazetede söz konusu eyleme olan desteğin arttığı ve ülke genelinde yayıldığı gösterilmiştir. Yaşar Kemal tarafından yazılan köşe yazısı ise “Elele Kardeşler” başlığıyla çıkarken bu metinle direnişin ve örgütlenmenin önemli olduğu mesajı verilmiştir.Son sayıda “Fikir İşçileri Haklarını Koruyacaklar” manşetiyle patronlara karşı duruşun devam edeceği vurgulanmış ve söz konusu söylemler farklı başlıklara taşınmıştır. Sermayeye karşı duruş ortaya koyan gazetecilerin direnişinin haklılığını belirten başlık basın emekçilerinin eylemlerinin ve örgütlenmelerinin kalıcılığına işaret etmektedir.
Basın gazetesindeki başlıklara bakıldığında, direniş ruhunun ve gazetecilerin arasındaki kenetlenişin ön plana çıktığı görülmektedir. Halkın haber alma hakkının ve basın özgürlüğünün önemine işaret eden başlıkların yer aldığı gazetede patronlara karşı bir duruş ortaya konulmuş ve başlıklar özgürlük, bağımsızlık ve kamu yararı gibi temel ilkeler üzerinden betimlenmiştir. Eylem süresince çıkan çıkarılan “Basın” Gazetesi’nin günlük tirajı ise yüz bini bulmuştur.
Türk basının uzun yolculuğunda önemli bir kilometre taşı olan bugün yasanın yayınlandığı güne ithaf olarak “10 Ocak Çalışan Gazeteciler Bayramı” olarak kabul edilmiştir. Ancak Cumhuriyetimizin bugünlere yolculuğundaki ilginç virajları sonucunda “bayram” ibaresi “güne” dönüşmüştür.
Bu arada ben bir gazeteci olmadığım halde (bir gazetede köşe yazmak kişiyi gazeteci yapmıyor) bugün benim için çok özeldir. Tıpkı Milli Bayramlarımız gibi özgürlüklerimizle ilgilidir çünkü. Ve daha önemlisi sadece bize aittir. Dünya Gazeteciler günü bir başka gündür. Bugün pek çok gün gibi alışveriş yapmamız için icat edilmemiş ya da birtakım kurumların genel oturumlarında “bugün de şu günü olsun” denmemiştir. Tıpkı 8 Mart Dünya Kadınlar Günü gibi uğruna mücadele edilerek kazanılmış bir gündür.
Bugün de sohbetimizin sonuna geldik dostlar, sohbetimizi “Basın Gazetesi”nin 11 Ocak 1961 tarihli baş yazısından küçük bir alıntı ile bitirelim. Sevgiyle…
“Temel hak ve hürriyetlerimizin gerçekten kısıldığı, basının, yalnız basının değil, bütün memleketin gerçekten eşi görülmemiş bir tehlikenin içine sokulduğu günlerde bile gazetelerini kapatmak ve protesto yoluna gitmeyen gazete sahiplerinin, şimdi bir ilân kurumu için yaptıkları bu hareket basın tarihimizde her halde şerefli bir yer kaplamayacaktır.
Gazete çıkarmak çorap fabrikası işletmeye benzemez.
Basın bir kamu hizmetidir.”
ZEKİ GÜRDAL KARAOĞLU