Koruma alanlarının sadece kamunun icraat, gözetim ve sorumluluğuna terk edilmemesi gerçeğinin ilimizdeki son kanıtı Nasrullah Camisi’nde yaşanan “drenaj” sorunu oldu, göz göre göre camiyi “gölet” üstünde bırakayazdık, ne oranda zarar gördüğü önümüzdeki günlerde net olarak ortaya çıkacak…
“Son olsun”.
Defalarca almadığımız derslerin sonu olsun…
Badireden hayır doğsun.
Tarihi, kültürel, doğal, dini koruma alanları ülkemizde birkaç örnek dışında tamamen “kamu” uhdesine bırakılmış durumda, “UNESCO Dünya Kültür Mirası” olarak ilan edilmiş meşhur alanlarda bile henüz kamunun sivil kesimlerle işbirliğine girdiği “ortak” yönetim modelleri oluşturulamamış durumda…
Safranbolu misal, yeni gündem olmaya başladı “alan yönetimi” konusu, düşünün gerisini.
UNESCO Dünya Kültür Mirası ilan edilmiş alanlarda çoğunlukla uygulanan “alan yönetimi” uygulaması, ülkemizde boy atamadı, İstanbul’daki birkaç örnek Anadolu’ya yayılamadı…
“Alan yönetimi” sayesinde kamu, yerel yönetim, üniversite ve meslek odaları başta olmak üzere yerel dinamiklerin “ortak” iradeleri söz konusu korumada.
Öte yandan…
2000 yılından beri ilimizde defalarca ÇEKÜL Vakfı ve Tarihi Kentler Birliği toplantılarına ev sahipliği yaptık, hemen her toplantıda dile getirildi korumacılığa ilişkin “kamu-yerel-sivil-özel birlikteliği”, bir kulağımızdan girdi diğerinden çıktı mı?
Koruma politikalarında sınıfta kaldığımız gibi, öyle görünüyor ki, “kültürel demokrasi” dersinde de çaktık…
Nasrullah Camisi son imtihandı.
Nasrullah Camisi’nin gölgesine oturalım…
ÇEKÜL ve Tarihi Kentler Birliği ile yaptığımız tüm toplantıları, bu iki övünç kaynağı kuruluştan dinlediklerimizi ama hayata geçirmediklerimizi, oturup yeniden bir okuyalım.
Not: Nasrullah Meydanı’nın yıllar yılı mülki ve yerel yönetimlerin ilgi alanı olması gayet normal…
Şehrin merkezi çünkü; vitrin, propaganda, şan.
Nasrullah Camisi’nin kenarlarında yapılan drenaj kazısında, icraat eyleyen her yönetimin izlerini görmek mümkün, tabaka tabaka…
“Arkeolojik açma” adeta.
Kat kat beton atılmış yıllara sari…
Meydan yükselmiş, cami duvarları tabana inmiş.
Caminin bedeninden yemişiz…
Kısaltmışız boyunu.
Eski fotoğraflar şahit zaten…
Nereden nereye gelindiğinin.
Camiyi “su” başta olmak üzere farklı doğal hasarlara açık hale getirmişiz bilmeden…
Aslını bozmuşuz.
Konu ile ilgili meslek odalarının sesinin çıkmamasını anlayabiliyorum şehrimizin genel “yerel demokrasi” haletiruhiyesini göz önüne aldığımda…
Anıtlar Kurulu yahut bilim insanları nasıl sessiz kalabildiler?
Hiç mi bir meslek erbabının ciğerini sızlatmadı?…
Dilini çözmedi?
“Ortak akıl, istişare, yönetişim” olmadıkça…
Çok daha zayiatlar veririz.
MUSTAFA AFACAN