Ballıdağ Sanatoryumu dendiğinde akla, sadece yakın zamanda kapatılmış bir sanatoryum, bir sağlık kuruluşu mu gelir? Yalnızca, Kastamonu’nun Daday ilçesinde, Ballıdağ adı verilen dağın oksijeni bol ormanları içinde göğüs hastalıkları hastanesi mi gelir ya da? Ki hafızasını taze tutanlar içim yakın bir geçmişte bakımsızlıktan, doktorsuzluktan muzdarip, yalnızlığa terk edilmiş, nice sonu belli olmayan bekleyişi yaşamış yitik bir efsane anlamı da taşıyabilir burası.
Ballıdağ Sanatoryumu dendiğinde akla, 1955’te başlayan bir efsanenin adı gelmeli. Müteahhitliğin henüz serpilmediği dönemin “dürüst ve kamuyu gözeten, hile hurdanın olmadığı, çalıp çırpmanın ahlaksızlık sayıldığı bir inşaat döneminin” alnı açık bir anıt sembolüdür bu yapı. Taze bir nefes olmanın, ölü girenin yenilenmiş hayatıyla diri çıktığı, konforun, ferahlığın, ışığın, güneşin, sağlamlığın Kastamonu’daki adıdır Ballıdağ Sanatoryumu.
Yolu düşürmüşken Daday’a, Kastamonu’nun sessiz efsanesi Ballıdağ Hastanesine uğradık. Geçen yıl yani 2008 Mayıs ayından bu yana işlev görmeyen hastane, çevresine saran o güzel ormanın bir parçası gibi sessizce birkaç yıl içinde kazanacağı yeni işlevini beklemenin sessiz merakına bürünmüştü. Son birkaç yılını umarsız bir bekleyişin içinde geçiren hastane, 2008 Mayıs ayında Kastamonu’ya taze bir soluk olan Hacette Üniversitesi’ne devir oldu. Şimdi bu dürüstlük abidesi olan yapı, Hacettepe’nin dokunuşu ile bir Anka Kuşu gibi yeniden küllerinden doğmayı bekliyor şimdi.
***
Hastane önüne geldiğimizde bizi Mehmet Ali Yılmaz (48) karşıladı. Sağlık Müdürlüğü personeli olan Mehmet Bey, hastane boşaltıldığında beri buranın bekçiliğini, bakımını yapıyormuş bir arkadaşı ile birlikte. Kendisi bu hastanede 1991 yılından bu yana çalışmakta. Dadaylı kendisi ve hem doğduğu hem de ekmek yediği Ballıdağ Sanatoryumuna gönülden bağlı birisi. Başlıyor bizi gezdirmeye hastanenin boş koridorlarında. Sessiz merdivenlerinde mobilyaları içinden sıyrılmış binada adımlarımız yankılanıyorken, boş koridorlarda hastalıklı yetersiz soluk alıp vermelerin çaresizliğinden, yenilenmiş hayata armağan nefeslerin serinliğinde anlatmaya başlıyor bize hastaneyi.
Sanatoryumda ilk dikkati çeken şey, nerden baksanız birkaç ay önce inşaatı yeni bitmiş de henüz teslim alınmış kadar yeni, güçlü bir bina olması. Sıvası ilk günkü kadar temiz, yüzeyinde en küçük bir dökülme yok. Öyle bir sağlam yapılmış, betonun da bir gram harcı ya da toprağı eksik değil ki, 9 şiddetinde deprem olsa bir santim oynamaz. Oysaki 1955’de başlamış da yapımı 1965’de sanatoryum olarak hizmete başlamıştı bu 45 yıllık maziye sahip bina. Şimdilerde, hastasından doktoruna, eşyasından evrakına kadar her şeyden sıyrılmış bu binanın odalarının ne karda büyük, koridorlarının ne kadar ferah, merdivenlerinin ne kadar geniş, pencerelerinin ne kadar ışıklı olduğuna hayranlıkla bakarak ilerlerken, neredeyse odaları kadar geniş olan en üst katın balkonuna yaklaşıyoruz.
Hayranlıkla diyorum çünkü hastanede her şey hastanın iyileşmesine, kendini iyi hissetmesine, hizmetin en iyi en sağlıklı biçimde verilmesine göre tasarlanıp hayata geçirilmiş.
Balkona çıkıp da o taze nefesli ormanın kıyısından Daday ovasına bir göz atınca çevredeki yeşil denizine karışan içine gökyüzünün de düştüğü mavi göletler her bir hastaya elbette ki hayatı, sağaltımı muştulamış olmalı diye düşünüyorsunuz. Hastanenin el değiştirmesi sonrasında buranın bir geriatri yani yaşlı bakım merkezi olması düşünülüyor sanırım. Yaşlılara bakılabilecek eşsiz yerlerden biri gerçektende. Her ne kadar dramatik bir durum gibi görünse de insanın hayatının son zamanlarını huzur içinde geçirmesi, yaratıcısının en güzel yansımalarından olan bu eşsiz doğada kendini bulması için çok da uygun bir yer.
***
Hastane, insan sesinden, eşya kalabalığından arınmış olsa da ne bir metruk görüntüyü ne de terk edilmişliğin trajedisini sunuyor. Dirayetle, hala ilk günkü gibi sağlam ve eksiksiz haliyle durduğunu görüyorsunuz. Çeşitli mekânlarını dolaşırken Mehmet Bey binanın sağlamlığını anlatmak için katlardan birinde yapılacak basit bir tadilat için hilti ile saatlerce uğraştıklarının örneğini veriyordu. Gerçekten de ben de sonradan eklenmiş kimi izlere baktığımda yapının ne kadar sağlam, kamu ve devlet kaynaklarını gözeten ve yapılan işin mesleki ve toplumsal ahlakının hakkını verdiğini gösteriyordu.
***
Hastaneden aşağı inip ilçe merkezine geldiğimizde Ballıdağ Sanatoryumu’nun bir kamu yatırımı olarak “alnı açık, dürüst yapılmış olmanın anıtı” dışında ilçenin 1960’lar ile 1990’lara kadar bir sosyal çekim merkezini olduğunu da ilçenin eşrafından İlhan Kararkaş’la konuşmaya başlayınca öğreniyoruz.
İlhan Bey ilçenin yakın geçmişini yaşayan ve dimağında tutanlardan. Sanatoryumun ilk yapıldığında ilçenin de bir sanatoryum, bir sağlık kenti olarak şekil almasının tasarladığını belirtiyor. Hastanede konserlerin, filmlerin, birçok sosyal aktivitenin olduğunu, ilçeliler için sanatoryumun bir çekim merkezi olduğunu sözlerine ekliyor.
***
Şimdi sanatoryum birkaç yıl içinde geçireceği değişimi, gelecek güzel günlerini sessizce ama sapasağlam bekliyor. İçinde birçok anı, acı-tatlı yaşanmışlıkla. Uzun yıllar Kastamonu için marka olmuş bir yerdi. Çünkü Türkiye’de sadece iki yerde sanatoryum vardı. Ki Kastamonu neredeyse adı bile bilinmezken Ballıdağ Sanatoryumu tüm ülkece tanınıyordu.
Birkaç on yıl önce, kamuya ve devletin kendi kaynaklarına verdiği değer, meslek ahlakı ve yapılan işlerin yarına taşınması düşüncesi bu sanatoryumda vücut bulmuştu. Diğer yandan da ilçenin Kastamonu çıkışında yer alan ve mazisi henüz bir beş yılı doldurmamış, ilk önce hastane olarak yapılan, şimdi ise üstleneceği işlevi değiştirilmiş ve hala boş duran kamu yatırımına da bakınca bu sağlamlık anıtının değeri bir on kez daha katlanıyor.
MURAT KARASALİHOĞLU